ABD destekli askeri darbeler, demokrasinin asla oturmamasına sebep olurken, solun yükselişine karşı kullanılan siyasal İslamın önünü açtı Türkiye’nin en haşin seçim kampanyalarından biri yaşanıyor. Seçim kampanyası ve savaş, hem ülke içinde hem ülke sınırları dışında iç içe geçmiş vaziyette sürüyor.
Cumhurbaşkanı adaylarından biri hapiste… Zaten hapiste olması abesti… Dünyada bir cumhurbaşkanı adayının politik nedenlerle hapse konduğu ülke konumuna düşürüldü Türkiye.Kâğıt üstünde hayli yüksek bir statü baktığınız vakit.
Dünyanın en önemli askeri ittifakının NATO’nun kuruluşundan olmasa ilk başlarından beri “eşit” üyesi. Avrupa Konseyi’nin “eşit” bir üyesi. Geriye gidersek, Kırım Savaşı’ndan beri Osmanlı da, o zamanın Avrupa konseyinin bir üyesiydi. Bir “Avrupa” ülkesiydi.
NATO’nun kuruluş amacı totaliter dünya nizamına karşı, “demokratik” dünya nizamının savunulması.
Hatta bir zamanlar Ortadoğu’ya yönelik olarak, CENTO Paktı, Uzak Doğu’ya yönelik olarak CEATO ayağı da vardı. CENTO’nun üyeleri Türkiye, Irak ve İran’dı.
Türkiye, demoratik özürlü iken, Irak ve İran, baskıcı kraliyet rejimleri altındaydı.
1958 Irak, 1979 İran “devrim”leri ile CENTO çöktü. CEATO ise, 1975 Vietnam halkının zaferi, ardından peşpeşe ABD’nin savaşı yaydığı Kamboçya ve Laos’un çöktü. Her ikisinin de adı bile hatırlanmıyor artık
İki kutuplu dünya, arada bağlantısız ülkeler hareketinin yükseleceği bir alanın doğmasına da neden olmuştu. Nehru, Nasır, Tito, Ben Bella, Sukarno gibi sömürgecilik ve faşizm karşında verilen savaşlarda yükselmiş liderlere sahipti Bağlantısız ülkeler hareketi. En son Kıbrıs başkanı Makarios katılacaktı aralarına.
İlk darbe Sukarno’ya ve Ben Bella’ya karşı indirildi 1965’de askeriye aracılığıyla. İslam muhafazakarlığı her ikisinde de başarıyla kullanıldı.
Afganistan, yüzyıldır tarafsız bir ülke konumundaydı. İngiliz sömürgeciliğini yenilgiye uğratmış bir ülkeydi. Ülke içinde de farklı etnik toplumlar ve inançlar arasında kurulmuş hassas bir denge söz konusuydu.
ABD desteği ile, dönemin Nasır ve benzeri liderleri gibi yükselen İran lideri Musaddık’a karşı düzenlenen darbe ile genç Şah, İran’ın despot kralı oldu.
Ama 70’lerin dünyasında petrolün sistemi krize sokması ile birlikte, “biti kanlanan” Şah, patronu ABD’ye kafa tutmaya başladığında, Sovyetlerle flörte başladığında, ABD onu kendi kaderi ile başbaşa bırakıverdi. İran devrimi sol eğilim gösterince de, alelacele Türkiye’den sonra Paris sürgününe yollanan Humeyni alelacele getirtildi.
Bir beledan kaçarken ABD, büyükelçiliğinin rehin alınmasına tanık oldu. ABD İran’da çökerken, Sovyetler ise hassas dengesini bozduğu Afganistan’da battı. Hatta bu bütün bir sistemin çöküşünü getirdi.
ABD, Humeyni’ye karşı Saddam’ı itekledi, her zamanki günü kurtarmaya çalışan pragmatik dış politikası ile. Bu da bırakın çökmeyi, Humeyni rejimini kalıcı kıldı. Öte yanda ise Saddam dizginlenemez bir hale geldi.
RTE’nin siyasal çizgisinin dalgalanmalarına bakarken insan ister istemez, İran, Irak ve Afganistan’da neler olduğunu anımsıyor. Bir bela, bir başka belanın, zincirleme belaların önünü açtı.
ABD destekli askeri darbeler, demokrasinin asla oturmamasına sebep olurken, solun yükselişine karşı kullanılan siyasal İslamın önünü açtı.
Tamam, Sovyetleri çökerttiniz ama, ona karşı kullandığınız radikal İslam silahı, sonra bumerang gibi geri gelip İkiz Kulelerinizi, Pentagon’unuzu vurdu. Az daha Beyaz Saray’ı da vuracaktı.
20 yy. başında dünyanın en büyük gücü olan İngiliz imparatorluğu nasıl inişe geçip, iki dünya savaşından sonra dağıldı ise, bugün de ABD imparatorluğu inişte.
Bu birden çöküş olmuyor, çok sancılı süreçler yaşanıyor. İngiliz İmparatorluğu ardında İsrail/Filistin, Hindistan/Pakistan, Kıbrıs gibi hâlâ çözülmemiş sorunlar bıraktı.
ABD imparatorluğunun gerileyişinin, bunu engellemek için izlediği çelişik politikaların ise Ortadoğu’yu nasıl bir kaosa sürüklediği ortada.
Ve Haziran seçimleri, sadece Türkiye’de değil, bütün bölgede zincirleme etkiler yaratacak sonuçlara yolaçacak. RTE kazansa da kaybetse de. Bunlara hazırlıklı olmak gerekiyor.