Ragıp Zarakolu
Stockholm. Avesta Yayınları’ndan çıkan iki hatıratı paralel okuyorum. Biri Yusuf Serhat Bucak’ın “Kürt Hakim/Faik Bucak’ın Yaşamı”, öteki ise Şefiq Peşeng’in Yaşar Kaya’nın son döneminde hazırladığı “Yaşar Kaya’nın Hatıraları”.
Hayat içinde yolların belli dönemlerde kesişmesi çok ilginç.
Bu kitaplar beni alıp “Özgür Gündem” gazetesinin ilk kuruluş günlerine götürdü.
Sorumlu yazı işleri müdürü Işık Yurtçu idi. Ondan önce, 1980’de “Demokrat”ın yayın yönetmeni iken de berarberdik zaten. Köşe yazmamı da zaten o istemişti.
Gerçekten bir Kürt Rönesansı yaşanmaktaydı. Genç kuşakla Kürtlüğü ayakta tutan eski kuşağın buluşması mühim bir sıçrama getirmişti. Ve Türkiye solunun enternasyonalist kanadı da bu sıçrama ile dayanışma içindeydi.
Bu üç kanaldan gelen itilim, direngen özgür basın geleneğinin oluşmasının temelini oluşturdu.
O günlerde kadın hareketi de canlanmaktaydı.
İlk Kürt kadın derneği kurulurken, Ferda Keskin ile ben, bu derneğin kurucuları arasında yer almıştık. “İşbirlikçi” olarak, kendi cinsiyetimize ihanet edip!
İlk kuşaktan birçoğunu yitirdik zaman içinde. Yaşar Kaya da bunlardan biriydi.
Serhat Bucak’a uzun ömürler diliyorum.
Hem Serhat hem Yaşar abinin, gazetenin ilk günlerindeki itiş kakışını gülümseyerek hatırlıyorum.
Yaşar Kaya’nın tutkulu, keskin çıkışları tepesini attırmaz mıydı sevgili Serhat Bucak’ın.
Ne güzel buluşturdu, kitaplarıyla her ikisini, Özgür Gündem’in genç, titiz elemanlarından, Avesta Yayınları’nın editörü Abdullah Keskin.
Ne zordur ona beğendirmek bir işi. Ama keşke Adullah Keskin ve Şefiq Peşeng daha iyi redakte etseydi diyorum haddim olmayarak.
Yaşar Kaya’nın kitabı duygusal tepkilerle dolu. Bu nedenle onun entelektüel yanı gölgede kalmış gibi.
Elbette, üzücüydü Kürdistan Sürgün Parlamentosu’nun tasfiyesi. En önemli diplomatik uluslararası buluşmaları sağlamıştı.
Özgür Gündem’in ilk kapanışı maalesef mahkeme kararı ile olmadı, siyasi iradeden geldi karar.
Oysa birilerini kızdıran bir gazetecilik aslında sağlıklı bir gazeteciliktir. Keşke kapatma kararı devlete bırakılsaydı.
Hasan Bildirici’den sonraki keskin yayın yönetmeni, Şükrü Gülmüş şoke olmuştu. Daha sonra neredeyse ölmek üzere iken, onu tekerlekli iskemlede Almanya’ya yolcu edişimizi hatırlıyorum. Onu kurtarmak için her şey yapılacaktı. Almanya’da gazetenin kapatıldığı günlerde, Ayşe Nur’la birlikte, Yaşar abiye moral verelim dedik ve Özgür Gündem’de çıkan yazılarını derleyip yayınladık. Elbette hemen yasaklama ardından. Ve bir sürü mahkumiyetlerinden biri Ayşe Nur’un. Ve ne güzel yeni kuşağı geçmişle buluşturan duygu dolu yazılardı bunlar.
Şefiq Peşeng, ilk baskının nerede yapıldığı belirsiz diyor. Kendisini bilgilendireyim. İstanbul Nisan 1993. Belirsizlik, daha sonra Avrupa’da yapılan “korsan baskıdan” olsa gerek. İzin istense elbette hayır denmezdi.
Hatıratta, Yaşar Kaya’nın ilk Güney seyahati yer almıyor. Bir gazeteci grubu olarak, Hewler/Erbil’deki Kürt Parlamentosu’nun Yekiti grubu davet etmişti bizleri. Turgut Özal’ın ölüm haberini de orada almıştık. Aparatından. O zaman cep mep yoktu. Ragıp Duran’ın telsize benzer gelişkin. Her yeri turlamıştık. Zeli kampı, Ezidi dini merkezi Laleş, Şaklava dahil. Yekiti’nin misafirhanesinde kalmıştık. KDP’li parlamento başkanını da ziyaret etmiştik. Binanın Saddam döneminde yapılmış olması ilgimi çekmişti.
Bu seyahatte tuttuğum ayrıntılı notlarını Yaşar Kaya’ya vermiştim. Bunlar üzerinden bu seyahati kitaplaştırması daha kolay olacaktı. Evin Çiçek ise, heyecanla kadın gerilların hikayelerini toparlıyordu.
Yaşar Kaya ve Abdurrahman Dürre’nin sınırı geçtikten sonra yaşadığı duygusal anlar bizi de etkilemişti. Sınırdan sonra resmi olarak “Kürdistan” tabelasını görünce gözyaşlarını tutamayıp, “bu günleri de gördük ya” diyeceklerdi.
Zeli kampına vardığımızda Osman birader, burnu havada bir tavırla, “sizin kuşak ne yaptı ki” diye hava basmıştı eski kuşağa, Abdurrrahman Dürre, “sizi yaptık ya oğlum” diye cin gibi yanıtlamıştı onu.
Yaşar Abi ise, “yüz yüze konuştuğumuzda fırçaladım onu” diyecekti daha sonra bize.
Abdurrahman Dürre ise her yerde yeni Divan’ından şiirler okuyordu. Güneylilere ise biraz demode geliyordu. İtiş kakışları ile Yaşar/Serhat ikilisinin yerini Yaşar/Abdurrahman ikilisi almıştı.
Abdurrahman Dürre, bir yandan da gerillada olan oğluna ulaşma kaygısındaydı.
Ve biz Zeli’de iken Serhat Bucak, “uygulmada”ydı. Ona ulaşamayacak, ama er rütbesine indirilmiş Sakine’yi görebilecektik.
Gazetenin çıkmadığı bu boşluk döneminde, Yaşar Kaya’nın Avrupa’ya ilk çıkışında da birlikte olduk. Zürich’te bir Kürt kültürü haftası düzenlenmişti.
Sonra, Alman vizesi almayı başarıp, Almanya üzeri Brüksel’e geçmiştik. O sırada Almanya’da ilk “Kürt seçimi” yapılmıştı ve Parlamento başkanlığına Çürükkaya seçilmişti. O da pek bir havalardaydı. Brüksel’de bir eski kilisede açlık grevi yapanları ziyaret etmişti. Çürükkaya hayli zayıflamıştı.
Ayşe Nur’un ilk kitaplarını daha o hapiste iken yayınladığı A. Kadir Konuk, bir ara Suriye’ye gidip Başkan ile röportaj yapıp, sonra biyografisini yazacaktı.
Can Yüce, “becerememiş” deyip, kendisi yazacaktı, “doğan güneşe” benzetip, daha sonra da indiriverecekti güneşi.
Rütbe almayı kabul edip de, sökülünce itiraz etmek ilginç sadece. Ve bu arada 10 yıllar devriliverdi.
Sakine gibileri takmazdı ama. Sıradan nefer olmak da onurdur.