Yapılması gereken Erdoğan rejimine son vermek için en geniş cephede yer almak, krizden devrimci çıkış için ise kendi öz gücüne güvenmek, var güçle örgütlenmek ve her türlü sürprize ve karşı devrimci hamleye hazır olmaktır.
Millet İttifakı’nın zirvesinde patlayan kriz şimdilik aşıldı.
Şimdilik diyorum, çünkü bu kriz daha büyük bir krizin Altılı Masa’ya yansımasıydı. Daha büyük kriz devlet krizidir.
Devlet krizi nedir?
Devlet krizi egemenlerin artık eskisi gibi yönetemez oluşudur. Ezilenlerin de eskisi gibi yaşamak istememesiyle birleşince devlet krizinden devrimci krize doğru bir eğilim uç vermiştir.
Devlet krizinin sosyal temeli Batı yanlısı sermaye ile “AK-sermaye” arasındaki çelişkide yatıyor. Ekonomik kriz bu çelişkiyi keskinleştirdi. Bu da devlet bürokrasisinde ayrışmalara neden oluyor. Ortaya çıkan ekonomik gerçeklik, iktidara sırtını dayayarak muazzam zenginlikler elde eden AK-sermayenin ekonomik krizde temel faktör olduğudur. İnşaat sektörüne dayanan bu sermaye, aynı zamanda vurguncu karakteri ile mafyayla organik bağları yüzünden ülkeyi felakete sürüklüyor. Banka sermayesi de hem kendi faiz çıkarları hem de iktidarın baskıları nedeniyle AK-sermayeyi destekleyince ekonomik kriz yıkıcı bir karaktere bürünüyor.
Bürokratik elit aynı zamanda küresel karşıt sermayelerin de etkisi altında ayrışıyor. Türk ekonomisinin yıkımı özellikle AB sermayesine de zarar verirken, Rus oligarkları ve Çin sermayedarları durumdan yararlanmak için Erdoğan rejimini ve dayandığı sermayeyi destekleyince, devlet bürokrasisi tereddüde düşüyor ve bu küresel güçler temelinde ayrışıyor.
Asıl politik faktör ise Kürt özgürlük hareketine karşı izlenen savaş siyasetinin artık hem ekonomiye, dolayısı ile halka, hem de Türk dış politikasına verdiği zararların taşınamaz hale gelmiş olmasıdır.
Krizin politik yanlarından birisi, 2014 yılında yapılan ve “çöktürme planını onaylayan” MGK toplantısında ulusalcı ve muhafazakar Ergenekoncular ve MHP ile AKP arasında kurulan ittifakın temel sebebini yitirmeye başlamasıdır. Bu ittifak Erdoğan’ın seçmen kitlesinin gücüyle devlet gücünün birleşmesini sağlamışken, devlete egemen Ergenekoncular, bu dengenin bozulduğunu gördüler. Artık Erdoğan’ın hızla güç kaybetmesi karşısında bir ikilemle karşılaştılar: Ya iktidarı Erdoğanlı ya da Erdoğansız çıplak bir diktatörlükle elde tutacaklar ya da Erdoğansız bir rejime “yumuşak iniş yaptıracaklar.” Devletin içinde bu ikilemin her iki tarafına destek verenler giderek çatışmaya başladılar. Yansıması Akşener krizi oldu.
Bunların üzerine deprem felaketinin gelmesi ve iktidarın depremzedeleri bir yana bırakarak bu krizin etkisi altında felce uğramasıyla devlet krizinin devrimci krize dönüşme koşulları oluşmaya başladı.
Ancak devrimci krizin olgunlaşmasının önündeki en büyük engel, halkların Türkler ve Kürtler olarak ikiye bölünmüş olmasıdır. Aynı zamanda Türk ulusunun da “laik, Batıcı, modern” Türk ulusu ile “muhafazakar, dindar ve gelenekçi” Türk ulusu olarak bölünmesi de krizin devrimci krize dönüşmesini önleyen bir faktördür. Bu nesnel sosyolojik yapı, politik alanda faşist Kürt düşmanlığının etkisi altında kalan muhalif Türklerle, özgürlükçü Kürtlerin birliğini engelliyor. İşçi sınıfının birliğini önlüyor.
Aynı zamanda bu yapı “modern laik Türk milletiyle” İslamcı demagojinin etkisindeki “muhafazakar Türk milletinin” saflarındaki muhaliflerin ve emekçilerin birliğini engelliyor.
Bu etkenler sosyolojiktir, tarihsel arka plana sahiptir. Politik partiler ve akımlar son tahlilde bu yapıya paralel olarak mevzileniyor.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Türkiye partisi” ve “demokratik ulus” tezi, kanıma göre işte bu sosyolojik uluslar bölünmesini aşmanın yolunu gösteriyor.
Eğer devrimci güçler programlarını, strateji ve taktiklerini bu söz konusu paradigmalar temelinde zaman kaybetmeden yerine getirebilirlerse, hızla devrimci duruma dönüşebilecek olan bu ortamda sübjektif faktörü oluşturabilirler ve yaşanan krizden devrimci yolla çıkışı sağlayabilirler.
Sistem içi muhalefetin esas olarak iki partisi daha şimdiden bu yolda ilk adımlarını attı. İslamcı Saadet Partisi’nin lideri laik CHP’nin başkanını kendi partisinin önünde ve Atatürk posteri altında Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak ilan eden konuşmayı yaptı ve Kılıçdaroğlu da HDP Eşbaşkanı Sancar’ın ona yaptığı “ziyaret” davetine olumlu yanıt verdi. Bu iki sembolik yaklaşım “laik Türk ulusu ile dindar Türk unsurunu” her ikisiyle de özgürlükçü Kürt ulusunu krizden “reformcu” yolla çıkış çizgisinde birleştirme amacı taşıyor.
Bu çabaların her zaman olduğu gibi “iki yönü” var: Birinci yön Erdoğan rejimine son verme yönü, ikinci yön devrimci çıkış yolunu önleme yönü.
Bu iki yönü görmek büyük önem taşıyor. Sadece “Erdoğan rejimini devirme yönü”nü görmek, politik mücadelede “kuyrukçuluğa” yol açar. Yalnızca “devrimci çıkışı önleme yolunu” görmek ise yıkıcı sekterliği doğurur.
Yapılması gereken Erdoğan rejimine son vermek için en geniş cephede yer almak, krizden devrimci çıkış için ise kendi öz gücüne güvenmek, var güçle örgütlenmek ve her türlü sürprize ve karşı devrimci hamleye hazır olmaktır.
En kararsız muhaliflerle bile işbirliği yaparak Erdoğan rejimine son verilebilir ancak derin krizden reform yoluyla çıkış kapalıdır ve seçimin hemen ertesinde hem rejimin seçim sonuçlarını tanımamasına hem de sistem partilerinin “devrimci yükselişi” çalma hesabına karşı çok yönlü hazırlık yapılmalıdır.
Bu yazının amacı bir kere daha “umudumuz Karaoğlan” faciasının ve “öncüyü tek başına savaşa sürme” hatasının yaşanmasına karşı uyarıda bulunmaktır. Kürt özgürlük hareketi bu hatalardan çıkarılan dersler sayesinde bugünkü güce erişmiştir.