‘Restorasyon’, seçim sonrası Türkiye’yi bekleyen dönem hakkında sıklıkla kullanılan bir terim oldu. Oysa kültür bakanlığı inisiyatifiyle mimaride son dönem karşımıza çıkan restorasyon örnekleri bile bu terime itiraz etmeyi gerektiriyor. İnsanlığın binlerce yıllık mirası olan eserler, AKP beton çağı restorasyon taşeronları marifetiyle birer ucubeye çevriliyor. Ama terimin modern siyasi tarih içindeki soy kütüğü de Türkiye yakın tarihinde kazandığı anlamlar da sosyalist düşünceyle kan uyuşmazlığı içinde olduğunun göstergeleridir. Modern siyasi tarihte Fransa’da Napolyon sonrası kurularak 1830 devrimine kadar süren meşruti monarşi döneminin adıdır. Hegel’e ‘tarihin sonu’ ya da mükemmel sentez fikrini ilham eden bir yeniden uzlaşma hamlesidir: ancien régime ile devrim arasında bir uzlaşma, aufhebung ya da sentez durumu. Genç Hegelcilerin (ya da Hegelyan solun) temel itirazı da buradadır. Bunlar arasında genç Karl Marks, restorasyonu da önceki Termidor dönemi gibi arızi bir karşı devrim girişimi olarak okudu. Ters durmakta olan Hegel’i ayakları üzerine oturtma görevini felsefenin önüne koymasının en önemli nedenlerinden biri, sağ Hegelcilere sirayet etmiş bu restorasyon şakşakçılığıydı.
Bunun, benzerlerine sıkça rastlanan felsefi akıl yürütme anlaşmazlıklarından biri değil, Marksizmin ayrı bir felsefi proje olarak ortaya çıkışının ilk adımı olduğunu biliyoruz. Hakeza, sonraki gelişmelere bakıldığında Hegel’in tarihin motorunu istop ettiremediği, genç Hegelcilerin ve en çok da Marks’ın haklı çıktığı görülüyor. Prusya devleti de Fransız restorasyonu da kendilerini ezeli ve ebedi ideal siyasi sentezler olarak kuramadılar; tarihin seli onları da sürükleyerek akışını sürdürdü. Adeta Heraklitos mezarından doğrulmuş, aynı suda iki kez yıkanmaya kalkışan restorasyon hamlesinin büyüsüyle yoldan sapan Hegelcilere diyalektiğin temel kuralını hatırlatıyordu.
Restorasyon, yani geçmişin kurumlarını onararak ya da kopyalayarak geleceğin inşa edebileceği yanılgısı, felsefi anlamda Hegel’i yeniden ters çevirme anlamına gelirken siyasal anlamda ise Termidor, hatta karşı-devrimden pek farklı bir hayal değil. Bu nedenle de Türkiye’nin yakın tarihinde muhafazakar sağ tarafından kullanıma sokulmuş olması rastlantı değil. Ahmet Davutoğlu, dışişlerinde görevli olduğu andan başbakanlıktan düşürülünceye kadar geçen süre boyunca bu terimi sıkça telaffuz ederek Türk siyasal jargonuna sokan kişidir. Muradı, postmodern çağda Osmanlı’nın ihyasıdır. Aynı kafa, Hamidizm’in ihyası şeklinde Erdoğanizm’de de sıkça tezahür eder. Osmanlı Ocakları’ndan televizyon dizilerine, kurumların, cadde ve sokakların yeniden adlandırılmasına, saraydaki saykodelik merasimlere kadar birçok resmi ve yarı-resmi pratikte izlenebilir.
Yakın zamanda, restorasyon terimine ‘sol’ literatürde de rastlar olduk. Bu sol-restorasyoncuların muradı ise Erdoğan’ın devirdiği Kemalist rejimin ihyasıdır. Aslında bu restorasyon ideali de, adı konmamakla birlikte Cumhuriyet mitinglerinde, Sözcü ve Cumhuriyet gibi medya organlarında sıkça dile getirildi; okul kapılarında siyah önlük giyerek ‘andımız’ okuyan kelli felli ulusalcılar, milli bayram merasimlerini polis engeline rağmen azimle icra eden emekli albaylar, sosyal medyada adının başına TC koyanlar gibi çeşitli özneler tarafından siyasal pratiğe aktarıldı.
Şimdi bizim sol-restorasyoncular ‘muradımız bu değil’ diye itiraz ederse sorulacak çok soru var: Peki neyin restorasyonu? Milli eğitim mi? Siyasette Genelkurmay tahakkümü mü? Kürt kimliğinin inkârı mı? DGM’ler mi? Sistematik işkence mi? Liste uzayıp gider. Restorasyon, bir orijinal ya da ideal form, geçmişte yaşandığı farz edilen bir ‘altın çağ’ olmaksızın anlamı olmayan bir terimdir. Böyle bir şey varsa ne olduğu (Artemis heykeli gibi) ve restorasyon fiilinin mahiyeti (kopmuş kolunu yapıştırmak, ya da üzerine bir kat orijinal boya atmak gibi) açıkça belirtilmelidir. Bu açıklık olmadığı sürece restorasyon kafasının ‘Cumhuriyet mitingleri’ kafası olduğundan başka bir şey anlaşılmıyor. Restorasyon bir ideal olarak sorunlu olduğu kadar bir analitik araç olarak da kullanışsız.
Millet İttifakı’nın neyi restore edeceğini araştırdığımızda, Türk-İslam muhafazakarlığıyla karşılaşırız. AKP rejiminin sorunu, yüz yıllık cumhuriyetle uyuşmazlığı nedeniyle 150 yıllık Türk-İslam sentezi dengesini İslam lehine bozmuş olmasıdır. Millet İttifakı, bu dengeyi yeniden sağlama vaadini sunuyor. Böylelikle, bu coğrafya üzerinde Sünni Müslüman bir ulus-devlet yaratma projesi çerçevesinde şekillenmiş olan ‘tarihsel blok’un restorasyonu vaadini sunuyor. Milli, İslami ve Kemalist bileşenlerine bakınca başka bir şey görünmüyor. ‘Milliyetçi cephe’ zamanını bilen kuşakların, adında ‘millet’ bulunan bir ittifaka aşırı umut yatırımı yapmaları mümkün değil.
Yine de seçimler sonrası içine girilmesi muhtemel sürecin Erdoğanist tahribatı durduracak kısmi bir onarım/tadilat içermesi kaçınılmaz. Millet İttifakı, bize asıl olarak başkanlık sistemi yerine çoğulcu bir parlamenter sistem vaat ediyor. Bununla birlikte kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğünün yeniden tesisi gibi vaatleri var. Bunlarla birlikte; tutsak Kürt siyasetçiler başta olmak üzere siyasi tutsakların serbest bırakılması ve düşünce ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınması gibi acil demokrasi talepleri, Emek ve Özgürlük İttifakı tarafından öncelikli olarak yükseltilmiş ve seçimlerde destek karşılığında bunların karşılanacağı güvencesi alınmış olsa gerekir.
Sonuçta, seçim sonrası yeni bir dünya kurulmayacak, eski dünya zemininde Erdoğanizmin yarattığı tahribat onarılmaya çalışılacaktır. Antonio Gramsci’ye referansla yakın gelecek, interregna (fetret devri) olarak adlandırılabilir. Bu, “eskinin öldüğü ve yeninin henüz doğmadığı” bir evredir ve içinde “geniş bir hastalıklı semptomlar manzumesini” de açığa çıkaracaktır. Aslında, daha seçimler yapılmadan erken hastalıklı semptomlar bir bir kendini göstermeye başladı. Yavuz Ağıralioğlu’nun geçtiğimiz günlerde sarfettiği sözler; sağıyla ve soluyla Millet İttifakı bileşenlerinin önemli bir kesiminin Kürt halkı ve Kürt siyaseti hakkındaki derin ve gerçek fikirlerinin dışavurumudur. Tarihsel dinamiklerin yönü ise, Sırrı Sakık’ın bu sözlere cevaben söyledikleridir: “Herkes haddini bilecek; bizim küçük hesaplarımız yok. Biz bu sistemi değiştireceğiz… Biz 100 yıllık Cumhuriyeti değiştireceğiz.”