Kimyada asit ile bazları birbirinden ayırmanın en basit yöntemi turnusol kağıdıdır. Turnusol kağıdının aldığı renge göre bir maddenin asit veya baz olduğu anlaşılır. Bu basit yöntemle asit ve baz bakımından bir maddenin niteliği belirlenmiş olur. Keşke turnusol kağıdı gibi insanların da niteliğini belirleyen bir yöntem veya araç olsaydı diyesi geliyor insanın. Böylece kimin ne olduğu anlaşılmış olurdu. Gerçekten böyle bir şey olsaydı insanlar ve toplum olarak tüm sorunlarımızı çözmüş olur muyduk bilinmez ama bununla gerçeğini gizleyen, olanı farklı gösteren ve daha açık bir deyimle yalan söyleyen durumları ortadan kaldırarak önemli bir sorunu çözeceğimiz kesindi. Özellikle zamanımızın dünyasında gerçeği gizlemek, olanı farklı göstermek, kendini de olduğundan faklı göstermek çok çok artmıştır. Yani sahtekarlık ve yalan diz boyudur. İşler de büyük oranda sahtekarlık ve yalan üzerinden yürütüldüğüne göre bu ciddi bir meseledir. Dolayısıyla bunu ortadan kaldırmak çok önemli bir iş olsa gerek. Ama aslında turnusol kağıdı gibi basit bir yöntem olmasa da insanların da niteliğini belirleyen şeyler vardır. Bunlar yere ve zamana göre farklılık gösterirler ama her yer ve zaman için vardırlar. Bu şeyler (olgular) insanların turnusol kağıtlarıdır.
İnsanlar için söz konusu edilen turnusol kağıtları insanların hakikate olan yaklaşımıdır. Hakikat; gerçekliği, vicdan ve adaleti, aynı zamanda insanın doğal olma durumunu ifade eder. Bir kişi hakikate doğru yaklaşırsa, yani hakikati görürse, o vicdan ve ahlak sahibidir, aynı zamanda adaletlidir. Yok eğer bunu yapmaz da hakikati görmezden gelirse o zaman bu özelliklerle çelişir. İnsanlar hakikati görmezden gelebilir, ama o zaman adaletli ve vicdanlı olamazlar. Doğallıklarını da yitirirler. Böylece zararlı olurlar. İnsan gerçeğini/niteliğini belirleyen işte bu kavramlardır. Daha doğrusu bu kavramlarla dile gelen gerçekliklerdir. Bunları önemsemek gerekiyor. Çağımızda bilim adına bu kavramlar üzerinde fazla durulmayarak çokça hafife alındılar; fakat (bireysel veya toplumsal olsun) gerçek yaşamımız bunlarsız olmuyor. İnsanların yaşantısını belirleyen, ona doğrultu veren bu kavramlardır. Hakikat dediğimiz insanın oluşturduğu gerçeklikler ise bu kavramlara ruh/hayat verirler. Bunlar olmadan söz konusu bu kavramlar kendi başlarına bir anlam ifade etmezler. Yani yaşamda tekabül ettiği bir gerçeklik olmadan salt soyut bir gerçeklik olarak adaletli olmanın bir anlamı veya karşılığı yoktur. Adaletli olmak mutlaka toplumsal gerçekliğe işaret etmek, bir başka deyişle adaleti sağlayıcı bir eylemde/düzeltmede bulunmak biçiminde olabilir. Mesela mazlumun hakkını teslim etmeden veya yanında durmadan adaletli olunamaz. Elbette böyle yapmadan böyle olduğunu söyleyenler vardır ki, zaten biz de bunun olmaması gerektiğini belirtmeye çalışıyoruz. Bunun için bizim bugün burada ve diğer her yerde turnusol kağıtlarımızın ne olduğunu belirlememiz ve buna göre kendimize ve herkese yaklaşmamız gerekir. Peki bunu yaparsak değişim yaratabilir miyiz? Yaratabiliriz, zira hakikat somutlaştırılırsa, hakikati örten perdeler kaldırılırsa bunun insanların bakışı, yaklaşımı ve eylemleri üzerinde büyük etkisi olur. Hiç olmazsa kendimiz doğruyu görür ve kavrarız. Bu bile kesinlikle küçümsenmemesi gereken bir gelişmedir. Çünkü son derece doğru bir şekilde söylediği gibi yaşam bir mücadeledir. Yani toplumsal değişim ve gelişmeler mücadeleyle olur. Mücadele edenler -ama gerçek anlamda mücadele edenler- her şeyden önce geçeği erkenden kavramış insanlardır. Değişim bu insanların başlattığı mücadelenin yaşadığı gelişmeyle olur.
Şimdi son bir haftadır yaşananlardan ötürü Filistin sorunu gündemdedir. Filistin halkının maruz kaldığı haksızlık ve yaşadıkları acı o kadar fazladır ki, tüm dünyanın ilgili olduğu bir konu haline gelmiştir. Eskiden bu daha fazla öyleydi. Filistin sorununa olan yaklaşımla herkesin ne kadar doğru, vicdanlı, adaletli olduğu belirlenirdi. Son birkaç on yılda herhalde liberal ideolojinin veya tüketim toplumunun gelişmesiyle bu konuda bir gerileme oldu. Şimdi eskisine göre daha az ilgi görüyor. Elbette bunun başkaca nedenleri de vardır. Fakat ortada duran bir gerçeklik olarak Filistin sorunu ve Filistin halkının mücadelesi, Ortadoğu’da ve dünyada, önemli bir yere sahiptir. Filistinliler bir turnusol kağıdıdır. Filistin gerçeğine olan yaklaşımla insanların ne olduğunu belirlemek mümkündür. Özellikle bu sorunlar doğrudan ilgili olan Yahudiler, Araplar ve diğer Ortadoğu halkları açısından öyledir. Aslında dünya açısından da öyledir. Hele ki, aydın, entelektüel vb. toplumun bilinçli kesimleri açısından bu daha fazla geçerlidir. Başta sosyalistler olmak üzere demokrasi güçleri için hakeza öyledir. Çünkü bu onların varlık sebebidir. Filistin halkının gerçeğini görmeden, haklı mücadelesinin yanında olmadan doğru ve adaletli olunamaz. İsrail’de doğru olmanın, adaletli olmanın, insan olmanın ölçüsü Filistin halkına, Filistin halkının haklı mücadelesine doğru yaklaşmaktır. Filistinliler için, diğer ülkelerde yaşayan Araplar için de bu doğru ve geçerlidir. Tabi bu durum Ortadoğu’da yaşayan bizler için de geçerlidir. Aydınlar, entelektüeller için de böyledir. Bu gerçeği görmeden ve geçeğin tarafında yer almadan aydın, entelektüel olunabilir mi? Elbette olunamaz. Fakat bu durum en çok da İsrailliler için geçerlidir. Çünkü bu hakikatin ortaya çıktığı ve yaşandığı coğrafya orasıdır. Oradan dışarıya doğru açıldıkça gerçeği gizleme, olanı faklı gösterme ve kendini de olandan farklı gösterme durumu artabiliyor. Bu bakımdan gerçeğin en yalın hali İsrail’dedir. Orada gerçeklikten kaçınmak veya gerçeği tersyüz etmek çok daha zordur. Tüm dünya Yahudilerini buna katmamak için İsrail dedim. Çünkü Yahudilerin tümü İsrail’de yaşamıyor. Bu kesimlerin sorumluluğu dünyadaki diğer insanların sorumluluğu kadardır.
Filistin’deki durumu bu haliyle yeniden gündem yapan Hamas’ın yaptıklarına rağmen komünist partinin ve emek blokunun tutumu ve belirttikleri son derece önemlidir. Bu durumun başta mevcut yönetim olmak üzere İsrail devletinin izlediği politikaların sonucu olduğu ve Filistinlilere yönelik şiddet tutumuna kesinlikle girilmemesi gerektiğini belirten bir tutum ortaya konuldu. Zira Hamas’ın yöntemi son derece yanlıştı ve Filistin düşmanı faşistler, milliyetçiler bunun üzerinden toplumda bir hassasiyet oluşturdular. Bununla katliam ve soykırım planlarına gerekçe yaratmaya çalışıyorlar. Bu sorunun mahiyeti ve İsrail toplumunun psikolojisi de düşünüldüğünde, böylesi bir durumda böyle bir tutum içerisinde olmak çok ama çok önemlidir. Demek ki büyük bir cesaret ve gerçeğe olan inanç vardır. Yoksa bunu yapmak kolay değildir. Fakat öyle de olsa gerçek olan, doğru olan budur. Eğer bunu görmeyen bir yaklaşım içerisine girilseydi milliyetçilerle, şoven, gerici, faşist vb. olanlarla bir farkları kalmazdı. Bunun dışında ne kadar iyilik, erdem sahibi olurlarsa olsunlar gerçek anlamda sosyalist, doğruluk sahibi, adaletli olamazlardı. Nitekim Filistin gerçeğini görmeyen, inkar eden veya karşı olanlar da kendilerine bir sürü erdem, iyilik, doğruluk sayabiliyorlar. Peki gerçekte bunlar öyle midirler? Filistin halkının haklı davasının yanında olmayan bir İsrailli erdem sahibi, iyi, doğru görülebilir mi? Elbette bu olamaz. Bu tıpkı Yahudi soykırımına karşı olmayıp da kendini doğru gören bir Alman’ın durumuna benzer. Böylelerinin çok olduğu bilinmektedir. Fakat bunların hiçbiri hakikat olamadılar ve tarih tarafından mahkum edildiler. O zamanın Almanları için doğruluk Yahudi soykırımına yaklaşımla ölçülebilirdi. Şimdiki İsrailliler için doğruluk Filistin halkına yaklaşımla ölçülebilir. Tabii ki her zaman insanın niteliğini belirleyen birçok şey vardır. Bu anlamda gerçeği tekleştirici, daraltıcı yaklaşımlara girmekten kaçınmak çok önemli ve gereklidir. Ama önemli olan insanın gerçeği çıplak biçimde ortaya koyan, deyim yerindeyse tüm perdelerden, maskelerden arındıran olgularla yüz yüze kalması ve bunun karşısında ortaya koyduğu tutumdur.
Türkiye’nin de turnusol kağıtları vardır ve bunların başında Kürt sorunu gelmektedir. Türkiye’de Kürtlere ve Kürtlerin haklı mücadelesinin yanında yer almayanların doğru, adaletli, vicdanlı, aydın ve hele sosyalist olmaları mümkün değildir. Bu olmadan başkaca ne kadar erdem veya doğruluk sahibi olunursa olunsun bunlar gerçeği ifade etmezler. Maalesef bu tür yaklaşımlar çokça olmaktadır. Aslında bu tür yaklaşımların da toplumsal ve psikolojik temelleri vardır ve üzerinde genişçe durulmayı gerektirir. Fakat özetle belirtirsek bu yaklaşımlar gerçeği gizleme ile suçu/günahı hafifletme duygularının tezahürüdür. Bazen her iki duygu iç içe de olabiliyor. Fakat nihayetinde gerçeği perdeleme, gizleme rolü görüyor. Bu rol Türkiye’de çok fazla oynanmaktadır. Çünkü yerine ve kişiye göre milliyetçilik, gericilik, şovenizm, ulus – devletçi zihniyet vb. anlayışlardan biri veya birkaçı etkili oluyor ve böyle bir durumun oluşmasına yol açıyor. Türkiye’de Kürt gerçeğine yabancılığın, uzak durmanın bu kadar derin olması bundan dolayıdır. Elbette eskisine göre azımsanmayacak bir mesafe alınmıştır. Fakat hala egemen zihniyet Kürt düşmanlığından mustariptir ve Kürt soykırımı politikalarını yürütüyor. Devleti yöneten ve önemli oranda toplumu yönlendiren bu zihniyettir. Peki bu zihniyetin devleti yönetiyor olması onların maharetlerinin bir sonucu mudur? Mesela Tayyip Erdoğan’ın veya AKP- MHP’nin ne gibi bir maharetleri var ki devleti yönetiyor ve herkesin şikayet ettiği bunca kötülüklere yol açabiliyor? Onların mahareti Türkiye’de özgürlük ve demokrasi mücadelesinin etkili bir şekilde verilmemesi, sosyalistlerin, demokrasi güçlerinin, aydın ve entelektüellerin, kendilerini Türk yurtseveri olarak kabul edenlerin esas yapmaları gerekenleri yapmamalarından ileri gelmektedir. Yoksa adına siyasi kurnazlık denen şeyden ve fırsatçılıklardan öte Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP’nin bir yeteneği yoktur. Gümbürtüyle çöktüklerinde ne kadar yeteneksiz ve çürümüşlük içinde olduklarını somut olarak herkes görecektir. Acaba bu yakın mıdır diye insanın kendine sorası geliyor. Bunu belirleyecek olan Türkiye’de niteliklerini saydığım kesimlerin Kürt geçeğine sahip çıkmaları olacaktır. Bu geliştikçe AKP-MHP iktidarının gerçek anlamda gidişi de söz konusu olacaktır. Çünkü o vakit gerçeklik gün yüzüne çıkacaktır. Kimin ne olduğu belli olacaktır. Bu da değişimi kaçınılmaz kılacaktır. Şimdi olduğu gibi herkes Filistin halkı, Gazze deyip kendini saklayamayacak. Çünkü herkesten istenen Filistin halkına nasıl yaklaştığı değil, Kürtlere nasıl yaklaştığı olacaktır. O zaman da maskeler düşecektir. Türkiye’de doğruluğu belirleyen ölçü Filistin değil, Kürt halkına olan yaklaşımdır. Filistin sorununa yaklaşım gerçeği aydınlatıcı bir rol görmez Türkiye’de. Türkiye’de yüzüne bin bir maske takarak Filistin diye bağırabilirsin. Fakat aynı maskelerle Kürt diyemezsin. Bu dendin mi tüm maskeler düşer. Dolayısıyla ancak gerçek insanlar, yani doğruluk sahibi insanlar Kürt diyebilir. Şu örnek şaşırtıcıdır; bazen devlet yönetiminde olan kimi İsrailliler Kürt halkından, Kürdistan’dan, Kürt halkının haklarından bahsederler. Fakat bunun yanıltıcı ve sahte olduğunu biliyoruz. İsrail’de Filistin soykırımını yapanlar Kürtlerin dostu olamazlar. Oradakiler için doğruluğun ölçüsü Kürtler değil, Filistinlilerdir. Burada ise doğruluğun ölçüsü Kürtlerdir. Filistin olarak ele alınırsa yanlış yapılmış olur. Eğer öyle yapılırsa mesela Tayyip Erdoğan ve onun teranesinden gidenler Filistin dostu olabilir. Filistin dostu demek hakikatin yanında yer almak, halka ve vicdan sahibi olmak demektir. Peki Tayyip Erdoğan böyle midir? Değildir ama Türkiye’de hakikati ortaya koyan gerçek ölçü esas alınmadığından pekala böyle görünüyor ve bundan istifade edebiliyor. Halbuki Tayyip Erdoğan bir Kürt düşmanıdır. Filistin halkı için güya ne kadar üzüldüğünü anlatırken aynı konuşmada gözleri kararmışçasına Kürt düşmanlığından, Rojava’ya ve diğer yerlere daha da nasıl yöneleceğini söyleyip durabiliyor. Öyle ki Kürtleri Kürtlerle ezecek kadar Kürtlere düşmandır. Bir kısım Kürtleri öyle bir işbirlikçi, ajan, hain durumuna düşürmüş ki, ancak derin bir düşmanlık bunu bir insana yaptırabilir. İşte KDP’yi, Hüdapar’ı ve daha başka kesimleri böyle yapıp kullanıyor. Peki bu garip bir durum değil midir? Garip ama yapılması gerekenler yapılmadığında o da bunları söyleyebiliyor. Hem de yüzü kararmadan. Halbuki AKP- MHP iktidarının Rojava’ya yönelik gerçekleştirdiği son saldırılar ile İsrail’in Gazze ve diğer yerlerde yaptıkları özünde aynı şeydir. Ne var ki Türkiye’de bu gerçeklik yeterince ortaya konulamıyor. Bu yapılamadığı için de Tayyip Erdoğan’ın maskesi düşürülemiyor. Bunu yapması gerekenler sosyalistler, demokrasi güçleri, Türkiye’nin aydın ve entelektüelleri, kendilerini Türk yurtseverleri olarak görenlerdir. Tabi ki bunu düşünenler, Tayyip Erdoğan ve diğerlerinin gerçeğini ortaya koymaya çalışanlar vardır. Fakat bu Filistin konusu ve başka konular üzerinden yapılmaya çalışıldığı için sonuçsuz oluyor. Halbuki Rojava’ya gerçekleşen saldırı veya genel olarak Kürtlere dayatılan soykırım ve savaşa karşı İsrail’de komünist partinin ve emek bloğunun tutumu gibi bir tutum ortaya çıksaydı durum farklı olurdu. Şimdi de ihtiyacı duyulan şey kesinlikle budur. AKP-MHP’yle gerçekten mücadele edilecekse veya Türkiye’de doğruluk, hakikat, adalet ve vicdandan bahsedilecekse bunun yolu buradan geçmektedir. Türkiye’de üzerinde durulması gereken esas konu budur. Eğer burada bir gelişme sağlanırsa işte o zaman Türkiye’de gerçek anlamda gelişme yaratmak mümkün olacaktır.
Şu an Filistin sorunu gündemde olduğu için örneği bunun üzerinden verdim. Yoksa başka örnekler üzerinden de bu konuyu ele almak ve anlaşılır kılmak mümkündür. Ne Filistin konusu ne başka bir konu turnusol kağıdı görevi görebilirler Türkiye’de. Türkiye’de doğruluğun, iyiliğin ölçüsü bunlarla değil, Kürt halkına ve Kürt halkının mücadelesine olan yaklaşımla belirlenebilir. Ancak bu ölçüyle meselelere yaklaşıldığında gerçekler sarih hale gelebilir ve gerçek aydınlanma ve gelişme sağlanabilir. Türkiye’nin değişimi ve gelişimi bununla olabilir.