Yaklaşık 3 yıl kaldığı Kandıra 1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi’nden tahliye olan HDP eski Milletvekili Ferhat Encu, kendisine verilen cezanın Roboski Katliamı’nın gündemleştirilmesine karşı duyulan öfkeyle bağlantılı olduğunu belirtti.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Şırnak Milletvekili Ferhat Encu, 14 Haziran’da serbest bırakıldı. 4 Kasım 2016 tarihinde HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ında aralarında bulunduğu HDP’li seçilmişlere yönelik yapılan operasyonda tutuklanan Encu, 15 Şubat 2017 tarihinde tahliye olduktan 2 gün sonra savcılığın itirazı üzerine 17 Şubat’ta tekrar tutuklanarak Kandıra 1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. “Örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla 3 yıl 9 ay 10 gün, “İl idaresi kanuna aykırılık” suçundan ise 10 ay hapis cezası verilen Encu’ye toplam 4 yıl 7 ay 10 gün hapis cezası verildi. Encu’ye verilen ceza İstinaf Mahkemesi tarafından 19 Ekim 2017 tarihinde onaylandı.
Cezası bitmesi ardından kaldığı Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nden tahliye olan Encu, Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Berivan Altan ve Deniz Nazlım’a konuştu.
Hukuksuz bir şekilde 4 Kasım darbesi sonrasında tutuklandıklarını hatırlatan Encu, o tarihte yaşadıklarını şöyle anlattı: “4 Kasım 2016 yılında tek bir merkezli değil farklı farklı yerlerde gözaltına alındık. Farklı farklı yerlerde gözaltına alınıp, hızlı bir şekilde tutuklandık. Bugüne kadar bayağı bir uzun zaman geçti. Gerek karşılaştığımız hukuksuzluklar, mahkemelerde hakim ve savcıların tutumları, haklarımızda oluşturulan fezlekeler daha önce söylediğimiz gibi sürecin siyasi olduğunu bu gün bir kez daha söylüyorum.
‘Teşhir ettiğimiz için alındık’
Tabii ki o süreç çok zorlu bir süreçti. Hatırlıyorsunuzdur Kürdistan’ın birçok yerinde sokağa çıkma yasakları ilan edildi ve şehirlere tankla topla girildi. Birçok sivil insan yaşamını yitirdi. İnsanların evi barkı yıkıldı. Göç etmek zorunda kaldı. O süreçte HDP vekilleri olarak bizde elimizden geleni yapmaya çalıştık. Yaptığımız işler o dönemin iktidarı tarafından iyi karşılanmadı. Oradaki halklarla birlikte mücadele eden ve oradaki haksızlıkları, hukuksuzlukları ifade eden tüm legal siyasetçilere operasyon yapıldı. Oradaki mücadelemiz karanlık olan politikanın hiçbir hukuki ve insani gerekçesi olmayan politikaların ifşası doğrultusunda mücadeleydi. Bu yüzden bir yönelimle karşılaştık. HDP’nin varlığı aslında istedikleri politikaların hayata geçirmesi konusunda büyük bir engelledi bu engelin kaldırılmasını düşünerek, bir yönelim gerçekleşti.”
Roboski mücadelesine duyulan kin
Roboski halkının sesi olarak Meclis’e geldiğini vurgulayan Encu, özellikle cezalandırılması üzerinden Roboski halkına bir mesaj verildiğini söyledi. Encu, şöyle devam etti: “Benim cezalandırılmam şüphesiz Roboski üzerinden okunabilir ancak sadece Roboski değildi. Geçmişte Kürt halkına yaşatılan, saldırılar, hukuksuzluklar zorla köylerden göç ettirme politikalarının devamı Roboski Katliamı’dır. Aslında tüm Kürt halkına verilmiş bir mesaj var. Roboski Katliamı günün konjonktürü açısından önemlidir. Çünkü o dönemde bu kadar açık ve planlı bir şekilde yapılmış bir katliamın ifşası, mücadelesi çok daha farklı bir boyuttaydı. Bu yüzden AKP iktidarı ve yönetimini çok zorladı. Halkın direnişi, talepleri onların siyasi anlamda zorladı. Roboski halkının mücadelesi bu katliam gerçekleştirenler hakkında soruşturmaların açılması, davalara dönüştürülmesi, kirli politikaların deşifre edilmesinde büyük önem taşıyordu. Mücadeleyi yürüten ve bu mücadeleni belli bir aşamasına gelen Roboskililere karşı farklı bir kini vardı. Bu kin de benim şahsımda açığa çıktı.”
Siyasetçilere yapılan operasyonun bir sindirme politikasının devamı niteliği taşıdığını dile getiren Encu, “Çözüm sürecini bitiren karanlık el maalesef, legal ve demokratik siyasete bu şekilde bir yönelim gerçekleşti” dedi.
70 günlük tecrit
Encu, serbest kaldıktan iki gün sonra yeniden alınmasını ise şu sözlerle değerlendirdi: “İlk cezaevi deneyimim oldu. Alınıp, bırakılmamla iki cezaevi deneyimim oldu. Hatta ben bu süreçle ilgili ‘cezaevine iki kez düştüm’ diye espiri yapıyorum. Cezaevi’ne ilk girdiğimde 4 Kasım tarihinde İstanbul’da gözaltına alındım. İstanbul’dan araçla Ankara’ya, Ankara’dan özel jetle Şırnak’a götürüldüm. Tutuklanma ardından helikopterle Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan İstanbul’a getirildim. İstanbul’dan da ring aracıyla Kandıra 1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi’ne götürüldüm. 70 güne yakın bir tecrit durumu yaşadım. Tamamen arkadaşlardan izole bir hayat yaşadım. Oradan sonra siyasi tutukluların yanına geçtim. Farklı bir atmosfer söz konusu. İnsanların tutsak edilerek, özgürlüğünün elinden alınması, zorlu şartlarda mücadele yürütmelerine tanıklık ettim. Başlı başına, her saniyesi, her dakikası bir direnişle geçiyor. Orası aynı zamanda hem direniş, hem de zihinsel, ideolojik olarak insanların kendilerini geliştirdiği, hayata bakış açısında perspekiflerin oluştuğu bir alan olarak da bakmak gerekiyor.”
Cezaevinde rehabilite anlayışına karşı farklı bir yaşam örüldüğünü ifade eden Encu, “Orada insanlar kendi devrimci kişiliğini ortaya koyup, haktan, doğrudan, demokrasiden yana bir tavırla devrimci bir yaşam biçimi örgütlemeye çalışıyorlar. Çok sıcak bir ortamdı. Arkadaşların duruşu, onlarla olan iletişim ve sohbet çok verimli geçiyordu. Kadın arkadaşlarla camın arkasından dahi olsa el kol hareketiyle sesimizi birbirimize duyurmaya çalışıyorduk. Sürekli bir moral üstünlüğü ve coşku içerisinde geçiyordu” diye belirtti.
‘Hasta tutsaklara yaklaşım bizi zorluyordu’
Örülen yaşamın yanı sıra cezaevinde birçok hak ihlali ve hukuksuzluğa şahitlik ettiğini sözlerine ekleyen Encu, özellikle yoğun bir psikolojik işkence yönteminin kullanıldığını aktardı. Tutukluların tedavi haklarından sohbet haklarına, görüş haklarından telefon haklarına kadar birçok sorunla karşı karşıya kaldıklarını belirten Encu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hukuka uymayan politikaların her gün hayata geçirilmek istendiği rutin aramalar adı altında insanların kişiliğine saldırı gerçekleştiği bir hukuksuzluk yaşıyorduk. Bizi en çok hasta tutukluların sevklerinin yapılmaması ve yapıldığı takdirde ise tek kişilik ringlerin dayatılması zorluyordu. Kelepçeli götürülmesi bizi en çok zorlayan durumlardan bir diğeriydi. İstediğimiz yayınlara, kitaplara, radyolara, gazetelere el konulması gibi çok sayıda hukuksuzlukla karşı karşıya getirildi. En ufak bir direniş disiplin sebebi yapılarak, infazları yakılıyordu. Genel sıkıntılar dışında şahsıma yönelik farklı farklı yaklaşımlarla, provoke edici tutumlarla da karşılaştım. Ancak farklı durumların gelişmesine izin vermedim.”
’10 ay fazladan kaldım’
Hukuksuzluk olarak 10 ay fazladan cezaevinde kaldığını vurgulayan Encu, “Hukukta aldığım cezanın denetimli serbestlik kısmına geçilmesi gerekmesine rağmen izin verilmedi. Farklı siyasi tutuklularla kaldığım gerekçesiyle ‘örgüt üyeliği’nden berat etmeme rağmen ‘örgüt üyesi olduğuma’ dair cezaevinde rapor hazırlandı. Bu şekilde gerekçe oluşturarak, çıkmama engel oldular. İnfaz hakimliğinden lehime kararlar verilse de yukardan gelen talimatlarla engellenerek, hukuksuzluk devam ediyordu. Propagandadan ceza almışım, ama kaldığım odadan kaynaklı örgüt üyesi olduğumu iddia ediyorlardı. Sevkimi istedim bunu da engelliyorlardı. Oluşturdukları algı bu yönlüyleydi. En son cezamın bitmesine iki ay kala yaptığım başvuru kabul edildi” diye konuştu.
Açlık grevindeki irade
Cezaevi’nde kaldığı süreçte PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlayan açlık grevlerine yaptığı tanıklığa da dikkat çeken Encu, şunları ifade etti: “Özellikle açlık grevi döneminde çok yoğun bir duygusallık yaşandı. Sayın Leyla Güven’in başlatmış olduğu açlık greviyle birlikte birçok cezaevinde açlık grevlerinin başlaması, insanların bedenlerini ölüme yatırmaları ve her gün tutukluların bedenlerinin erimesi insan açısından zor bir süreç oluyordu. Her gün yanınızda arkadaşlarınızın erimesini görüyordunuz. Aynı zamanda kararlılık ve iradeyi görünce mücadelenin ne kadar haklı olduğunu, mücadelenin mutlaka büyük bir zaferle sonuçlanacağına kanaat getiriyorsunuz. Bu mücadelenin içerisinde olmak istiyorsunuz. Bir rol almak istiyorsunuz. Her arkadaşın istekle, inatla bu mücadele içinde yer almayı talep etmesi hakikaten çok insanı duygulandıran bir durum.”
İmralı’dan gelen mesaj
Açlık grevleri devam ederken 12 Ocak’ta Mehmet Öcalan’la yapılan görüşme sonrasında adım adım gelişen görüşmelerin cezaevinde yankılarını da aktaran Encu, şunları dile getirdi: “Sayın Öcalan’ın ailesiyle görüşmesi aslında mücadelenin yavaş yavaş zafere doğru gittiğinin bir göstergesi olarak daha çok moral veriyordu. Daha sonra avukat görüşmesi ve gelen ilk mesaj açlık grevindeki arkadaşlar açısından müthiş bir moral oldu. Zaferin yakın olduğu ve mücadelenin zaferle sonuçlanacağına dair umutları pekiştirdi. Faşizme karşı, faşist bloğun dağıtılacağına dair kararlılık ve irade daha da bir üst boyuta ulaştı. İmralı’dan gelen mesaj ve selamla birlikte insanların gözlerinin içinin parladığına şahitlik ettim. Haklı bir mücadele içerisinde oldukları ve direnişe olan inançlarının pekiştiğini gördüm. Cezaevinde aslında insanlar moral, direnç ve iradeyle ayakta kalıyor.”
Açlık grevinin bitirilmesine dair avukatların yaptığı açıklamanın cezaevinde de heyecanla beklendiğini anlatan Encu, devamında şunları söyledi: “Herkes Sayın Öcalan’ın kendilerine dair mesajlarını bekliyordu. Bir yerde annelerin mücadelesi, ailelerin tutukluların diyalogları, telefon görüşmeleri, ölüm oruçlarında olan arkadaşlara dair kaygılar da vardı. Açlık grevinin bitirilmesi konusunda mesaj gelmesiyle birlikte mücadelenin zafere yaklaşmanın duygusu bütün tutsaklarda oluştu. Özellikle önder olarak belirledikleri kişiden mesaj gelmesinin onların ruhlarında oluşturduğu duygu değişimi çok farklıydı. Onlarda yaşattığı gurura bizzat tanıklık ettik.”
‘Herkesin düşünmesi gerekiyor’
İmralı’dan gelen “demokratik siyaset”, “toplumsal uzlaşı” mesajına dair de konuşan Encu, söyle konuştu: “Şüphesiz Kürt sorunu çok tarihi geçmişi olan bir sorun. Geçmişte de yaşadık, şimdi de yaşıyoruz. Kürt sorununun şiddetle, inkarla ve imhayla çözülmediğini bir kez daha gördük. Bu sorun ancak demokratik siyaset, toplumsal uzlaşı, eşit haklar temelinde, insanların kendilerini ifade edeceği ortamların oluşmasıyla, hak ve özgürlüklerin alanının genişletilmesi, samimi bir yüzleşmeyle çözüleceği herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Fakat maalesef bu gerçeği günümüzün egemenleri, iktidarları kabul etmek istemiyor. Çünkü bu gerçek onların işine gelmemektedir. Sürecin nasıl bittiğini, kimlerin bitirdiğini, Dolmabahçe mutabakatında sonrasını tanımayan bir iktidar ve egemen anlayışla karşılaşıldı. Hemen akabinde masanın devrilmesi ve Kürdistan ve Türkiye’de gelişen şiddet olayları, toplumu geriletme ve demokratik siyaseti ortadan kaldıran bir süreç yaşandı. Bu kadar acılar yaşanmasına, hukuksuzluklar yaşanmasına rağmen Sayın Öcalan’ın 2013 Newroz bildirgesine atıf yapması, aynı konumda olduğunu söylemesi hakikaten çok önemlidir ve önemsenmesi gerekir. Bu politikanın hayata geçmesi için mücadelenin en üst durağa çıkarılması her devrimci insanın vazifesi ve görevidir. Ülkemizde yaşananlara bakıldığında ortada herhangi bir yönetim anlayışı olmadığını görmekteyiz. Sadece Kürtler değil, bu toplumda ülkede yaşayan herkesin durup, düşünmesi gerekiyor. Barıştan demokrasiden, adaletten, haktan, hukuktan yana tavır belirlemesi gerekiyor. Sömürüye karşı durmak, direnmek, mücadele etmek gerekir.”
Encu, son olarak cezaevi sürecinde kendisini yalnız bırakmayan ve yanında olan tüm kesimlere teşekkür etti. Cezaevinde en önemli şeyin dışardan gelen mesajlar olduğunu hatırlatan Encu, “Gelen mesajlar bizi hayata bağlayan, mücadeleye bağlayan güzel duygular ve dayanışma içeriyordu” dedi.