Yerel seçimlerde hezimete uğrayan Cumhur İttifakı, yeni yasa ve paketlerle yine kadınların kazanımlarına yönelirken, Gülsüm Kav: ‘Yıllardır iktidarın ‘hanenin reisi sensin’ diyerek pompaladığı erkekler, hanenin reisi olamıyor, ‘reisi olamadığım haneyi yok ederim’ diye düşünüyorlar’ olarak değerlendirdi
Nesli Şahiner
Son yerel seçimlerde AKP ve MHP’in oluşturduğu Cumhur İttifakı, büyük bir yenilgiye uğradı. Bu yenilgi, toplumun iktidar bloğunun militarist, ırkçı, cinsiyetçi ve yoksulluk üreten politikalarına verdiği tepkinin bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. İktidar bloğu bu çöküşle meşruiyetini kaybetmesine rağmen hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor. Ve bu yol sadece daha fazla saldırı, daha fazla yoksulluk, daha fazla katliam ve daha fazla şiddet üretmeyi vaadediyor… Çünkü iktidar yine çözüm yerine kadın kazanımlarını hedef alan 9. Yargı Paketi’ni çıkardı. Hemen ardından da kadını ev içi emeğe ve aileye hapsedecek Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Eylem Planı’nı yayımladı.
Bu cinsiyetçi ve şiddet üreten tabloyu Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav, Mor Dayanışma Sözcüsü Cemile Baklacı ve Feminist Avukat Selin Nakıpoğlu ile konuştuk.
- Sevgili Gülsüm Kav, iktidar yerel seçimlerde büyük bir yenilgi yaşadı ve aile eylem planıyla, yargı paketiyle yine şiddeti arttıracak adımlar attı. Nasıl değerlendirmemiz lazım bu durumu?
Bu şiddet tablosuna hayvan katliamı yasası, kayyımlar ve yabancı düşmanlığı da dahil ne yazık ki. Cinsiyetçilik, ırkçılık, türcülük… bunların hepsi iç içe geçmiş durumda ve baskı sistemiyle çalışıyor. Hepsinin de aynı anda önümüze gelmesi tesadüf değil. Bu bir rejim krizinin işareti. Bu ekonomik koşullarda, açlık sınırının altında yaşatılırken çok büyük bir nüfus, hepsi patlamaya başladı. Zaten somut verilere dayalı olarak da oy kaybediyorlar. ‘Tek adam’ sistemi çözülürken, ailelerdeki hane reisliği de çözülüyor, bundan paniğe kapılıyorlar. Böyle panik içerisinde arka arkaya yasalar, genelgeler… Yeniden böyle hamlelerle bu durumdan çıkmaya çalışıyorlar diye düşünüyorum.
- Hane reisliği nasıl çözülüyor, ne yaşanıyor ailelerde?
Yıllardır iktidarın ‘hanenin reisi sensin’ diyerek pompaladığı erkekler, hanenin reisi olamıyor, ‘reisi olamadığım haneyi yok ederim’ diye düşünüyorlar. Bu benim üzerine de düşündüğüm bir yorumum çünkü haziran ayının son verilerine göre kadın cinayetlerinin dörtte birinde, yani yüzde 25’inde çoklu ölümler olmuş. Yani erkekler kadınları öldürüyor, çocuklarını da öldürüyor ve bir kısmı sonunda kendini de öldürüyor. Literatürü de taradım.
Bu tablodaki cinsiyetin hiçbiri kadın değil, hepsi erkek. Ve maalesef bu son birkaç aydır da artmaya başladı… Ve bu da çok felaket bir göstergesi rejimin çözülmesinin. Panik içerisindeki bu tek adam rejiminin muhafazakarlığı cinsiyetçiliği, işte ‘bayrak’, ‘vatan’, ‘millet’ diyerek örtmeye çalıştığı sorunlar artık örtülmez olduğunda biz bu çelişkiler yumağını yaşıyoruz maalesef. Aile paketinde de günümüz ailelerinin temel meselelerine dokunan bir şey yok. Çok palyatif bile diyemeyeceğim şeyler öneriyorlar. Kendi seçmenini bile ikna edecek bir şey söylemiyor bu eylem planı. Topluma sundukları vaatler inandırıcı veya gerçekçi değil. O nedenle uygulanabilir de görmüyorum ben. Yani ‘onları takmıyoruz, tanımıyoruz’ gibi değil. Toplumda karşılığı yok diye düşünüyorum.
- Bu şiddet planlarına, yasalarına karşı mesajın ne olur?
Burada tabii ki bizim yapmamız gereken şey bu berbat siyaseti durdurmak. Hep birlikte mücadeleyle bu rejimi durdurmalıyız. Örgütlenmek, mücadeleyi sürdürmek, bu şiddet tehdidinin arttığı koşullarda kadınları asla yalnız bırakmamak gerekiyor. Zaten yıllardır mücadele ettiğimiz bu şiddet yasalarına, şiddet faillerine cezasızlık politikalarına karşı mücadeleye asla ama asla geri adım atmadan devam edeceğiz.
- Sevgili Cemile Baklacı, iktidar bloğunun 31 Mart Yerel Seçimleri’nde aldığı sonuçları nasıl değerlendiriyorsun?
Devletin tüm imkanları ellerinde olmasına rağmen genel seçimlerde de epey şaibeli, başka dengeler üzerinden bir süreç gerçekleşti. Yerel seçimlerde de bu politikaların yıkıcılığını doğrudan yaşadığımız bir dönem gerçekleşti. İşsizlik yoğunlaştı, enflasyonla birlikte gerçekten yaşamakta zorlandığımız bir döneme girdik, yoksulluk derinleşti. Bir tepki olarak yerel seçimlerde kaybettiler. Bunu muhalefetin kazanması olarak da yorumlamak yanlış olur. Aslında bu iktidara karşı ve rejimin kendisine de bir tepkiydi. Ekonomik olarak yıkımın kendisine bir tepki, bir ses çıkarmaydı, böyle bir süreç yaşadık toplumsal anlamda.
- Yeni bir değişimin dönemecinde miyiz?
Bu iktidar 2013’ten beri bir toplumsal rejim inşa etmeye çalışıyor. Erkek egemenliğini arkasına alan, Türk, hetero ve erkek bir rejim inşasına soyunmuş durumda. Devletin elbette mottosu buydu ama aynı zamanda siyasal İslamcı, Erdoğanist bir rejim yaratmak istiyorlar. Tamamen sermaye odaklı bir iktidar var karşımızda. Devletin olanaklarını, kamu olanaklarını oraya peşkeş çeken, satan, halkı gitgide yoksullaştıran bir rejim var. Bu yüzden daha fazla çalıp çırpacakları, daha fazla ceplerini dolduracakları bir düzenin devam etmesini istiyorlar.
Burada da açığa çıkan öfkenin, yoksulluğun kendisini yönetmeye ihtiyaçları var. Oluşan öfkeyi rejimin dışına yani kendilerinin dışındaki kimliklere, göçmenlere, kadınlara yönlendirmek istiyorlar. Yerel seçimlerde meşruiyetleri düştü ama ayakta kalabilmeleri için bu politikaları sürdürebilmeye ihtiyaçları var. Durmaksızın her alanda değişimler yarattılar, eğitime, aileye çok bilinçli bir yönelme var, kadınların bakım emeğinin çok daha yoğunlaşmasına ihtiyaçları var. Bitmek bilmez bir itaat haliyle kadınlara bunu telkin ediyorlar. Bunun karşısında duran kadınlara da şiddeti normalleştirerek, şiddet uygulayana da cezasızlık politikalarıyla bunun bütün topluma yayılmasını istiyorlar.
- 9. Yargı Paketi’nde bazı değişikler oldu kadınların mücadelesiyle, anlatır mısın biraz?
Hatırlarsanız pakette 3 madde vardı tartıştığımız; birincisi 6284’te yapılmak istenen değişim, ki çok önemli bir değişimdi. Sonra etki ajanlığı meselesi vardı ve soyadı kanunu ile ilgili madde vardı. Bir mücadeleyle, bir tepkisellikle bunlardan geri adım atmak zorunda kaldılar. Aile dediğimiz yapıda istismara, şiddete açık, biat üzerine kurulu, kadınların cehenneme razı olmak zorunda oldukları bir yapıyı dayatıyorlar. Hayvan katliamı yasası dediğimiz yasayı da bu durumun içerisine almak gerekir. Hayvanlara yönelecek bir şiddetle, katliamla da aslında bütün insani ilişkilerimizi yerle bir edecek bir durumu yönetmesi daha kolay. İnsanlığından çıkmış, tamamen kendine yabancılaşmış, doğasına, hayvanına yabancılaşmış bir toplum istiyorlar. Bence bu paketler, yasalar öylesine ya da tesadüfen bir araya getirilmiş değil. Birbiriyle çok bağlantılı hepsi.
- Ne yapmak gerekiyor?
Çok dikkatli olmak gerekiyor. Bu açıdan gerçekleri söyleyen, ifşa eden, birlikte yaşamanın imkanlarını yaratmaya çalışan, tüm bu saldırılar karşısında da birbirinden güç alan, bu saldırıları geriye çektirecek, püskürtebilecek bir örgütlülüğe ve mücadeleye ihtiyacımız var. Kadın hareketinin, feminist hareketin uzun bir zamandır tüm bu saldırılar karşısında ciddi kazanımları oldu. Birçok saldırıya geri püskürttü ama elbette ki bu saldırılar yoğunlaşıyor, tekrar ayağa kalkıp daha güçlü, daha diri karşı duruşlara ihtiyacımız var.
- Seçimlerden hemen sonra Hakkari’ye de kayyım atandı. Orada da bu politikaların yanı sıra kayyımlar eliyle de özel savaş politikaları derinleştiriliyor…
Kürdistan’da kayyıma karşı ziyaretlere giden kadın grubundaydım ben de, çok özel bir gidişti, çok önemliydi. Elbette ki biz kayyım politikalarının nereye yönlendiğini, sonuçlarının ne olduğunu biliyorduk, birbirimizden öğreniyorduk. Ama doğrudan oraya gidip o atmosferi soluduğumuzda bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Tabii ki kayyım politikalarının karşısında inatla ve devrimci bir mücadele verilmiş, veriliyor. Mesela kadınların anlattıklarına göre, daha önceki kayyım döneminde Van’daki belediyede bir kadın tuvaletinin olmadığını öğrendik. Belediyede tamamen erkekler olduğu için bir kadın tuvaleti yapma gereği bile duymamışlar. Yani doğrudan ‘Nedir kayyım politikası’ dediğinizde bu örnekteki zihniyet bence çok çarpıcı. Hakkari’de, Van’da, Kürdistan’da bir savaş politikası yürütülüyor, bunu çok net görüyorsunuz. Daha sıkı bir ilişki biçimine ihtiyacımız var çünkü saldırılar gerçekten çok yoğun. Bazen nefes alamadığımızı, boğulduğumuzu hissediyoruz. Birbirimizi ve o mücadeleyi görebilmek nefes aldırıyor, iyi hissettiriyor. Biz bunu yapacağız, buradan yol alacağız.
Cevabımız net: Hayatımız bizimdir
Feminist avukat Selin Nakıpoğlu, AKP’nin Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nı değerlendirdi: “AKP 15 Mayıs’ta Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nı ilan etti, genelge Resmi Gazete’de yayınlandı. AKP, vizyon sahibi olmadığını İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasını çekmekle kanıtlamasına rağmen hala ‘vizyon belgesi’ gibi iddialı tanımlamaları seçiyor. Esasen bu planla; kadın ile erkeğin eşit olmayacağı, fıtrata dayalı bir ilişkiyi dayatacaklarını da ilan ediyor. Aile Bakanı, ‘Genç ve dinamik nüfus yapısının korunmasını hedefliyoruz’ sözüyle tek adamın ‘en az üç çocuk’ buyruğu doğrultusunda gideceklerini söylüyor. ‘Bu planın uygulanmasıyla birlikte Türkiye’de ailelerin daha güçlü ve refah seviyesinin daha yüksek olması hedeflenmektedir’ diyor. Her gün yoksullaştırıldığımız ülkemizde refah seviyesinin yükselmesinden bahsediyor. Çocukların dörtte birinin okula aç gittiğinden, okullarda bir öğün ücretsiz yemek yemeleri için Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği’nin açtığı davanın iki ay önce ret edildiğinden bihaber Bakanımız ‘güçlü aile’ diyor, memleketteki aile içi şiddetin oranından da habersiz demek ki. Vizyon sahibi bakanımız doğup büyüdüğü, milletvekilliği yaptığı Belçika’dan ülkemiz gerçeklerine gelemedi bir türlü.
Tüm yük kadınların sırtında
“Planda; kadınlar için güvencesizlik anlamına gelen aile ve iş yaşamının uyumu adı altında esnek çalışma, kadınlar için sosyal güvenceden yoksunluk, eşe-aileye bağımlı olma anlamına gelen esnek çalışmanın yaygınlaştırılması ‘ailelerin refah düzeyinin yükseltilmesi’ hedefi altında yer alıyor. AKP bu genelgeyle bir kere daha ‘itaatkâr, fedakâr, cefakâr’ olmasını isteğini kadınların sırtına bakım emeğini de yüklediğini ilan etti. Çünkü misyonu bu! Kaldı ki son yıllarda; ‘ailenin güçlendirilmesi’ adı altında boşanmaların zorlaştırılması, eşit yurttaşlık hakkı temelinde kadınların haklarından yararlanabilme koşullarının ortadan kaldırılması, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, kadınların kamusal hayatta ve ev içinde sahip olduğu hakların kısıtlanması, şiddete karşı hiçbir önlem alınmaması, kadınların bağımlı ilişkilere mahkûm edilmesinin temeli olan ekonomik sorunların derinleşmesiyle haklarımız adım adım geriletilmeye çalışılıyor.
Ünzile’ler olmasın diye…
Ne bu genelge ne de ailenin güçlendirilmesi adı altında kadın ve çocuklar için güvencesizlik getiren planları yeni. İtaat, fıtrat, emanet ekseninden ilerleyerek kadınlara biçilen roller, verilen ile yetinilmek ve ‘kabullenmek kadının fıtratında var’ zihniyeti, toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin yarattığı iktidar ilişkisi çerçevesinde erkeklerin egemen, kadınların ise bağımlı olduğu sosyal ve toplumsal düzenin sürdürülmesi gayesi, AKP iktidarının hep ajandasında. Toplumsal değerler adına AKP’nin körüklediği ataerkil sistemin içine hapsolan Ünzile’ler olmasın diye mücadelemiz. Peki, ne yapmalıyız? Cevabı belli. Bizim adımıza vizyon planlarıyla karar verenlere ‘hayatımız bizim’ demeye devam edeceğiz. Başka bir hayatın mümkün olması için yıllardır mücadele ediyoruz. Hayatlarımıza farklı şekillerde her gün, her an sahip çıkıyoruz. Aile içinde kadına yönelik şiddete karşı feminist politika üretmekten ya da zaten yıllardır ürettiğimiz politikaları yaygınlaştırmaya çalışmaktan vazgeçmeyeceğiz. AKP rejiminin makbul kadını olmayacağız.”