‘Sesini çıkarmadan herhangi bir hakkını alamıyorsun. Türkiye’de hak-hukuk olmadığı için kavga etmen gerekiyor. Sendikanın kuvveti, örgütlü olmanın gücü ile rahatlıkla greve destek verebiliyorsun. Birlik beraberlik olmadan bir hak kazanılmadığını öğrendik’
Emre Caka/ İstanbul
Pek istenmese de İstanbul’un simgeleri halinden birine geldi Alışveriş Merkezleri (AVM). Neredeyse her meydanın, her ilçenin bir AVM’si var. Devasa görünümleri, şaşaalı renkleri, farklı farklı mağazaları, genelde giriş katında gerçekleştirilen ilginç imza günleri, mini konser etkinlikleri, ne içtiğini – yediğini bilmediğin düzine düzine 1 TL farkla büyük boy menüler…
Nerede bir şaşaalı hayat, devasa binalar, saraylar, oteller, havaalanları, çılgın projeler var; ardında alın terini harça karıştırmakla kalmayıp, o lüks binalara kanı da bulaşmış işçi ve emekçileri buluruz. 2012’de Galaksi temalı Esenyurt Marmara Park AVM’de 11 işçi yanarak ölmüştü. 3. Havalimanı ise adeta bir işçi mezarlığı gibi. 1.3 milyar lira harcanan Cumhurbaşkanlığı Sarayı inşaatında çalışan işçi Savaş Oğuz’un iskeleden düşerek yaşamını yitirmesini de unutmadık. Devamlılığı sömürü düzenine dayanan bu renkli hayatları ayakta tutan ve yükselten AVM çalışanları ile konuştuk.
Asgari ücretin altında
Ortalama 8 yıldır mağazacılık sektöründe çalıştığını söyleyen Zafer Dost, Avrupa yakasının en büyük AVM’lerinden biri olan Marmara Forum’da çalışıyor. Şartların her geçen gün daha da kötüye gittiğini belirten Dost, “Bundan çok değil daha 5 yıl önce aldığım maaş ile çok daha rahat geçim sürerken, şimdi maaşım ay ortasında bitiyor” diyor. Ülkedeki her şeye zam geldiğini, hayatlarından her gün kısıtlamaya gitmek zorunda kaldıklarını belirten Dost, “Bir nevi modern kölelik diyebiliriz bu duruma. Ben mağazada satış danışmanı olarak çalışıyorum. Mecburi bir satış performansı oluyor bizlerde. İçeri giren insan sayısı kadar satış yapmamızı istiyorlar. Tek başına bir ayakkabı satman da yeterli görülmüyor” diyerek yaşam koşullarının ve düşük maaşların yanı sıra müdürlerinin mobbinginden bahsediyor. Ayakkabı sattıktan sonra yan ürünlerin de satılmasını talep ettiklerini söyleyen Zafer Dost, “Ülkenin ekonomik durumunu göz önünde bulundurursak, şu an bu imkansıza dönüşüyor. Çünkü ayakkabıların fiyatları bizim mağazamızda bin lira bin iki yüz lira oldu. Bu da demek oluyor ki asgari ücretin yarısı. Bu yüzden çalıştığımız şirketin yöneticilerinden çok baskı yiyoruz. Sadece ben değil ya da bizim mağaza değil tüm mağazacı arkadaşlarımız bu durumla karşı karşıya kalıyor” diyerek yaşadıklarının tüm AVM’lerde de geçerli olduğunu belirtiyor.
Yeterli satış yoksa?
Mağazacılık sektörünün en büyük olayı primdir diyen Dost, “Satış olmadığı zaman prim alamıyorsun ve baskı artıyor. Bununla da kalmıyor, çok kısa bir satış sorunu yaşandığı zaman işten çıkarmalar gerçekleşiyor. Örneğin bizim mağaza 11 kişiden 6 kişiye düştü. Satış yapmak bizim elimizde olan bir şey değil bu ekonomide. Zaten içeri gelen insanlar ile ilgileniyoruz ama insanların cebinde para yok. Sadece ısınmak, para harcamadan zaman geçirip gününü bitirmek için insanlar AVM’lere akın ediyor. Bu bizim suçumuz değil. Yoksulluktan kaynaklı insanlar mağazalarda ısınmaya geliyor, gerçekten bunu görüyoruz” diyerek ülkenin ekonomik durumuna işaret ediyor.
Şirketlerin çalışanlar ile net üzerinden değil, brüt üzerinden anlaştığını ifade eden Dost, “Brüt üzerinden anlaştığın vakit ise vergi dilimini aşıyorsun, asgari ücret 2324 lirayken, bizim maaşlarımız 1825-2025 civarına düşüyor. Yani yılda bazen 3 bazen 5 defa asgari ücretin altında maaş almak zorunda kalıyoruz. Üç kuruş para aldığımız, bu ayı nasıl tamamlayacağımızı düşündüğümüz yetmediği gibi o aylarda mobbing daha da artıyor. İşten çıkarma ile tehdit ediliyoruz. WhatsApp’dan mesajlar geliyor bölge müdürlerinden, üst düzey yöneticilerden. Senin aldığın üç kuruş para kimsenin umurunda değil açıkçası” diye kaydediyor.
Birlik olmazsan ezilirsin
Sendikanın muhakkak çalışma koşullarını iyileştirdiğini belirten Dost, “Tabii ki sendika etken oluyor. Şöyle anlatayım; sendika olmadan önce mobbing neredeyse her gün oluyordu, sendika işin içine girdikten sonra üst düzey müdürler biraz daha geri çekilmek zorunda kaldı. Daha önceden mağaza müdürünün odasına gelen bölge müdürleri tek tek hepimize hesap sorardı. Şu an ofise girmekte çekiniyorlar açıkçası. Eskisi gibi mesai saatlerinin dışında aramalar, mesajlar, mailler olmuyor. Çünkü biliyorlar artık sen yalnız değilsin, seni koruyan, kollayan birileri var” diyor.
Ses çıkarmak gerekiyor
“Bizim alışveriş merkezinde daha önce de eylem oluyordu” diyor Dost, Media Market işçilerini örnek göstererek şöyle devam ediyor: “Media Market işçileri hakları yendiği için sendikaya başvurmuşlardı. Sendikalı olmalarının ardından her hafta sonu alışveriş merkezinin önünde eylem oluyordu. Açıkça söylemek gerekirse bundan önce bakıp, bunlar ne yapıyor bu soğukta deyip geçiyordum. Sendikalı olduktan sonra ise sen de ne olduğunu, taleplerini hissetmeye ve destek vermeye başlıyorsun. Sesini çıkarmadan herhangi bir hakkını alamıyorsun. Türkiye’de hak-hukuk olmadığı için kavga etmen gerekiyor. Sen de artık sendikanın kuvveti, örgütlü olmanın gücü ile rahatlıkla greve destek verebiliyorsun. Birlik beraberlik olmadan bir hak kazanılmadığını öğrendik. Bundan sonraki süreçte bizim de eyleme çıkıp çıkmayacağımız meçhul.
“Sendikadan önce yemek paramıza, yol paramıza zam talep ettiğimizde maillere cevap dahi vermiyorlardı. Hatta tam tersine, bunlar ‘yılanın başı’ sözlerini işitip, işten çıkarılma denemelerine maruz kalıyorduk. Sendikadan sonra böyle olaylarla karşılaşmadık. İnsanlar ev geçindiriyor, zaten yaşam şartları zor bir ülke burası. Sendika veya farklı bir ses çıkarma olayına insanlar tedirgin yaklaşıyor. O da insanların geçim sıkıntısından kaynaklı evini geçindiren bir kişi şirkete başkaldırsa işinden olmaktan korkuyor. Evini geçindirememekten, çocuklarına bakamamaktan korkuyor ve hakkı da yense sesini çıkartamıyor. Tabi ki bu sadece işçilerin sorunu değil, sendikaların mutlaka her alana girme çabası olmalı.”
Devletin emekçileri umursamadığını da kaydeden Dost, “Devlet büyükleri, bakanlıklar vs para problemi çekmeyen insanlar oldukları için, asgari ücret 300 lira artmış, 500 lira düşmüş pek umrunda olmuyor. Ellerine ne kadar para kalırsa, çalışan insanlardan ne kadar çok kesersek diye bakıyorlar. Ülkenin refah seviyesi, insanların yaşam standartları kimsenin umrunda olmuyor, tek dertleri kendi cepleri” diye özetliyor durumu.
Okumuş gençlik AVM’de
AVM çalışanlarının birçoğunun üniversite okumuş ancak bölümünün işini yapamayan insanlarla dolu olduğunu vurgulayan Hüseyin Er, “Mesela ben yazılım üzerine ön lisans tamamladım ama iş bulamadığım için bu yolu seçtim. Bir taraftan iş bakmaya devam ediyorum ancak bu işte de çalışarak bunu yapmak zorundayım. Çünkü Türkiye’de bir ay işsiz kalmak seni iki ay geri atıyor ekonomik olarak. Ben sadece basit bir örneğim. İstanbul ve Avrupa’nın en büyük AVM’lerinden biri olarak geçiyor Marmara Forum. Ve emin olun birçok insan benim durumumda. Türkiye genç nüfusunun yapabileceği neredeyse tek meslek mağazacılık gibi geliyor. Oturduğum ilçede iki tane AVM var, çalıştığım ilçede ise üç tane AVM var. Yani demem o ki her sokağa, her alana AVM yapıldı ne bir fabrika ne bir atölye. Tercih yapacağımız ikinci bir yol yoktu açıkçası” diyerek binlerce genç işsiz üniversite mezununun olduğunu vurguluyor.
Er, “Biz elimize geçen para ile yaşamı sıkıştırılmış, açlık seviyesine mahkum edilmiş durumda kalıyoruz. Çalıştığımız yerde 4 saat mesaiye kalırsam normal mesainin 1 saatine tekabül ediyor. Ama mesai için de bir baskı oluyor açıkçası” diyen Er, böyle durumlar ile karşı karşıya gelirken sendikalı olmaya karar verdiklerini belirtiyor. İlk zamanlarda “olsak ne olacak” gibi düşüncelerinin olduğunu belirten Er, “Ama bir taraftan da, ‘şirketin acıması yok, kapının önüne koyuyor, baskı uyguluyor. Bize birlik gerekiyor’ diyerek sendika ile görüşmelerimiz başladı ve geldiğimiz noktada sendikalı olduk” diyor.
Yarınımız yok
Part-time çalışanlara sigorta prim gün sayıları olduğunu belirten Er, yaşam koşullarını şöyle özetliyor: “Part-time çalışanlar kendi sigortalarını yatırmış oluyor. Aylık 250-300 TL’yi bulan bir tutar bu. Ve bunu ödemediğimiz her ay katlanarak gidiyor. SGK’yı aradığımızda ise bunun işveren ile çözülmesi gerektiği söyleniyor. Zaten işverenler biraz vicdanlı olsa, zaten bu maaşları vermez ve bu sigorta durumunu en başında düzeltir. Maaşlarımızda kesinti, yemeğimizde kesinti, yol paramızda kesinti… Yine de devlete biz borçlu oluyoruz. Çok trajik bir durum. Bir tane kredi kartım var sürekli oradan tüketip, sonraki ay yine asgarisini ödeyerek yaşam çabası veriyorum. Türkiye’nin geneli kredi kartı ve kredi ile yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Bizden önceki nesiller rahatlıkla ‘Ben sizin yaşınızdayken…’ diye konuya girebiliyor. Evet doğru, benim yaşımdayken yaşamını kurmuştu ama ben bırakın hayatımı kurmayı, yarınımı hayal edemiyorum.”