Esrik bir çöl rüyası. Kocaman bir vaha ve içinde bölük pörçük seraplar. Bu çağın serencamı, gelecekten buraya bakma manzarası, bu kadar vahim. Kaldık içinde ama neyse ki güneş var, imtihanımız şüphesizdir. Zaten teselli yıllarca beklediğin bir yerden gelendir, gelecektir.
Tövbeler olsun beklentilere ve bizi oralardaki uçurumlara sürükleyen umutlara. Bir kendimiz bir de eylemimiz var bu dünyada, bir de başkalarının dünyasında. Öteki çare, beriki fırsat, hepsi daniska. Budur bizi bir yerden istediğimiz yere götürecek. Başka çare yok ve zaten kitap kapaklarında afiş gibi duruyor: Çare sizsiniz.
Evvelden günümüzün içine sızan sızıları def etme imkânı da mekânı da yanı başımızda. Hatta bazı coğrafyalarda tam da içimizde. Onlarla dolaşıp, onlara tayinler bahşederiz. Dünya bu, çok büyük sanılanın aksine bir insan beyni kadar küçük. Gördük, yaşadık, şahit kaldık. Ötesi zaten hayat, ki kendisi dünyadan daha büyük.
Biz çok eskimiş alışkanlıklar, irite edildiğimiz davranışlar, dibine sürüklendiğimiz duvarlar, biz eskimiş alışkanlıklar da kediler gibi miyav, köpekler gibi havlar. Başka hayvanların sesini de taklit edebiliriz çünkü hepsinden öğrendiklerimizle geldik ta bu günlere kadar.
Uzun sürmüş bir aşk, beraberinde önümüze sürdüğü uzun sürmüş bir ayrılık. Özgürlük denilir, zulüm de okunabilir. Tanımlamalarla yaşanılanlar aynı teraziye sığmıyor diye bir gerçek gelecek sınırsız bir hapishaneye tıkar insanı. Tam da oradayız, hem de o vakitlerde. Sırrımıza bir ayna gerek, alkışlarla ıslıklar gerek. Bizim bu ahvalimize her şeyden birçok şey gerek ve hepsi de müstahak.
Keşkelerin depreminde birer enkaz gibi duruyoruz orta yerde. Biraz daha acı, biraz daha kaybetmek için iç geçiriyoruz ve birileri hıçkırık sanıyor. Evet, rivayettir, kimselerin inanmadığı her şeylerin debdebesinde kavruluyoruz. Ve bu kimsenin tanık olmak istemediği bir gerçeğimizdir. Biz bize diye bir cümleye sığamayacak ibretlik bir yalnızlık. Oradayız artık.
Biraz daha, dibi keşfedilmemiş bir kuyu kadar mesela. Biraz daha alçaklık ve beraberinde ihanet. Sonra kabahat gibi biraz sonuçsuz vaat. Serpilsin işte hayallerimize ve rüyalarımıza. Sonra kaldığımız gibi, bırakıldığımız yerden devam edeceğimiz bir hayatı hapsedeceğimiz bir dünya. Reva ve riya dilediği yerde dövüşsün ve artık alkış sırası bizde, bizim için.
Yıllardır son adımlarla geldiğimiz burası kimin fetih saltanatı? Kaybettiklerimiz, unutmamak için her sabah uyanıp sayıkladıklarımız. Hepsini düşünüp bir cümle düşürüyorum: Bize bir dünya ve başka türlü geçen bir zaman lazım. İçinde sıkıldıkça başka bir dışarıya gidecek bir kapı da açmak lazım. Ahvalimizi anlatmaya, hatırlamaya ve unutmaya çağlar lazım.
Akıp giden bir zaman, seyre daldığımız bir mekân, hepsinin ağırlığı altında kıvranan biz insan. Yeter dediğimiz yerlerde bir fidan ekelim, bıktık dediğimiz bir yerde bir çiçek koklayalım. Her şeyin dışına savrulduğumuzda ise bir ağaca sarılalım, olmadı bir taşı alıp öperek cebimizde taşıyalım. Ehemmiyet, tedbir ve uçurum hep bizimle, beraber dolaşım. Zaten dünya artık bizi umursamadan dönüyor.
Son bir anahtar, sonun başlangıcını açacak bir kilit ile baş başayız. Suç çok, ceza ondan daha zalim. Çevirelim bakalım elimizdeki anahtarı, belki kapı açılır, belki de kapı değiştirir. Olsun, inadımız var oldukça şanımız kuşaktan kuşağa devreden ve zalimlere musallat olan bir kâbus olur.
Elimizde bir rüya, bir de bir kabus var; uyusak da uyanacağız.
Haftanın kitap önerisi: Bernard-Marie Koltes, Roberto Zucco / Ezgi Coşkun, Mitos Boyut Yayınları