O sabah, ilk gruplar bir siyah gettosu olan Soweto’nun Naledi Lisesi’nde bir araya gelmişti. Bütün öğrenciler neşe içindeydi. Müdür de çocuklara destek vererek iyi şanslar dilemişti. Eylem Komitesi’nin başkanı Tepello Motopanyane, ‘barışçıl bir yürüyüş’ için yola çıkacaklarını bir kez daha vurguladı. Morris Isaacson Lisesi de aynı anlarda hazırlanıyordu. Şarkılarla yola çıktıklarında artık her ortaokul ve liseden katılımlar oluyor, gösteri gitgide büyüyordu.
Anadil için sokaklarda
Bir ‘Anadil’ ayaklanmasıydı bu. Johannesburg yakınındaki bir sefalet bölgesi olan Soweto’da protesto için zaten her an sebep vardı ama o günkü gösteri, hükümetin eğitim sisteminde yaptığı değişikliklerle ilgiliydi. Değişikliğin kökenleri 1953’teki ırkçı Bantu Eğitim Kanunu’na dayanıyorduysa da 1974’te yeni bir yasayla okullarda sömürgeci Afrikaans dilinin okullarda zorunlu hale getirilmesi bardağı taşıran son damlaydı. Nihayet 16 Haziran 1976 sabahı, öğrenci hareketinin çağrısıyla büyük protesto başladı. Yaklaşık 20 bin ortaokul ve lise öğrencisi çeşitli yollardan şarkılar söyleyerek yürüyorlardı. Yol boyunca ara ara polis saldırsa da eylem komitesi sık sık öğrencileri uyarıyordu: “Sakin olun, barışçıl bir gösteri yapıyoruz!”
Katliam tam o anda başladı ama. Önce gaz bombaları geldi, sonra doğrudan ateş açıldı. Çocuklar çığlık çığlığa kaçmaya başladılar. Polis istisnasız her gördüğü öğrenci grubuna ateş açıyor, Soweto sokakları çocuk kanıyla sulanıyordu. Öğleden sonra ve ertesi gün, artık iş çığırından çıkmıştı. Gençler resmi binaları ve her buldukları devlet aracını yakıyor, yer yer çatışmalarda polise zarar verebiliyorlardı. Ama güçler çok dengesizdi ve her sokakta kayıplar veriliyordu. Polisin, 16 Haziran ve sonraki üç günde kaç çocuğu katlettiği bugün bile net değil. 176 rakamı dillendirilse de ülkenin her yerine, hatta bazı beyaz okullarına bile yayılan olaylarda tam olarak kaç öğrencinin öldürüldüğü hâlâ bilinemiyor.
Fotoğrafın gücü
The World gazetesinin siyah muhabiri Sam Nzima, o sabah saat 06.00’da oradaydı. Öğrenciler pankartlar ve şarkılarla yürümeye başladığında, 15 yaşındaki Antoinette Sithole “Bir okul gezisine gidiyor gibiydik” diyordu. Birden silahlar patladığında ve insanlar ölmeye başladığında telaşla evlere sığınmaya çalıştılar. O anda Sithole, küçük kardeşi Hector Pieterson’u gördü. “Orada olmaması gerekiyordu” diye düşündü, küçüktü ve onu hemen eve göndermeliydi. Bu arada yasaklı kurtuluş marşı “Nkosi Sikelel’i Afrika” söylenince polis yeniden çocukları taradı. Sithole kucağında bir çocuk olan adamı gördü bir anda. Adam kurşun yağmuru altında çocuğu kurtarmak için koşuyordu ama çok geçti artık. Bir kliniğe götürmek için araba bulduğunda Hector çoktan ölmüştü.
Mbuyisa Makhubo’ydu o adamın adı. Eylemci değildi. Evinin penceresinden çocukların öldürüldüğünü görünce fırlamış ve Hector’u yerden kaldırıp kucaklamıştı. Nzima işte tam o anda deklanşöre basmış ve anı görüntülemişti. Hemen filmi çıkardı ve çorabının içine sokuşturdu. Biraz sonra polis saldırdığında makinası temizdi!
Gazeteye geri döndüğünde, uzun bir editörler toplantısı yapıldı. “Büyük bir tartışma oldu” diye hatırlıyor o günü. Bazı editörler çok endişeliydi ama sonuçta karar verildi ve The World, fotoğrafı yayınladı. Bütün dünyaya yayılan fotoğraf ırkçı rejimin yüzünü gösterirken Nzima ve Makhubo için bir felaket anlamına geldi. Nzima’nın payına ölüm tehditleri, gözaltılar düştü. Gazeteciliği bırakıp başkentten kaçtı ama yakalandı ve ev hapsine mahkûm edildi; The World ise bir baskınla kapatıldı. “O gün pişman olmuştum çektiğime ama ne yaptığımı anladım” diyecekti sonradan.
Kayıp bir kahraman
Makhubo’ya yapılanlar ise en iğrenciydi. Bir yandan polis sürekli taciz ederken, diğer yandan yandaş basın, aslında o fotoğrafın bir ‘poz’ olduğunu, sahte bir kurtarma olduğunu yazdı. Babası gerilla olan ve mimlenen Makhubo, baskı altında gitgide akli dengesini yitirdi, bir gün kayboldu gitti. En son Botswana’dan evini aradığında da akli dengesi yerinde değildi. Ölü mü sağ mı bilinmiyor. Kardeşi Nontsikelelo, ona şöyle sesleniyordu en son: “Sen elinden gelenin en iyisini yaptın. Çocuğun ölmesinden sorumlu değilsin. Lütfen üzülme.”
Bütün bu yaşananlardan ille de bir tarihsel ders çıkarmak gerekirse eğer; o da şudur: Katliamdan sonra işkencelerden geçirilen o binlerce çocuğun neredeyse tümü, ANC’nin komşu ülkelerdeki gerilla kamplarının doğal üyeleri oldular. Böylece ırkçı rejim, o haziran sabahında şarkılar söyleyen liseli çocuklardan birkaç yıl sonra sıkı gerilla komutanları yaratmıştı! Rüzgâr, fırtına, kasırga hakkındaki o deyimin anlatmak istediği de sanırım tam buydu…