Ortadoğu, Verimli Hilal’in insanlık lehine ilkleri var ettiği tüm yaratı ve kazanımları üzerinden önemli gelişmelere öncülük etmiş olduğu gibi, yine eril zihniyet ve kendini gerçekleştirme süreçleriyle devletli uygarlığın da ilk ortaya çıktığı bir coğrafya olmuştur. Bağlı olarak, hep büyük kazanımların ve kayıpların yurdu olmuştur.
Neolitiğin, hem demokratik hem de devletli uygarlığın erkenden ortaya çıktığı bu coğrafya tüm tarihi boyunca bir çekim alanı olmuş; pek çok etnik, inançsal ve kültürel farklılıkları da bağrında yaşatmıştır. Bu nedenle halkların ortak yaşam alanı olduğu gibi, bölgenin zenginliklerine el koymak isteyen hegemon güçlerin de birbirleriyle sürekli mücadele halinde oldukları, çelişkiler ve çatışmalar üreterek halkları boğazlaştırdıkları bilinen, devletli uygarlık tarihi boyunca sürdürülen ve kapitalizm çağında daha da derinleştirilerek yürütülen bir gerçekliktir.
Farklılıklar varlığın, yani doğanın, bağlı olarak kâinatın aynası olarak kabul ettiğimiz insanın var oluş gerçekliği ve tecelli biçimidir. Erken çağların insanları da yaşam alanları üzerinde doğal kabul edebileceğimiz bir rekabete girmiş ve çelişkiler yaşamış olsa da, eril zihniyet ve kendini gerçekleştirme biçimleri cümle insan ve varlığa karşı bir soykırım sistematiğine evrilmiştir ve küresel bir yıkım süreci biçiminde işlemektedir.
Bu yıkım zihniyet ve pratikleri nefsanî yol ve rızasızlık hali olmaktadırlar. Yani var oluş ve işleyişi biçiminden, “arı sırrından”, yani Hakk hakikatinden, kemaletinden uzak, sürekli kötülük üreten bir zihniyet ve gerçekleşim biçimleridirler. Rıza halinin olmadığı, bu zemin üzerinden bir ikrarlaşma yaşanamadığı sürece toplumsal barış mümkün olamamaktadır.
Suriye’deki gelişmeler üzerinden bakarsak; bölgesel hegemonik güçlerin ve yerel uzantılarının dincilik, cinsiyetçilik ve milliyetçilik üzerinden başta Kürt ve Alevi karşıtlığı üzerinden geliştirdikleri, bütün diğer halk gerçekliklerini de hedefe koydukları, hakikatte araçsallaştırdıkları kimlikleri ve kitleleri de düşürdükleri bir tutum içinde olduklarını görmekteyiz.
Emperyalist güçler ise; bölgesel bağlaşıkları, uzlaşı ve çelişkileriyle bölgeyi sürekli biçimde bir savaş alanı olarak tutmaktadırlar. Zira tahakküm, gasp ve talan için her hegemon merkezin çelişki, çatışma ve ötekilere ihtiyacı vardır. Bedelini ise, görmekte ve yaşamakta olduğumuz üzere tüm mazlumlara ödetmektedirler.
Rusya ve İran destekli Suriye BAAS rejimi son saldırılarla hızlı bir çöküşle sona erdi. Tahakkümcü her güç gibi BAAS rejiminin de demokratik olmadığı bilinen bir gerçektir. Halklar, tüm ezilen toplumsal kesimler ve hakları farklı, yeni bir tahakküm odağının kendini dayatması farklı şeylerdir. Suriye halklarının tüm farklılıkları kapsayan, hak teslim eden, demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi ortak bir yaşamı mümkün kılan bir yönetim biçimine ve bunun gerçekleşmesi için de direnişe hakları vardır.
Şöyle bir durum var ki, hak talep edenin hak teslim etmeyi de bilmesi gerekir. Bir rejimin anti demokratik karakterini gerekçe göstererek hiç kimse daha vahşi bir rejim inşasına destek ve onay talebinde bulunamaz. Eğer bir muhalefetten bahsedilecekse, bu muhalefet demokratik bir öze sahip olabildiği ölçüde meşru olabilecektir. Dünyanın dört bir yanından küresel ve bölgesel hegemon merkezler tarafından toplanıp halkların üstüne salınan katiller sürüsü muhalefet olarak nitelenemez. Olsa olsa Suriye özelinde bölgesel ve küresel güçler adına o halkların demokratik karakterde bir mücadele geliştirmesinin önünü kesen gasp çeteleri olarak nitelenebilirler.
Tüm dünyanın gözleri önünde kitlesel katliamlar, soykırımlar yapan, kadın ve çocukları köle pazarlarında satan canilere üniforma giydirip adını değiştirmekle ne zihniyetleri, ne politika ve pratikleri değişecek ne de yaptıkları ve yapabilecekleri kötülükler unutulabilecektir. Ve tüm bu grupları örgütleyip destekleyen, eğitip donatan, Suriye halklarının geleceğini daha koyu bir diktatörlükle çalan bütün güçler de bu kötülüklerin ortağı olarak tarihteki yerlerini almışlardır.
Bir devlet politikası olarak Kürt ve Alevileri bu kadar ötekileştirip Suriye özelinde de ezmeye, statüsüz bırakmaya çalışan iktidar için, kendi vatandaşı, bu ülkenin gerçekliği de olan on milyonlarca Kürt ve Alevinin gönül bağı gerçekten önemsiz midir? Kürt ve Alevi halklarının rızalaşma üzerinden gelişebilecek ortak vatanda demokratik birlik talebi niçin karşılık bulamıyor? Ortadoğu’yu kan deryasına çeviren küresel güçler ve bölgesel gericilik Türkiye’ye, halklarına dost olabilir mi? Bu kadar kan döken, can yakan güçler Suriye’deki yağmadan Türkiye muktedirlerine pay bırakır mı?
Rojava örneği halkların rızalaşması üzerinden vücuda gelen demokratik bir örnek teşkil etmektedir. Rojava’nın savunulması, yaşatılması hem Türkiye hem de bölge halkları için rızalı-ikrarlı yaşam imkânlarının geliştirilebilmesi, daha aydınlık yarınlar umudunun da büyütülmesi anlamına gelmektedir.
Aşk ile…