Ali Sinemilli
Erdoğan Türkiye’sinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik tehditleri devam ediyor. Hemen her gün bir yetkili yeni bir ‘operasyon’ yapacaklarını dillendiriyor, tarih veriyor. Elbette, bu durumda gözler doğal olarak ABD ve Rusya’nın nasıl bir tavır sahibi olacaklarına kayıyor. Geçmiş deneyimler her iki gücün de çıkarları söz konusu olduğunda Türkiye’ye kapıları sonuna kadar açtıklarına dair fazlasıyla örnek barındırıyor. Fakat son dönemdeki söylemlerine bakılırsa, güya her iki güç de böylesi bir ‘operasyona’ sıcak yaklaşmıyor. Söz düzeyinde her iki ülkeden yapılan açıklamalar bu minvalde.
Peki gerçeklik böyle mi? Sahiden de bu güçler Türkiye’nin adım adım hazırlandığı saldırılara karşılar mıdır?
Bu durumda en sağlıklı veri, sahadan yansıyanlar olabilir. Bilindiği üzere, gerek Şehba-Mınbiç hattına yönelik gerekse de Kobanê’den başlayarak Derik’e kadar olan hatta hemen her gün Türkiye’nin saldırıları oluyor. Ya SİHA’larla ya da tank-top vb. karadan saldırılarla bu alanlar günübirlik olarak hedef alınıyor, insanlar hayatını kaybediyor, yerleşim yerleri büyük zarar görüyor. Kuşkusuz saldırılar bunlarla sınırlı değil. İHA’larla düzenli olarak tüm sahanın gözlem altında tutulduğunu, toplumsal psikolojiyi etkilemeye, insanları buralardan kaçırtmaya dönük özel bir faaliyetin yürütüldüğünü de eklemek gerekir. Hatta esas amacın Rojava devrim topraklarını boşaltmak, bu yapılamıyorsa da daimî bir kriz ve kargaşa havası yaratmak olduğu anlaşılıyor. Özcesi, saldırı olacak mı olmayacak mı tartışmasını aşan, neredeyse her günü savaş içinde geçen bir coğrafya mevcut.
Peki! Bunca tehdit-saldırı karşısında garantör olduğu söylenen devletler ne yapıyor, nasıl bir tutum sahibiler, neden ses çıkarmıyorlar? Rojava halkını, yurttaşları öldürmek, yaralamak, korkutup yerinden yurdundan göçertmek suç değil mi? Öyle değilse neden Ukrayna için bu kadar yaygara koparılıyor ki? ‘Ukrayna ile Rojava arasında fark var, biri Avrupa biri Ortadoğu, Ortadoğu’da bu işler normal’ diyemeyeceğimize ya da açıktan bunu savunamayacağımıza göre, o halde tüm bunlara ses çıkarmak gerekmiyor mu? Açık ki gerekiyor. Çünkü her iki güç de Ukrayna örneğinde görüldüğü üzere ciddi ciddi hak ve hukuktan, toplumların çıkarından söz eder durumdadır.
Belli ki, Ukrayna’da bu kadar üst perdeden konuşan, sözler sarf eden güçler konu Rojava olunca üç maymunları oynamaktadır. Açık ki, bu tutum saldırıları onaylama anlamına gelmektedir. Ki, olup bitenler de zaten bunu doğrular niteliktedir.
Hem Rusya hem de ABD, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye coğrafyasına yönelik bu tarz saldırılarına onay vermişlerdir. Erdoğan- Bahçeli iktidarı buralarda istikrarın oluşmasını engellemek için ne yaparsa yapsın ses çıkarılmayacaktır. Öyle ki, yaşadıklarımız bu konuda özel olarak görevlendirildiklerini dahi düşündürmektedir.
Şunu söylemek mümkün; gerek ABD gerekse de Rusya için Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi sistemsel bir tehdit oluşturmaktadır. Hem yaşanan toplumsal-kültürel devrim hem de yaratılan öz savunma sistemi bütün bu güçler için varoluşsal tehlike olarak algılanmaktadır. Rojava devriminin giderek kurumlaşması, kök salması hemen hepsini korkutmaktadır.
Şüphesiz, devrim her geçen gün daha fazla yerelleşmekte, daha fazla insanı etkilemekte ve bulunduğu coğrafyayı aşarak evrensel bir karakter kazanmaktadır. İşte! Daha şimdiden hem bölgede hem de dünyada insanlığın umudu haline gelen bir hakikat söz konusudur. Tam da bu nedenle çeşitli çelişkileri, farklı çıkarları olsa da kapitalist modernist şemsiye altında bulunan bütün bu güçler doğrudan ya da dolaylı olarak devrimi sınırlama, kontrol altına alma yaklaşımına girmektedir.
ABD ve Rusya’nın başını çektiği blokların Türkiye’nin bu pervasız saldırılarına sessiz kalmasının başkaca da bir anlamı yoktur. Rojava’da oluşan görece istikrar ortamının alternatif toplumsal inşa için muazzam imkanlar yarattığını görüyorlar. Devrimin giderek sınırlarını aşıp dünyalılaştığının farkındalar. Bu nedenle sistemli bir biçimde Özerk Yönetim’i dış saldırılar ile uğraştırma, savunmada tutma siyaseti izliyorlar. Özerk iradenin toplumsal inşa çalışmasına yönelmemesi, bu alanda köklü kurumlaşmalara gitmemesi için ciddi çaba harcıyorlar. Yani gelişen saldırıları durdurmak, engellemek bir yana, kapalı kapılar ardında teşvik ediyorlar, destek veriyorlar. Gidişat bunu daha da ileri götürmek istediklerini gösteriyor.
Elbette, bu zemin yüreği devrim iradesiyle çarpan, onu yaşatmak isteyenlere de daha fazla iş, daha fazla görev yüklüyor. Devrime dönük saldırıların durmadığı, yenilerinin de beklendiği bu aşamada, toplumsal inşaya hız vermek, öz savunma çalışmalarını derinleştirmek hem işgalcilere önemli bir cevap oluşturacak hem de devrimi kalıcı kılacak.