Gazetemize konuşan Klinik Psikolog Dr. Altekin, koronavirüsün insanlar üzerindeki ruhsal etkisine ve travmatik süreçlerin nasıl atlatılabileceğine ilişkin bilgiler verdi. Altekin, ayrıca ebeveynlere de önemli tavsiyelerde bulundu
Yadigar Aygün/İstanbul
Tüm dünyaya yayılarak insanları korku ve paniğe sürükleyen koronovirüs salgını, toplumun ve insanların psikolojilerini de olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Salgınlar dönemlerinde insan psikolojisi ve ruh sağlımızı nasıl koruyacağımızı Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin ile konuştuk.
Koronovirüs toplumda çok fazla korku ve panik yarattı. İnsanlar bu korku ve panik karşısında neler yapmalıdır?
Zaman kendimize de birbirimize de iyi bakma zamanıdır; hem bedensel sağlığımıza hem de psikolojik sağlamlığımıza ve dayanıklılığımıza özen gösterme zamanıdır…
-İçinizden gelmese de yemek ve uyku düzeninize özen göstermeye çalışın; düzenli, sağlıklı ve dengeli beslenin, sirkadyen ritme uygun ve yeterli uyku aldığınızdan emin olun.
– Çocukların okullarının tatil edilmesi, üniversitelerde akademik ara ilan edilmesi, kongre, sempozyum, toplantı, konser gibi etkinliklerin iptal edilmesinin bir sağlık ve güvenlik tedbiri olduğunu unutmayın. Günlük yaşam düzeninizi, sağlığınızı ve güvenliğinizi azami derecede gözetebileceğiniz şekilde yeniden düzenlemeye gayret edin, sabahları mümkün olduğunca erken kalkmaya devam edin. Alanında uzman doktorların sunduğu bilimsel bilgileri ve önerileri dikkate alın.
– Sosyal etkileşim, yakın insan ilişkileri ve sosyal paylaşım elbette her zaman en değerli güç ve şifa kaynaklarımızdan biridir; ancak böyle bir dönem mecburen belirli bir sosyal izolasyon da getirecektir. Evet, dışarı çıkamayabilirsiniz, evet, planlarınız ve programınız aksamış da olabilir ama bu süreci evinizde vakti iyi geçirmenin yeni ve yaratıcı yollarını bulmak için bir fırsat olarak da görebilirsiniz. Kitap okumak, film izlemek, ev halkı ile türlü oyunlar oynamak, yeni ve sağlıklı yemekler yapmayı denemek, epeydir vakit ayıramadığınız hobilerinize vakit ayırmak, yoga ve meditasyon yapmak, kendinize dönmek, birbirinize dönmek, yani ailenizle, arkadaşlarınızla, komşularınızla daha çok konuşmak, paylaşmak ve dayanışmak böyle bir süreci atlatmanıza yardımcı olacaktır.
– Stresin ve travmanın, sadece zihinsel süreçlerden ibaret olmadığını, aynı zamanda bedende de meydana gelen bir deneyim olduğunu unutmayın. Ağrılar, uyuşmalar, karıncalanmalar, deri döküntüleri, ishal ya da kabızlık, buz kesme ya da ateş basması, kas tutulmaları vb pek çok farklı şekilde bedeniniz tepki veriyor olabilir. Bedeninizdeki bazı tepkiler strese bağlı olarak tetikleniyor olabilir. Bu nedenle bedeninizin verdiği sinyalleri fark etmek ve duyumsamalarınızı izlemek, kendinizi ve ihtiyaçlarınızı anlamanıza ve kendinizi yatıştırmanın yollarını keşfetmenize yardımcı olacaktır.
– Zaman zaman dijital detoks yapın; gün içinde akıllı cihazlara, internete, haber takibine ve sosyal medya kullanımına ara verdiğiniz zamanlar olsun. Unutmayın ki böyle dönemlerde bilgi kirliliği çok olur, bu dezenformasyon da korkuları, kaygıyı ve paniği daha da körükler. Kendinizi asılsız haberlere, komplo teorilerine fazlasıyla maruz bırakırsanız, bu stres tepkilerinizi daha da arttırır ve sizi tükenmişliğe sürükleyebilir.
– Hobilerinize ve size iyi hissettiren kaynaklarınıza zaman ayırmaya çalışın. Kaynaklarınızı fark etmeye ve kaynak repertuarınızı çeşitlendirmeye çalışın. Düşünün, deneyin ve keşfetmeye çalışın; size ne iyi gelir, sizi ne tazeler, sizi ne sakinleştirir, hayata dair motivasyonunuzu ve enerjinizi yeniden yükseltmenize neler yardımcı olur, hayatınızı anlamlı kılan şeyler nedir, işte bunlara verdiğiniz yanıtlar sizin kaynaklarınızdır…
– Müzik, ritim ve dansla bedeninizle uyum ve temas içinde olmayı deneyin. Şarkı söylemenin ve ses çıkarmanın sinir sistemini yatıştırıcı bir etkisi olduğunu unutmayın.
– Mizah da şifa kaynağıdır, bir savunma mekanizmasıdır. Gülmek, kahkaha atmak gevşetir, rahatlatır, bir süreliğine bile olsa kaygıyı ve gerilimi azaltır. Böyle dönemlerde konuya ilişkin karikatürlerin, şakalaşmaların, esprili sosyal medya paylaşımlarının artması hem bir ihtiyaçtır hem de bizi tükenmişliğe ve umutsuzluğa karşı koruyan ve güçlendiren bir enerji kaynağıdır.
– Mesleğiniz, işiniz ve politik gündem dışında da bir şeyler okumaya vakit ayırın. Zihninizin ve ufkunuzun açıldığını fark edeceksiniz. Esneklik ve çeşitlilik, hayatın stresiyle ve mesleğin ağır yüküyle baş etmenize yardımcı olur.
– Alkol kullanmayın, hiçbir uyuşturucu-uyarıcı madde kullanmayın. Sigara kullanıyorsanız bile, en azından böyle bir dönemde arttırmayın, azaltmayı deneyin. Stres, yorgunluk ve uykusuzluk bağışıklık sisteminizi ve direncinizi düşürür, alkol ve her nevi uyuşturucu-uyarıcı madde bu direncinizin daha da azalmasına, rezervlerinizin daha da hızla tükenmesine neden olur.
Salgın hastalıklarda insan psikolojisi nasıl etkileniyor? Nasıl davranışlar sergileniyor?
Hayatta kalmak en temel evrimsel motivasyonumuz. Tehlike ve tehdit karşısında kendimizi korumaya ve hayatta kalmaya çalışmaya programlı canlılarız. Varlığımızı, sağlığımızı ve bütünlüğümüzü tehdit eden her tür dış etken bizim için bir stres kaynağıdır. Hastalık tehdidi ve yaşamsal riskler korku yaratır, bu korku ortamındaki belirsizlikler, asılsız haberler, kulaktan kulağa yayılan şehir efsaneleri ve komplo teorileri ise kaygı yaratır ve insanları paniğe sürükler.
Salgın hastalıklarsa insanları alarm durumuna geçiren büyük stresörlerden biridir. Stres karşısında ortaya çıkan en yaygın üç stres tepkisi, savaşmak, kaçmak ya da donmaktır. Herkesin kendi yapısına, mizacına ve yaşamsal gelişim hikayesine göre stres tepkisi farklı olabiliyor. Bu hastalık salgını karşısında kimi insanların korkuları çok daha yoğun, aldıkları güvenlik tedbirleri azami düzeyde, konuyla ilgili zihinsel meşguliyetleri de aşırı olurken; kimi insanlar riski ciddiye almama, gerçeklikten kaçma, kaçınma ve hatta inkar etme ve yok sayma eğiliminde olabiliyor. Kimi insanlar ise korku ve kaygıdan neredeyse paralize olmuş durumda, yani sağlıklı düşünemez, harekete geçemez halde kalakalmış durumda.
Şunu da belirtmek gerekir ki, insanların stres düzeylerini yükselten ve baş etme kapasitelerini aşan en önemli etkenlerden biri de, Koronavirüs salgınının yakın zamanda yaşadığımız pek çok başka travmatik deneyimin üzerine eklenmiş olması… Şöyle bir düşünecek olursak, yakın tarihimiz özellikle de son birkaç yılımız pek çok doğal afet, kaza, kriz ve toplumsal travma ile dolu geçti… Depremler, savaş, göç, uçak kazası, çığ felaketi, kadına şiddet, çocuk istismarı, intiharlar, küresel ısınma, iklim krizi, hava kirliliği, asit yağmurları, gıdalardaki katkı maddeleri ve zararlı tarım ilaçları, ekonomik kriz, işsizlik ve şimdi de koronavirüs salgını. Hatta bir de çekirge istilası korkusu da eklendi bu kabarık listeye. Bu koşullar altında yaşamaya çalışırken gerçekten iyi olmak, iyi kalmak çok zorlaştı.
Zor zamanlarda ve böyle travmatik olaylar sonrasında belirli tepkiler yaygındır; ve bu tepkiler, “anormal bir duruma verilen normal tepkiler” olarak tanımlanır. Böyle dönemlerde, iç içe geçen pek çok yoğun duygunun yaşanması olağandır; korku, kaygı, panik, kızgınlık, öfke, suçluluk, çaresizlik ve umutsuzluk inişli çıkışlı olarak yaşanabilir. Salgın hastalık haberlerine, hasta ve hastane görüntülerine, ölümlere ilişkin belirli görüntülerin gözün önünden gitmemesi, kulaklarda yankılanması, kötü rüyalara ve kabuslara dönüşmesi yaygın gözlemlenen tepkiler arasındadır.
Şu aralar hemen hemen herkes doğal olarak hastalanmaktan, yardıma ve tedaviye ulaşamamaktan, ölmekten korkuyor. İnsanlar sadece kendi hayatları ve sağlıkları için değil, ailelerinin ve yakınlarının hayatlarıyla ilgili de son derece endişeliler. Böyle dönemlerde stresi arttıran, kaygıları en tırmandıran şey belirsizlik ortamıdır. Herkesin kafasında “peki birkaç hafta sonra ne olacak?” soruları var, aç kalır mıyız, hastalık bulaşırsa tedavi hizmetine ulaşabilir miyiz, okullarda eğitime devam edilebilecek mi, marketler yağmalanır mı, talan, gasp, saldırı gibi riskler ortaya çıkabilir mi, ekonomik sistem ne olacak, sosyal hayatımız ne zaman normale dönecek gibi pek çok soru herkesin kafasında dönüyor… Böyle bir korku, kaygı ve tedirginlik ortamında, tetikte olma hali, şüphecilik, tahammülsüzlük, kızgınlık, öfke de artabiliyor… Uykuda ve iştahta bozulmalar olabilir. Enerjisizlik, ilgisizlik, isteksizlik artabilir, dikkat ve konsantrasyon zorlukları olabilir, bütün bunlar da insanın günlük hayatını sekteye uğratabilir. Sağlık ve güvenlik tedbirleri gereği özen göstermemiz gereken sosyal mesafelenme, ilişkisel düzeyde geçici bir yabancılaşma ve yalnızlaşma getirebilir…
Ebeveyn olarak çocuklara bunu nasıl aktarmalıyız? Nasıl davranmalıyız?
Bu dış gerçeklik hepimiz için yeni bir dış gerçeklik. Dolayısıyla bizim de yetişkinler olarak bilmediğimiz pek çok şey var, bizim için de belirsiz olan çok şey var. Bu nedenle belki de en mütevazı başlangıç, bildiğimiz kadarını, olabildiğince çocukların yaşına ve gelişimsel özelliklerine uygun bir dilde, olabildiğince sade, basit, kısa ve öz şekilde aktarmak. Temizlik ve güvenlik kuralları, hijyen ve el yıkama alışkanlıkları ile ilgili pek çok eğitici video hazırlandı ve sosyal medyada paylaşıldı, tv kanallarında da sıkça paylaşılıyor, bunlardan yararlanmak kolaylaştırıcı olabilir.
Her insanın ihtiyacı olan temel güven duygusu çocukların sağlıklı gelişimi ve işlevselliği için çok daha hayati bir ihtiyaçtır. Deprem gibi doğal afetler, savaşlar ve çatışmalar, kazalar, toplumsal travmalar ve salgın hastalıklar çocukların temel güven duygularını sarsar ve korkularını tetikler.
Çocukları haber bültenlerinden, korkutucu olabilecek haber ve görüntülerden uzak tutmak daha güvenli olacaktır. Travmatik olabilecek görüntülere ve haberlere maruz kalan çocuklar stres tepkileri gösterebilir; bunların başında da korku ve kaygı gelir. Hiçbir yerde kendini güvende hissedememe, kendisine veya ailesine bir şey olmasından ve sevdiklerini kaybetmekten korkma başlıca tepkiler arasındadır. Gece uyuyamama, sıkça uyanma, kötü rüyalar ve kabuslar görme, yalnız kalmak istememe, ani sesler ve hareketler karşısında aşırı irkilme, okulda derslere odaklanamama, akademik başarıda ve motivasyonda düşme, iştahsızlık ve de karın ağrısı, mide bulantısı gibi bedensel yakınmalar çocuklarda oldukça sık rastlanabilen stres belirtileri arasındadır.
Çocuklardaki stres ve huzursuzluk genellikle kendini davranış değişiklikleri olarak gösterir; bu nedenle sinyal niteliğinde olabilecek değişimleri titizlikle gözlemlemek ve zamanında fark etmek önemlidir. Sosyal ve dışadönük bir çocuğun birden sessizleşmesi ve içe kapanması ya da genelde sakin ve uyumlu bir çocuğun birden aşırı hareketli, öfkeli ve kavgacı bir hale gelmesi dikkat çekici belirtiler olabilir.
Çocuklara her zaman gerçeği en sade haliyle, yaşlarına ve zihinsel gelişimlerine uygun bir dille, anlayabilecekleri kısa, öz ve somut bilgilerle anlatmak esastır. Sorduğu zaman, sorduğu kadarını yanıtlamak, sorduğundan fazla ayrıntıya girmemek tercih edilir. Gerçekçi olmaktan uzak vaatlerden kaçınılmalıdır ancak çocuğun ve ailenin güvende olabilmesi için elden gelen her türlü tedbirin alınacağı yönünde çocuğa güven verilmelidir. En önemli şeylerden biri de anne-babaların, aile büyüklerinin ve öğretmenlerin sakinliği ve kontrollülüğüdür. Yetişkinler çocuklar için her zaman birer rol modeldir. Ne söylediğinizden daha çok nasıl söylediğiniz, hangi duyguyu yaydığınız ve ne yaptığınız çocuk için daha belirleyicidir.
Çocuğun kendini, duygularını, ihtiyaçlarını ve korkularını ifade etmesi için cesaretlendirmek, merak ettiği şeyleri ebeveynlerine sorması için desteklemek önemlidir. Böyle dönemlerde aile olarak bir arada geçirilen vakti ve yakın paylaşımı arttırmak iyi gelir. Bir de unutmamak gerekir, rutinler her zaman çocuklara güven verir, iyi gelir. Ailece günlük hayatın rutinlerini mümkün olabildiğince sürdürmek çocuklar için sanıldığından daha rahatlatıcı ve şifalandırıcıdır.
Karantinadan kaçma girişimleri yaşanıyor. İnsanlar neden kaçma davranışına yöneliyor? Ayrıca çalışmaya devam etmek zorunda olan insanlar var, bu konuda neler söylemek istersiniz?
Basite indirgenmiş tek bir neden-sonuç ilişkisiyle bunu açıklayabilmek mümkün değil, çünkü pek çok farklı boyut, pek çok faktör var. Bireysel ve psikolojik faktörler kadar, sosyolojik, politik, ekonomik ve sistemik faktörleri de göz önüne almak gerek. “Evde kal” ve “sokağa çıkma” uyarılarının hepimizin güvenliği ve sağlığı için önemi ve gerekliliği şüphesiz ki tartışılamaz. Ancak evinden çıkmak ve çalışmak zorunda olanlar, çalışmak zorunda bırakılanlar, işten çıkarılma tehdidi ile karşı karşıya olanlar, çalışmaya devam etmezse evine ekmek götüremeyecek, kirasını ve faturalarını ödeyemeyecek durumda olan insanlar ne yapacak? Politik ve sistemik bir çözüm, bir plan ve uygulama hayata geçirilmeden sadece evde kalma gerekliliğini dile getirmek, ve evinde kalmayan-kalamayanlara, çalışmak için sokağa çıkmak zorunda kalanlara saldırganlıkla, düşmanlıkla, alaycılıkla, hiddetle ve nefretle yaklaşmak da kabul edilebilir bir şey değildir, asla olmamalıdır. Toplumun genelinde artan korku ve kaygı hali, kızgınlık ve öfkeyi de arttırabiliyor ve bu da ötekileştirmeyi ve nefret söylemlerini tırmandırabiliyor; bu nedenle böyle zor dönemlerde tutum ve davranışlarda olduğu kadar dilde ve üslupta da dikkatli, duyarlı ve empatik olmak büyük önem taşıyor.
Bu politik ve ekonomik faktörlerin yanı sıra, belki bireysel farklılıklar ve psikolojik mekanizmalar da söz konusu olabilir. Yasaklanan, kısıtlanan bir şeye karşı daha fazla arzu ve istek duymak ve o dürtüyle de bunu eyleme dökmek, sizin sorduğunuz örneklerdeki gibi davranışları açıklayabilecek mekanizmalardan biri olabiliyor bazen. Belki bir diğer boyut da, gerçekliği gözümüzle görmedikçe, kendi yakın çevremizde deneyimlemedikçe ya da ölümle sonuçlanan vaka sayısı artmadıkça bazı insanlar için durumun ciddiyetinin yeterince idrak edilememesi, içselleştirilememesi olabilir.
Zira insan davranışları daha çok davranışın hemen ardından gelen etki ve sonuçlara göre şekillenme eğilimindedir. Oysa ki o gün evden çıkan bir kişinin yaşayabileceği ya da neden olabileceği etki ve sonuçlar hemen o gün ortaya çıkmayacağı, günler sonra ilk etkiler ortaya çıkacağı için, evden çıkma ile virüsü alma ya da virüsü taşıyıp bulaştırma bağlantısı insanlar için kolay kurulamıyor, kolay öğrenilemiyor. Bu basit bir koşullu öğrenme mekanizmasıdır; yani davranışı takip eden ödül ya da cezanın davranışı şekillendirmesi mekanizmasıdır. Bazense gerçeklik, o gerçekliğin yarattığı korku ve kaygı o kadar büyük, yoğun ve ürkütücü olur ki, insanın bununla baş edebilmesinin tek yolu o gerçekliği yok saymak, inkâr etmek ve kaçınmak olur. Bu bir çeşit savunma mekanizmasıdır. Tüm bunlara ek olarak, tabii bir de bilgi eksikliği, rasyonel düşünme ve muhakeme etme zorlukları, empati kapasitesinde sınırlılık, dürtüsellik eğilimi ve otokontrol kapasitesindeki sınırlılıklar da bu durumu yorumlarken göz önüne almak gereken faktörler arasında belirtilebilir.
Salgının yarattığı psikolojik hastalıklar olacak mıdır? Salgın geçtikten sonra bu psikolojik hastalıklar devam edecek midir? İnsanların bu konuda profesyonel yardım alması gerekiyor mu?
Baş etme becerileriniz ne kadar çeşitli ve gelişkinse, aile ve sosyal destek kaynaklarınız ve yakın ilişkileriniz ne kadar sağlam, güvenli ve doyurucuysa, iletişim ve problem çözme becerileriniz ne kadar esnekse, hayatınıza anlam katan iş, uğraş ve amaçların varlığı ne kadar güçlüyse, ve kendinize ne kadar zaman ayırabiliyorsanız, stres verici böyle dış gerçeklerin ve travmatik olayların size etkileri o derece azalır.
Salgın kontrol altına alındıktan sonra ve normal hayatımıza döndükten sonra bizi içsel ve dışsal olarak nasıl bir dönüşümün beklediğini henüz hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz, hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Her şeyin bir anda bir düğmeye basılmışcasına sıfırlanmayacağı muhakkak, elbette bir takım izler, etkiler kalacaktır. Hatta kalacak olan etkiler sadece bizimle sınırlı olmayacak, muhtemelen gelecek nesillere de aktarılacak derin katmanlarda da devam edecektir.
Ancak her zaman göz önünde tutmamız gereken kriter, günlük yaşam kalitemizin, işlevselliğimizin ne derece etkilendiği-etkilenmediğidir. Yani, salgın geride kaldıktan ve hayat az çok normale döndükten sonra bile eğer tüm çabanıza rağmen, hala günlük hayatınızı sekteye uğratan düzeyde etkiler yaşıyorsanız; uyku ve yeme düzeninizle ilgili problemler haftalarca normale dönmüyorsa; tekrarlayıcı görüntüler ve zorlayıcı düşünceler sizi fazlasıyla yoruyorsa, durduramadığınız tekrarlayıcı hareket ve davranışlar, ani irkilmeler, şiddetli kaçınmalar, temizlik ve kontrol ritüelleri günlük hayatınızı etkilemeye devam ediyorsa; kendinizi rüyadaymış, bedeninizin dışındaymış gibi hissediyorsanız, kendinizi boşlukta, duygusuz, tepkisiz ve donmuş hissediyorsanız; ya da ani öfke patlamaları, aşırı kaygı ve panik, huzursuzluk ve yerinde duramama söz konusuysa; hayata dair yoğun bir isteksizlik ve enerjisizlik yaşıyorsanız, o zaman bu belirtileri ciddiye almak ve profesyonel bir yardıma başvurmak faydalı olacaktır…
Son olarak sizin eklemek istediğiniz şeyler var mı?
İnsan denen varlık çok güçlü bir varlıktır; hayatta kalma güdüsü çok güçlüdür. Tarih boyunca insanlık pek çok benzer salgını, krizi ve felaketi atlatabilmiş ve bugünlere gelebilmiştir. Umutsuzluğa kapıldığınızda insanlık tarihine bakmak, gücünüzü yeniden toplamanıza ve inancınızı tazelemenize yardımcı olacaktır. En büyük güç kaynaklarımızdan birinin dayanışma olduğunu da unutmamak gerekir. Yani hayatta kalmak kadar birbirimizi hayatta tutmak da önemli. Hep birlikte, iş birliği içinde, dayanışarak aşacağız bu zor günleri de.