3. Dünya Savaşı olarak tanımlanan Ortadoğu’da yaşanan siyasal gelişmeler ve açığa çıkacak sonuçlar önümüzdeki 100 yılı belirleyecek gibi gözüküyor. İnsanlık tarihinde tahminen üç yüz bin yıllık geçmişiyle siyasal, ekonomik ve kültürel olarak insanlığı besleyen Ortadoğu coğrafyası, emperyalist güçler ve yerli işbirlikçileri eliyle kapitalist modernitenin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. Yaşanan savaş ve çatışmaları “modernitenin kültürel ve ekonomik savaşları dönemi” olarak yorumlamak mümkündür. Müdahale Ortadoğu’nun ideolojik ve kültürel yapısınadır. Ve esasta İsrail’in güvenliğini sağlamak için olduğu pek çok analist tarafından da dile getirilmektedir. İsrail’in 7 Ekim saldırısıyla yeni bir boyuta ulaşan üçüncü paylaşım savaşında asıl hedefin İran olduğu bilinmektedir. Suriye rejiminin direnmeden çekilişi, kendi öz gücüne dayanmayan hiçbir gücün dışarıdan gelen destekle ayakta duramayacağını veya destek aldığı gücün politikaları doğrultusunda hareket etmek zorunda olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Suriye’de rejimin direnmeden Halep ve Şam’ı HTŞ’ye teslim etmesinin Rusya, ABD, İsrail ve İngiltere arasında bir anlaşma doğrultusunda geliştiğini hemen herkes ifade etmektedir. Anlaşılan o ki yaşanan gelişmeler Türkiye’nin de bilgisi dahilindedir. Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de TBMM’de DEM Parti yöneticilerinin elini sıkması ve sonraki açıklamaları da bu süreçten bağımsız düşünülemez. AKP-MHP bu süreci içeride Kürtleri oyalayarak, Rojava’da da Kürtlerin kazanımlarına saldırarak Kürtlerin statü elde etmelerini engellemek istemektedir.
2014 yılında da Kürtlere karşı IŞİD çeteleri ile işbirliği yapan Türkiye, Suriye’deki gelişmeleri fırsat bilerek bu kez SMO adındaki çeteler ve orada kendisine bağlı paramiliter güçler aracılığıyla Kürtlere saldırılar gerçekleştirmekte, sivilleri, kadın ve çocukları katletmektedir. Türkiye her ne kadar “Suriye’nin topraklarında gözümüz yok, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz” dese de bunun bir retorikten öte anlam taşımadığını herkes biliyor. 2011’den bugüne Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalenin bir parçası olan Türkiye, Kürtlere karşı sistematik olarak yürüttüğü siyasal ve kültürel soykırım politikasınının bir parçası olarak Kuzeydoğu Suriye’de özerk bölge statüsünü engellemeye çalışmakta, desteklediği cihadist radikal dinci grupları kullanarak Rojava’yı işgal etmek istemektedir. Kürtlerle dostluk kurmak yerine insanların kafasını kesen, halklara, farklı inançlara işkence eden, tecavüzcü çetelerle radikal dinci cihatçı örgütlerle işbirliği yapması AKP’nin nasıl bir ideolojik, politik toplum inşa etmek istediğinin ifadesidir.
Türkiye’nin yürüttüğü Kürt karşıtı politika Türkiye’de yaşanan siyasal, toplumsal ve ekonomik krizi derinleştirme ve Türkiye’yi çatışmanın içerisine çekme riski de taşıyor. Türkiye tüm kaynaklarını Kürtlere karşı yürütülen gizli, açık savaşa harcıyor. Bu da ekonomik krizi derinleştiriyor. Savaşın faturasını da yoksul emekçi halka ödetiyor. Türkiye’de mevcut durumdan çıkmanın yolu barış ve çözüm siyasetidir. Demokratik, özgür, eşit, adil ve refah içinde bir yaşam için barış siyasetine Kürt sorununun barışçıl ve özgürlükçü çözümüne ihtiyaç var.
Ortadoğu’da savaş ve çatışmanın uzun süreceği görülüyor. Suriye’den sonra İran’da çatışma ve savaş olasılığı yüksektir. Bu savaş Ortadoğu halklarının kaderi değil elbette. Kapitalist modernite yarattığı ulus-devlet krizini, savaş, sömürü ve şiddet ile aşmaya çalışmaktadır.
Peki Ortadoğu’da başka bir çözüm mümkün değil midir? Elbetteki mümkündür. Filistin ve Kürdistan halklarının özgürlük sorunu Ortadoğu halklarının eşit ve özgür birlikteliğini esas alan bir birlikle çözülebilir. Bu konuda Sayın Abdullah Öcalan’ın 2010 yılında Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü başlıklı savunmasında ifade ettiği, “Kürdistan’da Kürt sorununun demokratik ulus kapsamında çözülmesi Ortadoğu’daki ulus devlet bunalımına ve ulaştığı çözümsüzlüklere karşı muazzam bir etkide bulunacaktır. Daha şimdiden Irak, İran, Suriye ve Türkiye’deki ulus devletlerin ulaştığı bunalım, çatışma ve çıkmazların anlaşılmasında demokratik ulus çözümü dışında bir olasılık pek gözükmemektedir” değerlendirmesi, yaşanan güncel gelişmeler doğrultusunda en akılcı çözüm olarak önümüzde durmaktadır.
Ortadoğu halkları özgür ve barış içinde bir yaşamı hak ediyor. Dinci, milliyetçi, cinsiyetçi militarist ideolojiler ve yönetimler halkların geleceğini karartıyor. Bu karanlığa karşı direnen Kürt kadınları başta olmak üzere Rojava halkı sadece Kürtlere değil bütün dünyaya umut olmaya devam ediyor. 2014 Kobanê direnişi ve IŞİD’in yenilgiye uğratılması halklara başka bir yaşamın mümkün olduğunu göstermiş, umudun adı olmuştur. Şimdi Kobanê’ye, Rojava’ya saldıranlar bu umudu kırmak istiyor. Umudu diri tutmak ve halklarımızın özgürlüğünü sağlamak için umudun etrafında daha fazla kenetlenmek, Rojava halkıyla dayanışmak, savaşa karşı durmak insanlık görevi olarak önümüzde durmaktadır.