Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı (AİHM) Robert Spano bugün Türkiye’de. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün daveti üzerine Türkiye Adalet Akademisi’nde “ilk insan hakları dersi”ni verecek. Spano, daveti yanıtlarken “bu dersi vermekten şeref duyacağını” belirtmiş ve “görevi süresince, mahkeme ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki başarılı diyalog ve işbirliğini daha da güçlendirmek adına mümkün olan her türlü çabayı gösterme” vaadinde bulunmuştu.
AİHM, Avrupa Konseyi (AK) üyesi devletlerin yurttaşlarının hak ve özgürlüklerini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) taahhüt ettikleri şekilde koruyup korumadıklarını denetleyen bir ulusal üstü mahkeme. Kararları bağlayıcı. Türkiye, kurulduğu 1959 ile 2009 arasında geçen ilk elli yılda AİHM’de mahkumiyet birincisiydi; yarım yüzyıl boyunca verilen toplam mahkumiyet kararlarının yüzde 18’i Türkiye’ye karşıydı. Geçtiğimiz yıl Rusya yüzde 25.2 ile tüm zamanların rekorlarını kırarken Türkiye de 15.5 ile ikincilikte tutunmayı başarmıştı. “Başarılı diyalog ve işbirliği” böyleyse, başarısızlık nasıl bir şey olabilir, varın siz düşünün…
Robert Spano, Türkiye’ye gelirken mahkemesinin Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması kararına karşı AKP Cumhurbaşkanı’nın “AİHM kararları bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” diyerek yeni bir tutuklama sipariş ettiğini, Demirtaş’ı bu şekilde siyasi rehine olarak tutmayı sürdürdüğünü işitmemiş olabilir mi? Spano, ders vereceği “akademi”de Erdoğan standartlarının hüküm sürdüğünü idrakten uzak biri olabilir mi gerçekten? Ya da sırf AİHM önündeki dosyalara göz atsa İstanbul Üniversitesi’nin yüzlerce değerli bilim insanını “sivil ölüm”e sürükleyen bir hukuk mezbahası olduğunu görebileceği halde “fahri hukuk doktorası” almak için Beyazıt’a koşacak olmasını Spano’nun dosyalarına hakim olmayışına mı bağlamalıyız?
AİHM yargıçları çok ince bir elekten geçerek seçiliyor. Hukuk ve siyaset alanında yeterince fikre, müktesebata ve enformasyona sahip kişiler olduklarına şüphe yok. Kaldı ki, AK’nin tüm insan hakları mekanizmaları kurumsal mimarisinin siyasi merkezindeki Bakanlar Komitesi’nin genel siyasi anlayış ve direktiflerinden bir sismograf hassasiyetiyle haberdar olur ve dünyaya o ufuk içinden bakarlar. Son tahlilde AİHM yargısı da bu siyasal evrende soluk alıp verir; bu siyasi merkeze bakarak hizalanır.
Şu halde, Spano’nun sanki insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün sistematik bir biçimde doğrana geldiği bir ülkeyle değil de, geçici bir sarsıntı sonrası AİHS ilkelerinin ihya edilmekte olduğu bir ülkeyle muhatapmışçasına davranmasının cehalet değil “tecahülü arifane” (bilip de bilmezden gelme) eseri olduğunu düşünmek gerekir. Bu Avrupa siyasetinin Erdoğan rejimine yönelik uğursuz “sırt sıvazlama” (appeasement) tutumu AİHM sürecinde kendini açığa vuruşudur.
“Sırt sıvazlama” İkinci Dünya Savaşı öncesinde Britanya Başbakanı Neville Chamberlaine’ın Hitler Almanyasına yönelik siyasetinin adıydı. Bunun esası, daha büyük çatışmalardan sakınmak için “ağamsın, paşamsın” diyerek Hitlerin suyuna gitmek ve saldırganlığını Sovyetler Birliği’ne yöneltmeye çabalamaktan ibaretti. Sonuç biliniyor.
Aynı “sırt sıvazlama” siyaseti bugün de Avrupa’nın Erdoğan’a yönelik tutumunda hortluyor. Avrupa kendi nüfuz alanlarına göz dikmedikçe Türkiye’yi Ortadoğu’dan kopan muazzam göç seli önünde bir dalga kıran gibi tutmak, Şam ve Tahran’ı dengelemek ve Ankara’yı Moskova’yla kalıcı bir ittifaktan alıkoymak için Erdoğan’ın içerideki diktatoryal yönelişini “büyütmeme”yi ve onunla ekonomik ve askeri işbirliği kapısını açık tutmayı esas alıyor. Bu siyasetin AİHM düzlemindeki en yıkıcı yansıması yargının OHAL sürecinde çökmesi sonrasında adalet arayanların Avrupa kapılarına yığılacağı korkusuyla Avrupa Konseyi tavsiyesiyle Ankara’da kurulan “OHAL Komisyonu” oldu. O komisyon orada durdukça iç hukuk süreçlerinin ancak “balık kavağa çıktığında” tüketilmiş olacağı herkesin bildiği bir sır iken AİHM bu mekanizmanın AİHS’e uygunluğuna kefil olabildi. Spano sonuçta, ister istemez insan hakları kurumlarının çürümesine ve karikatürleşmesine, insan hakları hukuku uygulayıcılarının beceriksiz diplomatlar ve çapsız politikacılara dönüşmesine yol açan Türkiye ile AİHM arasındaki bu uğursuz uzlaşma ikliminde “yetişti”; hukuk siyaset ilişkisini kavrayışı besbelli böyle şekillendi.
Ancak hayat AİHM sınırlarında durmuyor. Yüksek hukuk normlarının “sırt sıvazlama” siyasetiyle iğdiş edilmesi, faşizm ve gericilikle uzlaşma adına hukuk ve insan haklarından verilen tavizler Avrupa’nın demokratik siyaset güçlerini de hukuk alanında süre giden sınıf mücadelesine müdahil olmaya davet ediyor. Spano’nun Türkiye’deki rejim fotoğrafının içine girmesine karşı Avrupa Konseyi’nde şimdiden isyan başladı bile.
Spano ders vermek için geldiği Türkiye’den Strasbourg’a bir siyaset dersi alarak dönmüş olacak: Avrupa’nın büyük devletleri Erdoğan rejiminin sırtını sıvazlasa da, Avrupa’nın demokratik ve toplumsal muhalefet güçleri AİHS’in ruhuna uygun olarak Türkiye halklarının hak ve özgülük kavgasıyla beraberdir. Aynı anda hem muhalif avukatların “adil yargılanma” talebiyle açlık grevine girerek can verdiği; milletvekillerinin “makabline şamil” anayasa değişikliğiyle sokuldukları cezaevlerinden AİHM kararlarına rağmen çıkartılmadığı; hukukun mağdurları değil ihlalci ve tecavüzcüleri koruduğu, hileli seçimlerle diktatörlük inşasının süre gittiği AİHM’de mahkumiyet şampiyonu bir ülkenin “fahri hukuk doktoru” hem de itibarlı bir AİHM Başkanı olamazsınız.