Venezuela devlet başkanı Nicolas Maduro, yakın zamanda Türkiye’ye beklenmedik bir ziyaret yaparak, kendi ifadesiyle “çok kutuplu dünyanın lideri” Tayyip Erdoğan’ın cülus merasimine katıldı. Daha sonra Ertuğrul dizisinin çekildiği seti ziyaret ederek şunları söyledi: “Eşim Cilia ile Ertuğrul adında tarihi bir dizi izliyoruz. Muhteşem! Müslüman bir kahramanın hayatını anlatıyor. İnsan kendini o değerleri ve tarihi yaşarken buluyor.”
Bu tuhaf ziyaretin ve bir TRT dizi kahramanı ile özdeşleşmenin arka-planında trajik bir toplumsal tarih öyküsü yatıyor. Anlatmaya başlayalım:
Birçok Latin Amerika ülkesi,20.Yüzyıl’ın önemli bir bölümünü, ABD destekli askeri diktatörlükler altında geçirmişti.1980’li yıllardan itibaren devrilmeye başlayan askeri/faşist rejimler, yerlerini çoğunlukla yine ABD ve IMF’ye sadık merkez-sağ iktidarlara bırakacaktı. Sağ iktidarlar, “demokratikleşmiş” bir siyasal yapı üzerinde hareket etmekle birlikte, askeri rejimlerden bakiye özelleştirme hamlelerini, ulusal ekonomilerde küresel sermaye egemenliğini ve uluslararası finans sermayesinin dayattığı ağır ekonomik reçeteleri uygulamaya devam ediyor; işsizlik, eşitsizlik, açlık ve yoksulluk iyice derinleşerek kronikleşiyordu. Sol muhalefet, bu koşullar altında,1990’lı yıllar boyunca Brezilya ve Arjantin başta olmak üzere Güney ve Orta Amerika genelinde, özellikle dış borçların silinmesi talebiyle kitleselleşti.
Venezuela (1998),Brezilya (2003),Arjantin (2003) ve Bolivya’da (2006) seçimle işbaşına gelen sol partiler,kıta genelinde yeni bir bölgesel sol yükselişin sembolleri oldular.2000’li yıllar, birçok Latin Amerika ülkesi için anti-emperyalist, hatta anti-kapitalist olarak adlandırılabilecek uygulamalarla, toplumsal eşitsizlik yaralarının sarılmaya çalışıldığı bir dönem oldu.
Simon Bolivar, Latin Amerika’da 19.Yüzyıl bağımsızlık hareketinin efsane önderidir. Venezuela’da 1998 seçimlerini Hugo Chavez önderliğinde kazanarak iktidara gelen sol hareket, başlattıkları dönüşüm sürecini bu tarihsel referansla “Bolivar Devrimi” olarak adlandıracaktı.
Chavez’in merceğinden bakıldığında Bolivar Devrimi, kısa sürede Latin Amerika’nın her yanına yayılmaktaydı. Oysa Brezilya ve Arjantin gibi belirleyici ülkelerde sol iktidarlar toplumsal eşitsizliklerle mücadele ederken Bolivarcı devletleştirme, küresel sermayeden kopma ve sosyal dönüşüm hedeflerinden uzak duruyorlardı. Chavez’in 2013’te ölümü, bir dönüm noktası oldu.Kıta genelinde ABD destekli yeni-sağ hareketin yükselişi hissedilir hale gelirken, özellikle Venezuela, hızla bir ekonomik krize sürüklenmekteydi. Arjantin ve Brezilya’da solpopülist iktidarlar, demokratik ya da anti-demokratik yöntemlerle ardı ardına düştü; Venezuela’da Chavez’le başlayan otoriterleşme eğilimi, başkanlığı ondan devralan Nicolas Maduro önderliğinde kurumsallaşmaya başladı. Toplumsal huzursuzluk, Bolivya ve Nikaragua’daki sol iktidarları da zorlamakta.
Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olan Venezuela’nın son yıllarda içine düştüğü ekonomik kriz, petrol fiyatlarında yaşanan düşüşe bağlanıyor. Bir başka neden,2000’li yıllar boyunca Çin ile girilen ekonomik ilişkilerin Çin ekonomisinde son dönemde yaşanmakta olan yavaşlamaya bağımlı olarak kıta ekonomisini ve özellikle Venezuela’yı olumsuz etkilemekte oluşu.
Bugün Venezuela halkı, hiperenflasyon, pahalılık (sadece 2016 yılı içinde tüketici fiyatları %800 artarken ekonomide %19 küçülme kaydedildi) işsizlik, açlık, temel ihtiyaç ürünlerinin yokluğu gibi ağır sosyo-ekonomik sorunların içinde bocalamakta. Durumun siyasal yansıması ise,2015 seçimlerinde merkez sağ MUD koalisyonunun parlamentoda üçte iki çoğunluk kazanması oldu. Başkanlık sisteminin azizliği nedeniyle iktidarda kalmayı sürdüren PSUV ise Maduro başkanlığında artan otoriter yöntemlere başvurarak muhalefeti şiddet ve tutuklamalarla bastırmaya çalışıyor.2017yılı içinde gösteri ve yürüyüşlerde meydana gelen şiddet olaylarında 150 kişi hayatını kaybetti.4 Ağustos 2018 günü insansız hava araçlarına yüklenmiş patlayıcılarla bir suikast girişimi de atlatan Maduro, bunu “Allah’ın bir lütfu” bilerek muhalefet liderlerini yargılatma talimatı vermiş bulunuyor (“15 buçuk Temmuz vakası”da diyebiliriz).Çıkardığı kararnamelerle sürekli başkanlık yetkilerini artıran Maduro’ya göre bunların hepsi “dış mihrakların” oyunu. Başka hiçbir faktörün, örneğin 1998 yılından beri iktidarda olan kendi partisi tarafından işlenmiş olması muhtemel hataların bu Latin Amerika trajedisinde payı yok.
Kıta genelinde solun ve Venezuela halkının içine düştüğü trajediye karşı ısrarla otoriter küreklere asılmakta olan Maduro… İşte bu koşullar altında oturmuş, evinde eşiyle TRT dizisi izlemiş ve belli ki hem “Ertuğrul” hem de “Dünya Lideri” ile kendi melodramı arasında bir katharsis yakalamış