Hikmet Acun*
Rojava Devrimi, Kürt devrimci hareketinin 40 yıl boyunca büyük bedellerle biriktirdiği deneyimlerinin ürünü. Devrimin mevzilerini kazdı, savaşını göze aldı. Dahası o savaşı bir deneyime dönüştürdü. O gün geldiğinde de Suriye’de tarihe ve topluma giriş yaptı. Böylece kendini, bir devrimci krizi yürütme ve yönetme içinde yeniden deneyimlemeye koyuldu. Aslında Kürt devrimci hareketi üzerine konuşmaktan önce Türkiye soluna dair konuşmamız gereken şeyler biraz daha yakıcı ve farklı. Rojava Devrimi’nin kendisinin ne olduğundan çok, nasıl sonuçlara yol açtığını konuşursak; bu devrimci durum daha sağlıklı bir biçimde anlaşılabilir. Mesela Rojava’daki devrimci durumun sonuçlarından bir tanesi şu: Rojava geldi bizim oryantalizmimizi yüzümüze vurdu. Yani düşünce sistematiğini Batı kavramlarıyla kurmuş bir Sol olarak boşa düştük.
Batı-Doğu ikilemi
Türkiye’de modernliğin inşasında bir içselleştirme olarak ilericilik ve gericilik, ileri ve geri olma meselesi, gerilimi Türkiye sol hareketini inşa eden temel saiklerden biridir. Bu, Kemalizm’den de bir biçimde sirayet eden bir şeydir. Tarihsel olarak modernleşme projesinin Türkiye’de laisizmle bize pompaladığı şey şuydu; biz Batı’ydık, Batı’ya yakındık, moderndik, modern olacaktık, ilerlemeci- ilerici olacaktık, modern kapitalizmle şayan olacaktık, nihayetinde Doğu ne değilse o olacaktık; dolayısıyla “Doğu toprakları” modernlik dışı, geri alanlardı. Arap dediğin zaman küçümsüyorsun, Türkiye’de nereye gitsen, bir Afganlıyım desen küçümsenirsin, hatta İranlıyım desen -kültür olarak fersahlarca gerisinde olmasına rağmen- sırf Doğu topraklarında olduğu için küçümsenirsin. Doğu karşısında bir “beyaz adam” olma algısı var yani. Bir oryantalizmimiz var. Toplumsal olarak pedagojimizin nasıl şekillendiğine dair ucube olduğumuzu hatırlattı burası.
Türkiye, bölgedeki flu alan
Şimdi mesele şu; peki buradan baktığın zaman Türkiye nasıl görünüyor? Buradan baktığın zaman Türkiye çok flu görünüyor. Türkiye’de yaşayanların, Türkiye’ye baktığı gibi görünmüyor. Çünkü buranın bir ıraklık açısı var, Türkiye’de yaşayanın bir ıraklık açısı yok. Şimdi buradaki ıraklık açısından baktığın zaman Türkiye hiçbir yerde ve hiçbir zamanda. Bu toprakların bir parçası desen, bu toprakların bir parçası değil; kültürel anlamıyla, sosyal anlamıyla, her anlamıyla değil. Batı’nın da bir parçası desen değil. Akdeniz desen o da değil; Gritlilere, Yunanlara İspanyollara, İtalyanlara benzemiyoruz biz. Dönelim Kafkaslara; biz Kafkaslı da değiliz. Balkanları konuşmayalım bile. Biz bir arafız, sadece sanrılarımız var bizim.
Görme biçimlerimiz
Buradan bakınca Türkiye’yi böyle bir resim olarak görüyoruz. Bir ara bölge, bir araf. Şimdi bu soru bize muazzam bir şekilde bir cevap üretiyor. Türkiye sol hareketi 40 yıllık deneyimini niye bir çıta yukarı taşıyamadı, neden kendini daha üst düzeyde kuracak yollara giremedi sorusunun bize sadece cevabını değil, şeceresini de veriyor. Bu meselenin Cumhuriyet projesiyle inşa edilmiş bir kültürün, algının, görme biçimlerinin yani kendimizi görme biçimimizle ilgili bir sorun olduğunu gösteriyor. Onun için zaman zaman diyoruz; biz orta sınıf siyasetçiliği yaparken üst kentlerde “lay lay lom” işler yaparken, bizim bir zamanlar, bir biçimiyle dokunduğumuz, dikiş tutmaya çalıştığımız yoksul semtleri, alt kentleri İslamcı hareketler kuşattı derken tam da bu meseleyi anlatmaya çalışıyorduk. İşte bizim sadece hangi sınıfın saiklerine sahip olduğumuz değil, aynı zamanda Batı-Doğu arasında araf olmamızın da aslında çetelesini Rojava geldi önümüze koydu.
Bölge devrimciliği
Biz nasıl bir bölgedeyiz, bizim siyasi, kültürel coğrafyamızın adı nedir üzerinden kendimizi göremedik. Bir Batıcılık, batıdan referanslarını arayan sol bugünün solunu oluşturdu. Bütün dökülmelerimizin, başarısızlıklarımızın, her başımızı kaldırdığımızda devletten yumruk yiyip, üç adım geriye doğru düşmemizin en temel nedenlerinden bir tanesi budur. Bu durumumuz solu ciddi anlamda tutarsızlaştırdı, istikrarsızlaştırdı. Sürekliliğinin yitimine neden oldu. Bir köprü bölgedeyiz biz. Biz Türkiyeli devrimciler değiliz, biz; Balkanlardan Lübnan’a bir bölgenin devrimcileriyiz. Şimdi kendimizi son 40 yıllık süreçte buradan inşa etseydik, Lübnan’dan Balkanlara kadar olan geniş alanda bir devrimci netwok, bir bölge devrimciliği ve hareketleri yaratabilseydik, onun deneyimi çok başka olacaktı. Türkiye çok başka, daha üst düzeyde mücadele biçimlerinin merkezi olacaktı. Kürt devrimci hareketinin bugüne kadar kat ettiği deneyimin çok fazlasını üretebilecekti.
Rojava’nın hakikati
Devrimci krizler zincirleme gelecekti. Örneğin bugün AKP diye bir parti iktidarda olamayacaktı. Tüm bunlar üst düzey restleşmeler olacaktı. Üst düzey restleşmeler de üst düzey örgütler doğuracaktı. Üst düzey gelenekler ve üst düzey örgüt biçimleri açığa çıkacaktı. Daha da önemlisi Doğu-Batı diyalektiği kurulacaktı; buraların zengin deneyimleri evrenselleşecek ve başka kıtalara akacaktı. İşte Rojava bize Türkiye’nin ve bölge devriminin ne olduğunu getirip önümüze koydu. Kaldı ki Rojava devriminin halen şöyle bir gerçeği var, onu da söyleyelim; Rojava devrimi henüz artçılarını dünyaya yansıtmadı, mantıksal sonuçlarını yayamadı daha. Henüz halen savaş üzerinden konuşulmaya devam ediliyor, bundan dolayı sonuçları daha çarpmadı. Bu ihtimal var. Ama bundan sonra hiçbir güç, Rojava devriminin çarpacağı yerlerden kurtulamaz. Onun deneyimlerinin yaratacağı sonuçlardan kurtulamaz. Onun gelenek olarak yarattığı cesaret, cüret, yeni bir toplum yaratma bilincini kolay söküp atamaz. Rojava’nın böyle bir tarihsel rolü var. Rojava hakikati bu! Bu hakikatin bir diğeri yönü de; Türkiye solu istese de, Rojava’dan sonra bu sol olamayacak. Ölmez kalırsak, çok sürmez görürüz. Türkiye soluna çok daha başka, mevcudun aklının, fikrinin, zikrinin yetmediği yerlerden, başka dinamikler giriş yapacak. Bu yeni devrimci güçlere birlikte tanıklık edeceğiz.
Devrimin toplumsal yönü
Devrim, yani eski toplumdan, alışkanlıklarından, yaşama biçimlerinden, yeni bir topluma çıkış; oldukça karmaşık ilişkilerin düğümlendiği bir an. Toplumu anlamak için ideolojinin soyut alemine değil, gerçekliğe tosladıkça devrimi öğreniyorsun. Kendini sınıyorsun. Ama devrimler keyifli bir yolculuktur, bunu tadıyorsun, yaşıyorsun. İdeolojinin soyut dünyasından, hakikate iniyorsun. Rojava devriminin bir başka yönü, mesela çok sıkıştığımız anlarda zorlanıyoruz ama o sorunu bir çözüme kavuşturmak zorundasın. Mevcudu değiştirmek zorundasın, yerine bir şey koymak zorundasın, insanları buna katmak zorundasın. Çünkü bu hayat sorunu. Sıkıştığımızda çok kez, “Galiba Rus devrimcileri de bizim yaşadıklarımızı, tartıştıklarımızın benzerlerini yaşadılar” diyoruz.
Böyle anlarda tarihi tekrar çağırıyorsun, senden önceki deneyimlere genel geçer bir sorun olarak değil, hayatın ve dönüşüm süreçlerinin bir sorunu olarak bakıyorsun. Çok somutun içinden kurulan bir tarih ilişkisi bu. Çünkü tarih, senin zamansallığının içinde bir deneyim olarak geliyor. Mesela kooperatifleşme projeleri yürütüyorsun; gelip halkın imkansızlığına tosluyorsun. O halkın kolektif bilinçaltına tosluyorsun. Dönüp dünyadaki kooperatifçilik hareketlerinin deneyimlerine bakıyorsun. Senden önce yaratılmış her deneyim, senin için oldukça kıymetli bir hazineye dönüşüyor. Hakeza üretici güçleri yeniden kurmak zorundasın. Bir civatanın ne kadar kıymetli olduğunu, ustalığın ve bilginin ne kadar kıymetli olduğunu somutun ve hayatın içinde deneyimliyorsun. Eğitimin önemini, yetişmiş ve kalifiye emeğin ne demek olduğunu üretim yapmakla karşılaştığın anda öğreniyorsun. İktidarın kışkırtıcılığının ne olduğunu, bürokrasinin ne olduğunu, iktidarın baştan çıkarıcılığının ne olduğunu; devlet olmaya meyletmenin kötü potansiyellerinin nerede gizli olduğunu somutta görüyorsun. Bununla nasıl mücadele edeceğini öğreniyorsun.
Bir bakıma “insan”ı deneyimliyorsun. Kendini, sınırlarını, yeteneklerini, hangi güçlere sahip olduğunu tecrübe ediyorsun. Her devrim bir süreçtir, kendi adını, kendi koyar. Elbette Rojava’da sosyalist devrim iddiası yok. Meclisler, komünler, yerel yönetimler, özerkleşmiş kentler, kent meclisleri, kadın örgütleri; bunların hepsi toplumsal inşanın önemli kaldıraçları ve yeni deneyimleri. Bu deneyimlerin nasıl bir yol alacağını biraz deneyim, biraz zaman, biraz da buradaki devrimci güçlerin aklı gösterecek. Ve bunlarla birlikte demokratik bir üretimin, demokratik bir ekonominin, paylaşımcı bir ekonominin inşası büyük öneme sahip.
Kooperatif mi komün mü?
Bu bakımdan şimdi kooperatif ekonomisiyle, komün ekonomisi ayrı yürümeye başladı. Kooperatif ekonomisi halkı ortak ve dayanışmacı bir üretime katma süreci olarak işletilecek. Faizsiz krediler, tohum, gübre, mazot desteği, pazarlama desteği bu kooperatiflerin ihtiyacına sunulacak. Daha yoksul, topraksız kesimden insanlar için tamamıyla kolektif emek ve üretim üzerine kurulmuş işletmeler, çiftlikler komünler üzerinden yürütülecek. Sağlıkta ücretsiz sağlık hizmetlerini toplumun tüm kesimlerine yaymak için çalışmalar yürütülüyor. Koruyucu halk sağlık sitemini kurmak için yoğun çaba var. Hakeza eğitimde de; demokratik eğitimle birlikte yetkin eğitimin gelişmesi için de yoğun çabalar var. Üniversiteler hızla çoğalıyor. Meslek okulları açılmaya başladı.
Rojava’ya bakma biçimi
Rojava’ya ‘yamuk bakanlar’, uluslararası güçlerin ilişkilerine baktıkları için, buradaki devrimci dinamikleri ve çabaları göremiyorlar. Buradaki devrimin bu güçlerden azade yürüdüğüne inanmak istemiyorlar. Bakın ben bir örnek vereyim şimdi size: Bizim oryantalistlerimiz Brezilya’daki Topraksızlar Hareketi’ni överler, severler. İspanya’dakilerini severler, överler, deneyimlerini severler, överler. Yunanistan’daki anarşistleri severler, överler. Çünkü oralar “ilerici dünya”nın deneyimleri ve Batı! Oysa Rojava’da dünyada hangi hareketten olursa olsun; ister otonomist, ister Marksist gelenekleri de içeren ama onlara başka deneyimler katan farklı bir kesen oluşuyor. Bakın son yıllarda postmarksistlerin de çok tartışma konusu yaptığı “çokluk” gibi, “radikal demokrasi” gibi, “doğrudan demokrasi” gibi bir sürü moda kavramlar dolaşımda ve tartışılıyor ama hiç kimse Rojava’yı -ben sosyal medyadan yayınlıyorum- merak edip de sormuyorlar. Somut bir örnek vereyim: Biz bir hafta önce Rojava Ziraat ve Tarım Üretici Birlikleri’nin konferansını yaptık. Bütün Rojava delegeleri geldi. İki gün sürdü.
1. gün değerlendirmeler yapıldı, 2. gün Ziraat Kanunu yazıldı ve onaylandı. Konferansın yapıp kabul ettiği kanunları, parlamento ya da hükümetin veto etme yetkisi yok. Eski sosyalist demokraside ne vardı? Halk parlamentosu vardı, kanunu o yapardı. Bakın ilk defa parlamento dışında toplumsal yapılar kendi yasalarını, kendileri yapıyor. Bu bir özerkleşme, iktidarın sürekli parçalanmasıdır; yeni bir deneyim. Belki de dünyada bir ilk deneyim. Evvelki hafta federal kooperatifler birliğimizin konferansı vardı. Aynı şekilde yapıldı. Kooperatifler Kanu’nu yeniden yazıldı. Tartışıla tartışıla yazıldı. Bu deneyim çok kıymetli bir deneyim. Rojava’da inşa surecinde bu her şeyin özerkleşmesi sağlanacak.
Giderek her şey özerkleşecek. Özyönetim oturtulacak. Her şehirde en üstte bir şehir meclisi, altında mahkemeler, belediyeler, asayiş ve istihbarat dahil olmak üzere bütün güçler kent meclisine bağlı hale geliyor. Kadın ekonomisi ve örgütleri tamamıyla özerk. Kadınlar kendi kaderlerini tayin noktasında önemli yol kat etti. Artık kent yönetiminin üzerinde merkezi bir güç olmayacak. Buna TEV-DEM de dahildir. Her kent ekonomisini ve üretim düzenini kendi özerkliği içinde yürütecek. Yani gerçekten bir ‘halka gidiş’ söz konusu. Bu deneyimler, bir aklın ve pratiğin inşası, az deneyim değil.
Sorunlar da var ama…
Diğer yandan sorunlarımız var, ciddi sorunlar. Örneğin kadroların devrimci inşaya uyum sorunları var, henüz çalışma yöntemleri tam oturtulamadı. Ama esas mesele bundan fazladır. Biz de Rojava’yı, devrimi, eski toplumdan çıkışın ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Savaş gerçekliği ortada. Rojava’yı yalnızlaştırma, ambargo, AKP’nin işgal tehditleri, uluslararası güçlerin çekişmeleri ortada. DAİŞ’in toprak hakimiyeti sıfırlandı ama Suriye rejimi ile henüz bir mutabakata varılamadı. Toplumun Baas’cılıktan gelen alışkanlıkları var, geleneksel olarak üretimle bağları çok zayıf. Toplumun üretim becerileri zayıf. Kalifiye emek savaşla birlikte Rojava’yı terk ettiği için insan kaynakları boşluğu var. Bunlar devrimi zorlayan meseleler. Hızlı müdahale etmemiz gereken yerde, hızlı müdahale edemiyoruz. Mesela sosyal politikalar geliştirmekte çok geri kaldık. Savaş çok yıkıcı, savaşın toplumsal anlamda büyük yıkıcılığı var. Gıda tedarik etmek büyük sorun oldu. Konut bir sorun, eğitim, sağlık, başlı başına bir sorundur.
Savaşın getirdiği iç göçlerle birlikte yoksullaşma başlı başına bir sorun. Dış güçler başlı başına bir sorun. Devrim bunların ortasında yol almaya çalışıyor. Ve bunlar yokmuş gibi davranamazsın, geri çekilemezsin, erteleyemezsin, hayatın gerçekliği buna izin vermez. Yani savaşın sosyal alanlarda yaratmış olduğu ağır sonuçları hafiflese de, sürüyor. Diğer yandan etnik, ulusal, dinsel farklı toplumsal gruplar var. Bazen buralardan çıkan sorunlar oluyor. Ama çözülüyor. Haseke ve Qamışlı gibi yerlerde halen rejimle birlikte “ikili iktidar” var. Zaten devrimler böyle imkansızlıklar içinde kendi kurucu rolünü oynayarak gelişiyor. Bu durum Rojava’ya has değil. Bütün devrimler eski toplumdan çıkış arayışı olarak, eski toplumun yıkıntılarını aşarak yol alma hakikatiyle varoluş koşullarını yaratmaya çalıştı. Bakmasını ve anlamasını bilene Rojava Devrimi büyük imkanlar ve deneyimler sunuyor. Bu devrim nereye gider? Onun cevabı hâlâ tarihin içinde ve buradaki öznelerin iradesinde gizli. Yaşayanlar bunu görecek…
* Türkiyeli bir devrimci olarak dört yıldır, Rojava’da kuruluş çalışmalarına katılıyorum.