Kapitalizm Avrupa merkezli gelişmelerle tarih sahnesinde yerini almış, tahakkümünü milliyetçi ideoloji ve ulus devletle inşa etmiş, Osmanlı sermayedarları ve elitlerinde ise İttihatçı gelenekle somutlaşmış, bu klikler Türk-İslam sentezi denen ideolojik motivasyonla tek tip iktidar alanı inşasına odaklı politikalarını pratikleştirmiştir. Hakikatte Türklük de İslam da tarihsel gerçekliğinden koparılarak birer ideolojik tahakküm aracı biçiminde yeniden kurgulanmıştır. Hukuki, inzibati, iktisadi, eğitim vb. tüm kurumsallaşmalar bu ideolojik motivasyonla karakterize edilmiş, toplumsal tabana dayatılarak ideolojik manipülasyon ve tahakkümü gerçekleştirmek için her türlü imkan kullanılmıştır. Bu tahakküm ideolojisi ve kurumsallaşmasından beslenen asalak bir sınıf dışında, hakikatte Türklük de geniş toplumsal kesim anlamında Sünni dindar kitleler de manipüle edilerek adeta esir edilmiştir. Bu politika ve pratikleriyle yaşanan tarihsel süreç ve trajediler aydınlar tarafından epeyce tartışılmış ve gözler önüne serilmiş, yaşamakta olduğumuz süreçlerle bağı da ortaya konulmuştur.
Halihazırda tahakküm, azami düzeyde talan ve gaspı mümkün kılabilmek için alabildiğince merkezileştirilip derinleştirilmiş, ülke iktidar klikleri ve bağlaşıkları için dikensiz gül bahçesine dönüştürülürken ötekileştirilen halklar, kadınlar, gençler ve bir bütün olarak ezilen sınıflar için adeta cehenneme çevrilmiştir. Beyaz ve yeşil faşist iktidar klikleri, aralarında birçok çelişki ve çekişmeler olsa da Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana ittifak halinde olmuşlardır. Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisi gereği olarak da siyasal İslamcı iktidar kliği her dönem ülke yönetiminin bağlaşığı ve ortağıydı.
Siyasal İslamcı klikler, küresel ölçekte yaşanan konjonktürel durum ve emperyalist politikalar, Türkiye iktidar kliklerinin stratejik, taktik ve dönemsel politikaları, talan ve gasp yarışının yarattığı çürüme sonucunda iktidarı ele geçirerek kendini devletleştirdi. İktidarını kalıcı kılmak, pekiştirmek ve azami sömürü için tek tipçi politikaları derinleştirerek ötekileştirilenlere, ezilenlere cehennemi bir yaşamı dayatmakla yetinmedi, beyaz faşist kliğin elindeki sermaye ve olanaklara da el koymaya başladı.
Bütün bu gelişmelerin klasik devlet yapılanmalarının sermaye önünde engel teşkil ettiği gerekçesiyle neoliberal politikalarla tasfiye sürecine konulmasıyla bağını da vurgulamak gerekir. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinde de devlet eliyle milli bir burjuvazi yaratılıp güçlendirilmesinden sonra devletin iktisadi alanı özel sermayeye devri esas alınmaktaydı. 12 Eylül faşist darbesiyle bu politikanın önü iyice açılarak hayata geçirildi. Sonrasında yaşanan ve yaşanmakta olan KİT’lerin ve faaliyet alanlarının özel sermayeye devri ve ele geçirme, gasp süreçleri ve çekişmeleri bilinmekte, hâlâ devam etmektedir.
Bu gelişmeler Alevilerin de içinde olduğu tüm ezilenler için daha fazla baskı, sömürü ve zulme yol açarken, içeride iktidarını, dışarıda ise yayılmacı politikalarını siyasal İslam üzerine temellendiren iktidar bloku tek tipçi politikaları ve ötekileştirici dili zirveleştirmiş, yayılmacı politikalar ve Kürt karşıtlığı nedeniyle başta Suriye ve Irak’ta insanlık suçları işlemekte tereddüt etmeyen gruplara fiili destek ve himaye sağlamış, ülke Ortadoğu’yu kana bulayan bu yapıların nefes borusu ve lojistik üssü durumuna getirilmiş, selefi zihniyet ve örgütlenmeler Türkiye’de zemin bulmuş ve kan dökmeye başlamıştır.
Bu fiili durumlar Aleviler açısından artı risk ve baskılanma anlamına gelmekte, tehlike derinden hissedilmekte, sürece cevap olabilecek ufuk ve örgütlülük biçimlerine sahip olunamaması ehvenişer arayışlarına, kısa erimli düşünmeye, Yol’un temel düsturlarından sapmalara neden olabilmektedir. Seçim gündemli tartışmaların geniş kitlelerimizdeki yansısı buna örnektir. Bu sıkışmışlıktan biraz olsun kurtulmak, bir nefes alabilmek için bir diğer iktidar kliğinin yedeğine düşme, toplumsal tabanına eklemlenme eğilimi görülebilmektedir. Oysa seçimler süreci uzun erimli demokratik bir mücadelenin safhalarından biri olarak görülmeli, Yol’un temel düsturları üzerinden akıl, gönül ve el birliğine ulaşarak demokratik bir yaşamın inşa sürecine katkı sunulmalıdır.
Tek tipçi resmi ideolojinin gerek yeşil gerekse beyaz versiyonları, onların iktidar örgütü olan partileri demokratik bir program sunmamakta, toplumsal haklarımızı tanımamakta, saygı göstermemekte, asimilasyon ve şiddet politikalarını terk etmemekte, tek tipçi politikalara teslim olarak asimilasyona boyun eğmeyi dayatmaktadırlar. Yol’umuza ve toplumsal hakikatimize bağlı olduğumuz sürece böyle bir biat mümkün değildir, aksi tutum yok oluşu kabullenmek anlamına gelmektedir. Toplumsal sorunlarımız ne bu seçimle ne de kısa vadede çözümlenemeyecektir. Tarihsel-toplumsal hakikatimizle buluşmak, demokratik mücadeleyi büyütmek tek seçeneğimizdir. Demokratik bir cumhuriyet; toplumsal varlığımız ve akıbetimiz, haklarımız, ülkemizin tüm halklarıyla barışık yaşamamız ve azami hakça paylaşım için bir zorunluluktur. Bunun yolu, yöntemi ise talep ve önermelerimizle demokratik mücadelenin iradi ve aktif bir bileşeni olabilmektir.
Seçimler süreci toplumsal duyarlılık ve dikkatin de yoğunlaştığı dönemlerdir. Alevi örgütlülüğü gerek toplumsal özelimize gerekse tüm ülkeye dair talep ve önermelerimizi Yol’un Razılık-Rızalık ilkesi üzerine temellendirerek öz, özet biçimde, yalın bir dille maddelendirip ısrarla gündemleştirmeli, geniş toplumsal kesimlerimizin bilincinde yer etmesini sağlamalıdır. Yol’un bağlayıcılığı ve temel ilkeleri üzerinden oluşacak ufuk ve duruş evrensel, barışçı ve direnişçi bir nitelikte olacak, hak ve özgürlük mücadelesi veren tüm canlarla kalıcı müttefiklik ilişkilenmesi ve demokratik yaşam mücadelesiyle yaşanabilir yarınlar inşa edilebilecektir.
Aşk ile…