14 Mayıs seçiminden sonra devlet ve toplum olarak Türkiye yeni bir sürece girmiş oldu. Artık herkes bunu anlamaya, buna göre kendisini hazırlamaya ve siyaset yapmaya çalışıyor. Bu sürece doğru girmeyen veya yapılması gerekenleri hakkıyla yapamayanlar kaçınılmaz olarak siyaset dışı kalacaklardır. Zayıflayacak ve etkisizleşeceklerdir. Türkiye’de her iki durumun örneği de yaşanmaktadır. Halihazırda CHP sürece giremeyen taraf konumundadır. Bir nevi doğrultusunu kaybetmiştir. Daha önce CHP’yle hareket eden güçlerin de böyle bir durumda olduğu söylenebilir. Tam böyle olmasa bile nasıl bir durumu yaşadıkları pek anlaşılmıyor. Zaten CHP’nin ideolojik temelleri aşılmıştır. Devletçi bir güç olarak devlet eliyle geliştirilen yeni devlet ve toplum sistemi içerisinde kendisine artık ihtiyaç kalmamıştır. Bir devlet gücü olarak miadını doldurmuştur. Ancak gerçek bir değişim dönüşüm yaşayabilirse varlığını sürdürebilir ve siyaset içerisinde belirli bir yeri olabilir. Fakat şu an bundan çok uzaktır. Eski kalıpları aşamamaktadır. Bunu aşabilir mi bilinmez. Diğer güçler olan AKP-MHP ile HDP ise süreci bu yönüyle okumaya ve her biri kendi açısından yeniden oluşturmaya çalışmaktadır. Zaten seçim esas olarak bu iki güç arasında olmuştur. Daha doğrusu seçimlere de yansıyan keskin bir mücadele söz konusudur bu iki güç arasında.
Seçimler toplumsal ve siyasal gelişmelerin bir sonucu ve yansımasıdır. Eğer böyle olmasaydı seçimler kendi başına bir anlam ifade etmezdi. CHP örneğinde görüldüğü gibi böyle değil de seçimi kendinden menkul görenler yanıltıcı sonuçlarla karşılaşırlar. Türkiye’de 14 Mayıs seçimini bu kadar önemli kılan Türkiye’deki toplumsal ve siyasal gelişmelerdi. Türkiye önemli bir süreçten geçtiğinden seçim süreci hem sistem içerisinde yer alan güçler hem de demokrasi güçleri açısından önemliydi. Her birinin bu sürece yüklediği bir anlam ve ulaşmak istediği hedefler vardı. Şimdi bu sürecin sonrasını yaşamaktayız. Yaşadıklarımız aslında biraz da bu sürecin açığa çıkardığı sonuçlar olmaktadır. Fakat bu olmuş bitmiş bir süreç değildir. Henüz yeni başlayan ve oluşum aşamasında olan bir süreç söz konusudur. Sürecin gidişatını esas olarak bundan sonra yapılacaklar belirleyecektir.
AKP-MHP’nin seçimdeki amacı iktidar olmayı sürdürmekti. Seçime tümüyle bu amaçla yaklaştı, her şeyi bunun için bir araca dönüştürdü. Sonuçta bu amacına ulaştı. HDP ve demokratik ittifak güçleri ise seçimde AKP-MHP iktidarını düşürmeyi hedefliyordu. Seçime yaklaşımı bu çerçevedeydi. Bunun olması için cumhurbaşkanı adayı çıkarmadı ve muhalefetin adayını destekledi. Ne var ki seçimlerle bu hedefe ulaşamadı. Fakat hem AKP-MHP hem de HDP açısından seçim mücadelenin sadece bir boyutunu ifade ettiğinden her şeyi seçimlerde açığa çıkacak sonuç üzerinden değerlendirmek yanlış ve eksik olacaktır. Seçimden önce AKP-MHP iktidarı önünde engel olan HDP’nin temsil ettiği üçüncü siyasi çizgiydi. AKP-MHP iktidarı açısından bu engel ortadan kalkmış değildir. Dolayısıyla yeniden iktidar olmak AKP-MHP açısından işlerin rayına girdiği anlamına gelmiyor. Tam tersine HDP ve demokratik ittifak güçleri bundan sonra AKP-MHP iktidarını daha fazla zorlayacak ve her iki güç arasındaki mücadele sertleşecektir.
Geçirdiğimiz seçim süreci de dahil Türkiye’nin son dokuz on yılını anlamak için AKP- MHP iktidarının oluşumunu, zihniyetini ve amacını iyi veya doğru anlamak gerekir. AKP-MHP iktidarı herhangi bir iktidar gibi değildir. AKP- MHP iktidarına çeşitli sıfatlar yüklenerek rejim denmesi bu açıdan doğru bir yaklaşımdır. Çünkü artık bugün daha iyi görüldüğü gibi AKP- MHP iktidarı devleti ideolojik bir dönüşümden geçirmektedir. Seçimden sonra da buna hız vermiştir. Dahası bu sürecin, yani ideolojik dönüşümün meşru bir zemine oturtulması planlanmaktadır. Bu da yeni bir anayasanın yapılması olarak gündeme getirilmektedir. AKP- MHP iktidarının yeni anayasa konusunu gündeme koyması tümüyle bunun içindir. Yeni bir anayasayla bugüne kadar yapılanların, yapılmak istenenlerin ve yürütülen siyasetin hukuki temelleri oluşturulmak isteniyor. Bunun da Türkiye’yi daha fazla geriye götüreceği, otoriter kılıp anti demokratikleştireceği çok açıktır.
AKP- MHP iktidarı eliyle artık eski devlet ve onun ideolojik temelleri aşılıyor. Bunun yerine dinciliğe dayalı yeni bir milliyetçilik ve bundan teşkil olmuş bir devlet sistemi inşa ediliyor. Zaten AKP-MHP ittifakı bunun için oluşturulmuş ve iktidara getirilmiştir. Herhalde bugün bunun aksini söyleyecek kimse kalmamıştır. Öte yandan sadece devlet sistemi değil, toplum da buna göre yeniden oluşturuluyor. Bir taraftan yeni ideolojik kalıplara göre devlet sistemi oluşturulurken ve yeni bir anayasayla bu süreç tamamlanmaya çalışılırken, diğer taraftan buna uygun bir toplum yaratmanın gayretleri her gün biraz daha artıyor. Bu amaçla nasıl ki eski devlet yapıları ortadan kaldırılıyorsa eski kültürel kodlar da siliniyor. Çünkü yeni bir kültürün olması için eskisinin unutulması, gözden düşürülmesi gerekmektedir. Devletçi mantık her yerde böyle işlemektedir. Şimdi AKP- MHP iktidarı da bunu yapmaktadır. Eski kültürel kodlar yerine dinci, milliyetçi zihniyete uygun kültürel kodlar geliştiriyor. Bunun en son örneği Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin iptal edilmesidir. Bu festival iptal edilirken ona alternatif etkinlikler yapılıyor ve toplum bunlara yönlendiriliyor.
AKP- MHP’nin inşasını yaptığı bu ideoloji Türk-İslam sentezi olarak ifade edilmektedir. Bu söylem hoş veya normal gelebilir fakat bu söylemin Türklük ve İslam diniyle bir alakası yoktur. Bununla toplumun kapitalist sömürü sistemine daha fazla alınması hedeflenmektedir. Öte yandan bu zihniyet Kürt düşmanlığına dayanmaktadır. Zaten devletin yeniden yapılanması bu iki durumdan dolayı olmuştur. Bunlar, Kürt soykırımının sürdürülmesi ve Türkiye’nin kapitalist sömürü sistemine daha fazla alınmasıdır. Bir de bu sürecin bir tarihi vardır. Birden ortaya çıkmamıştır. Bu plan esas olarak 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle yapıldı…