İbrahim Reisi’nin başında bulunduğu hükümetin İran’da yönetimi devralması ile birlikte rejimin daha katı bir yapıya bürüneceği genel değerlendirme konusuydu. Ki, beklendiği üzere Reisi’nin ilk icraatları da bu fikri besler tarzda olmuş, toplumsal dinamikleri sindirmeye yönelik planlı bir saldırı politikası devreye koyulmuştu. Kuşkusuz, bu saldırıların merkezinde kadınlar olmuştur. Reisi yönetimi muhafazakâr yaşamın korunması, nüfus artışının önemi gibi gerekçelerle kadını eve hapsetme politikasına ağırlık vermiştir. Bunun için sokaklarda rejimin ahlak bekçileri olarak ifadelendirilen milis güçleri çoğaltılmış, hicap takmayan kadınlara dönük saldırılar artmıştır. Özellikle son bir yılda bu kapsamda kadınlara yönelik saldırıların niceliksel olarak sıçrama yaptığı, adeta kadını sokaktan, yaşamın kendisinden alıkoyma siyasetinin had safhada yürürlüğe konulduğu bir süreç yaşanmıştır.
Elbette, rejimin bu saldırıları -özünde yaşamı yaşanmaz kılma çabaları- kadınlar başta olmak üzere toplumda önemli bir tepkinin açığa çıkmasına, bunun birikmesine yol açmıştır. Yer yer bu tepkiler kendisini dışa vursa da deyim yerindeyse patlama noktası, Tahran’da başını kapatmadığı gerekçesiyle rejim güçleri tarafından katledilen Jîna Emînî’yi anma eylemlerinde görülmüştür. Kürt kızı Jîna Emînî’ye sahip çıkma adına Rojhilate Kürdistan’da başlayan ve tüm İran’a yayılan eylemler, bilindiği üzere birinci ayını geride bıraktı. Geçmiş yıllardaki benzer halk hareketleriyle kıyaslanmayacak ölçüde büyüyen ve tüm ülke geneline yayılan eylemler, dönemsel bir protesto hareketi ile karşı karşıya olmadığımızı göstermektedir. Rojhilat Kürdistan-İran toplumu son bir ayda yüzlerce şehit, binlerce tutuklu vermesine rağmen kararlı bir biçimde bu eylemleri sürdürmekte ve sonuca gitmek istemektedir. Dikkat edilirse sokakları, meydanları tutanlar belli bir etnik kesime, sosyal tabakaya sahip insanlar değildir. İrani halkların hemen hepsi -Kürt, Azeri, Beluci, Fars- toplumun her kesiminden yurttaşlar, kadınlar öncülüğünde gelişen bu halk ayaklanmasına katılmakta, ısrarlı bir biçimde taleplerini dile getirmektedir.
Hiç kuşku yok ki, yapılan eylemlerin en belirgin yanı, öncelikle kadınların haykırdığı ve giderek tüm toplumun taleplerinin ifadesi haline gelen ‘Jin, Jiyan, Azadî’ sloganı olmuştur. Elbette, kadınların yükselttiği bu sloganın erkekler tarafından da sahiplenilmesi rejimi korkuttuğu kadar kadınlar başta olmak üzere direnen halklara da büyük bir moral vermiştir. İran gibi teokratik bir yönetimin hüküm sürdüğü bir ülkede bu sloganın yükselmesi hemen her anlamda direnenlere güç vermiş, zalim ve zorbaları da gelecek kaygısına sevk etmiştir. Öyle ki, rejim bu korkunun bir yansıması olarak Kürdistan’da ve Belücistan’da katliamlara başvurarak toplumsal muhalefeti bastırmak istemiş fakat başarılı olamamıştır. Görüldüğü üzere, eylemlerin temposu düşmemiş, aksine artan ve süreklileşen bir karakter kazanmıştır.
Kuşkusuz, bu noktada değerlendirilmesi gereken temel konu halkın öncülüğüne soyunan güçlerin pozisyonu olmaktadır. Rojhilat Kürdistan-İran halkları rejim karşısında belli bir örgütlülüğe sahip olduklarını, ‘neyi, niçin yaptıklarını bildiklerini’ göstermişlerdir. Önemli bir toplumsal zeminin olduğu, eğer işlenirse bugünkünü çok aşan gelişmelerin yaşanacağı görülmüştür. Açık ki, halkın beklentisi, talebi bu olağanüstü döneme cevap oluşturacak bir öncülüktür. Böylesi bir dönemde halk ile olmayanın, halkın yanında yer almayanın öncülük misyonunu kaybedeceği görülmektedir.
Hal böyleyken, son günlerde kamuoyuna da yansıyan ilginç bir tartışma söz konusudur. Deniliyor ki, İran bazı Rojhilatlı partilerden faaliyetlerini durdurmalarını istemekte -ki bu çağrı aleni yapılmıştır- adı geçen partiler de bunu münakaşa etmektedir. Bu partiler KDP desteklidir ve özellikle bu dönemde böylesi bir tartışmanın tarafı olmaları, hiç şüphesiz Kürt kamuoyunda büyük bir tepkiye neden olmakta, öfkeyle karşılanmaktadır. Bugün halk ile olmayanın yarın söz hakkı olmaz diyenler çoğunluktadır.
Buna karşın KODAR-PJAK gibi güçler gelişen eylemleri halkın demokratik tepkisi olarak değerlendirip sahiplenmiş, İran devletine de adım atması çağrısında bulunmuşlardır. Açık ki, bir kez daha Kürt siyaseti ulus devletçi ve demokratik ulusçu diye ikiye ayrılmış, demokratik ulus çizgisini savunanlar önceki örneklerde olduğu gibi direnişten yana tercihte bulunurken, ulus devletçi çizgi sahipleri tarihsel rollerine uygun olarak teslimiyeti seçmişlerdir. Öyle ki, daha öncesinde defalarca yaşandığı üzere bir taraf halka sırtını verip egemenler ile iş tutarken, diğer taraf halk ile birlikte zorlu fakat büyük kazanımlara gebe yeni bir sürecin içine girmiştir.
İşte! KODAR’dan gelen son açıklama tam da bu yeni sürecin nüvelerini bağrında taşımaktadır. KODAR yönetimi son beyanında aynen şunları söylüyor: Şehirlerde halkın özyönetimini hedefleyen meclislerin kurulmasının zamanı geldi. Anlaşıldığı kadarıyla Rojhilat-İran halkları için de artık geri dönülmez yola girilmiş oldu. Bu süreç -hiç kuşkusuz- büyük zorlukları olan, büyük fedakarlıklar isteyen bir süreç oluyor fakat aynı zamanda yeni bir yaşamı, ‘jin, jiyan, Azadî’ devrimine dayalı eşit-özgür bir yaşamı da bizlere müjdeleyen bir mahiyet taşıyor.