Geçen hafta, coğrafyamızdaki genel durumu yazmaya başlamış, sözlerimi: ‘Peki Güney parçamızın iyi gitmemedeki tek sorunu bu dış müdahaleler mi? Son günlerde gündemi kaplayan Zinê Wertê meselesi sadece ‘dış güçlerden’ mi kaynaklanıyor?’ diye sormuş ve kaldığım yerden devam edeceğimi söylemiştim.
Öyle yapacağım.
Emperyalist bir güç, topraklarınızı, yeraltı ve yerüstü kaynaklarınızı ele geçirmek amacıyla saldırabilir. Karşı koyuşunuz, direnişiniz, gücünüzle orantılı bir durumdur. Püskürtür ya da işgale uğrarsınız. Dünya genelinde, geçmişten günümüze bu başlığa dair yığınla örnek sayılabilir. Ancak bizim Güney parçamızda, her iki işgalci güç oldukça rahat hareket edebiliyor. Gerek ABD’nin bölgede canının istediği gibi hareket etmesine gerekse de Türkiye’nin sınır bölgelerinde ve içeride onlarca üs kurmasına dair en küçük bir karşı çıkış yok bölge yönetimi tarafından. Hatta çanak tutma, destek olma, bazı alanlarda da birlikte davranma var ve bunu da bilmeyen yok.
Sınır bölgelerindeki karakollarda Türk askerleriyle KDP peşmergelerinin birlikte hareket ettiğine dair yığınla görüntü yayınlandı, gördük. Son olarak (Kandil sınırındaki) Zinê Wertê bölgesine bir miktar peşmergenin nakledildiği günlerce bölgenin gündeminde kaldı, halen de öyle. Bölge halkından ve aydınlarından ciddi tepkiler oluştu, genelde de Kürt gazeteci ve aydınları imza kampanyaları düzenleyerek, olası bir gerilim tırmanmasının önüne geçmeye çalıştılar. O güç halen orada bekliyor. Bölge yönetiminin bu girişimine dair epeyce değişik yorumlar yapıldı, yazıldı ve çizildi. Bunları burada tekrarlamayacağım ama tek bir cümle etmeden de geçemeyeceğim. Bu girişim; tek başına yerelin kararı değil ve işgalci güçlerin talepleriyle de oldukça ilişkilidir.
Güney’deki durum ve Zinê Wertê’de olup bitenler ister istemez akla Rojava’yı getiriyor. Neden derseniz, orada, buradaki güçlere yakın yapılar ise birlik görüşmeleri yapıyorlar. Şimdi biraz da oraya bakalım.
Rojava…
Dışarıdan bakıldığında ‘Suriye’de savaş var’ gibi görünüyor. Dillendirmeler, yazmalar çizmeler böyle. Ama gerçek öyle değil. DAEŞ dönemini ve bir iki ayrıntı alanı saymazsanız, savaş ve hesaplaşma, karşılıklı güç gösterileri, alan kapma mücadelesi Rojava’da olup bitiyor. Yani Kürtler’in ve birlikte yaşadıkları halkların olduğu coğrafyada. Yine ‘Koalisyon Güçleri’ diye adlandırılan ve pek de ortalarda olmayan güçleri saymazsanız, bölgede dört dış güç var: Rusya, ABD, Türkiye ve kendine bağlı güçlerle İran.
İçlerinde ‘gerçek anlamda ne yaptığını bilen hangisi’ diye sorarsanız tereddütsüz Türkiye derim. Kuşkusuz emperyal hesaplar, toprak genişletme gibi planları da var ama onun esas hesabı ‘Kürt anasını görmesin.’ Özellikle PYD-YPG önderliğinde oluşacak bir özerk bölge onun için kırmızı çizgi. Bundandır ki, bu yok zamanında, meteliğe kurşun atacak hale gelmişken dahi eğitip donattığı binlerce çete mensubunu ve kendi resmi askeri güçlerini, Rusya’ya verdiği ciddi rüşvet ve tavizlerden sonra ve tüm dünyanın gözü önünde bölgeye yerleştirmeye başladı, işgalini sürdürüyor. İran, daha çok iç taraflarda; Deyrazor’un rejim elinde bulunan kısmında, Halep ve Şam taraflarında güç bulunduruyor. Onun hesabı, Esat rejimini koruyup kollamak, düşmesini önleyerek kendi etrafının iyice kuşatılmasını engellemek. Varlık sebebini biraz böyle değerlendirmek mümkün.
Rusya, (Sovyet dönemi de dahil) Suriye ile güvenlik anlaşmaları olan ve uluslararası yasalar gereği asker bulundurabilecek tek ülke bu dörtlü dış güç arasında. Öteden beri askeri üsleri ve güçleri var. Ancak, destek olmak yerine, babasının çiftliği haline çevirdiği bazı alanları pazarlamaktan geri durmuyor. Esat rejimiyle de dönem dönem sıkıntılar yaşadığı biliniyor. Hava sahasını açarak Türkiye’ye bağlı çete ve askerlerin Afrin’e, İdlip ve çevrelerine girmesinin ve işgalin ana sorumlusu. Arada bir Türk askerlerini ve çete üyelerini bombalamaktan da geri durmuyor. Birçok alanda olduğu gibi Rojava’da da oldukça istikrarsız bir politika izliyor. Ama esas istikrarsız politika ABD’nin izlediği yol. Asla anlaşılır bir politikası yok.
Bir bakıyorsunuz ki ‘Gidiyorum, ne işim var benim buralarda’ açıklaması yapıyor ama ertesi gün yeni yeni planlar deşifre ediyor. ‘Petrol bölgelerini bırakmam’ dedikten birkaç hafta sonra ‘Bütün yabancı güçler Suriye’den çekilmelidir’ diyebiliyor. Bir gün Kürtleri yere göğe sığdıramayan açıklamalar yaparken, ikinci gün gözünün önünde Kürt sivil yerleşim alanların bombalanmasına göz yumuyor. Ondandır ki ABD’nin ne yapacağı, yarından sonraki politikalarının ne olacağı konusunda bir şey söylemek mümkün değil. Bir sabah toplayıp valizini gitse, bu benim açımdan şaşırtıcı bir durum olmaz.
İşte Rojava’daki durumun özet hali buyken, şimdi Kürt gruplar arasında bir birlik çalışması var. Bu çalışma içerisinde onlarca parti ve gruptan bahsediliyor. Rojava’daki Kürt kitle tabanının çok önemli bir bölümünün PYD’li olduğunu neredeyse tüm dünya biliyor. Bunun dışında değişik eğilimli yapıların da olduğunu, bu yapılardan bazılarının, ciddi kitle tabanına sahip olmamakla birlikte Güney partilerinden KDP ile aynı düşünceleri taşıdığı ve onun yönlendirme ve desteğine sahip oldukları da bilinenler arasında. Ancak her şeye rağmen görüşmelerin şimdilik iyi gittiğine ancak bazı sıkıntıların da olduğuna dair duyumlarımız var. Görüşmelerin iyi gitmesini, çelişkiler için çözümler üretilmesini umutla bekliyoruz. Umutlu olmak istiyoruz. Öyle olmak gerekiyor.
Hatta sadece Rojava için değil, tüm parçalar için de birliğin zorunluluğu, bir ulusal kongrenin toplanması, sorunlarımız karşısında el birliği, güç birliği kuşkusuz ki yaşamsal öneme sahip bir durum hepimiz açısından. Ancak, birlik görüşmeleri içinde olan bazı yapıların, sık aralıklarla Türk yetkililerle toplantılar yaptıkları, Ankara ve İstanbul’da ofislerinin olduğu, yukarıda bahsettiğim ‘sıkıntılar’ başlığının ana sebebi. Görüşmelerin bir sonuca ulaşması ve gerçek anlamda bir birliğin önünü açması açısından, tüm grupların, Türkiye’nin Rojava’da olmaması gerektiğine inanması gerekiyor.