Ahmet Güneş
Dışımızda her şeye düşman bir abluka. İçimizde sere serpe ağaç gölgeleri, sarhoş rüzgârlar, kafa dengi bulutlar. İnsanlarsa hep daha mutlu olacakları bir hayalin rüyasında yürüyor. Ama abluka, fakat barikat, yani düşmanlık. Oysa düşlerimiz alev almış dünyanın ortasında kırmızı bir gül ve etrafı yemyeşil.
Kimse iyimser değil, öfke yol açıyor sonuçta. Soluyoruz öfkeyi, çıkmaz sokaklarda bile nefes alıyoruz. Yeryüzü, kendine gelecek, hep beraber defedilecek bu örgütlü kötülük. Yürümek dışarıdan volta atmak sanılır. Bir duvardan diğer duvara. Değil, öyle değil. Mesafe nihayetinde göründüğü kadar değildir, daha uzağıdır, hep başka yerdir.
Saydıkça renkleri, soluyorlar aslında. Bırakılacak renkler, birbirini çoğaltsın. Renklere ahlak gerekmez. Bu yüzden renkler en son solandır. Renge küfür, renge yasak, renge hapis faydasız bir savaştır. Bu yüzden egemenler bilir, bilineni çarpıtmak lazım. Devletlerin amennasıdır; bilgiyi sürgüne yolla, olmadı yerinden edip başka bir bilgiyi koy, her adres oraya çıksın ve nihayetinde herkes oraya varsın. Aradığını bulsun diye, kaybettiğini bilmesin diye. Çünkü bilinirdir, renkler aldatarak kendini dünyadan sakınır.
Duvarlardan renklere geldik. Asıl olan ise masallardır. Masallar anlatana da dinleyene göre de değişir. Tüyo orada, her zaman geçerli ve inanılır olur. Terk etme biçimleri, kalmanın tecrübeleri, gidememenin götürdükleri; hepsi bizimle beraber tavrına yer arar.
İklim değişince görme biçimi de değişir. Işık başka yerden gelince gölge bile yer değiştirir. Mevsimler değişirken değiştiriyor. İnsanın aklından çıkmayan hayal, eski bir masalın sonu oluyor. Mekân ve zaman ve hayal kıskacında sararırken beklentiler, solarken umutlar, yepyeni bir ahenk bulunuyor, ona yakalanıyor insan. Bir Pagan ayininden ışıl ışıl bir salonda yeni duyulan bir ritme beden alışıyor ve dans ediyor. Geçmek burada farklı bir geçişin yolunu gösteriyor.
Değişiyor hatırlamalar, serüvenler yeni anılarla kendini yine dayatıyor. Tekrara tamah yok ama tekrarın inadı var. Sayıklamalar, saklanmalar, saymalar ve hatta sakınmalar bir yer arıyor. Çıkmaz sokaklar korku, patikalar cesaret, köşe başları anımsamalar renginde. Bazen bazı şeylerin ömrü bir soru olacak kadar uzundur. Tam tersi, bir cevap kadar kısadır.
Her güne yeni sömürü düzeni ve her tarafa yeni sömürme tuzağı döşenmiş. Uykulardan düşlere varan yalnızlık hissi, apayrı ve yepyeni düşünme biçimleri tasvir etsin. Etsin de manzaramız o kadar olsun. Buradan ve bu andan çıkma halleri peşimize düşsün. Bu hayata böylesi fiyaka yakışır.
Sihirbazlık hilekârlık ile karıştırılınca, maske yer değiştirir. Cambaz duvarlarda afiş olsa da üçkâğıtçılığı geçerli bilet olur. Bu çağ öyle bir çağ ki masallar efsanelere sığınır. Oysa yeni bir renkle başka bir masal okunabilir. Umut dediğimiz hikâyeleri yeniden düşünme ve düşleme durağı. Hatırlayıp rengârenk bir otobüsü veya dumanı tepesinde bir treni; binip engebeli yolları ardımızda bırakıp gökkuşağının altından geçebiliriz. Eskimiş patikaları yeni bir yol eyleyebiliriz. Hayallere hayat giydirmek, unutmadan anlatmaktan geçer. Her hatırlama eski bir hayale uzanma, her öfke yalpalayan karamsarlığa yeni bir gölge.
Işık ve renk birbirinin etrafında dolanırken, ablukalara veda etme cesareti dürtsün bizi. Düşerken düşümüzü anımsama cüreti her türlü cebire başkaldırıdır. Ritme uymak değil çare, ritmi uyarlamak günümüze, o kadar ve o denli eşdeğer hareket etme vaktidir. Yolsuz kalsın varacağımız yer, bilen toplanıp gelsin. Dünya ve umut ancak o kadar.
Haftanın kitap önerisi: Stefan Zweig, Yarının Tarihi / Çeviren: Ahmet Cemal, Can Yayınları