Türk devleti, sadece Türkiye halklarına ve Kürt halkına değil dünyaya karşı da özel savaş uygulayan bir devlettir. Bu özel savaşın amacı da Kürtler üzerinde uyguladığı soykırım politikasının üstünü örtmektir. Bu politikayı da Türkiye ve Kürdistan’da uygarlığı ve kalkınmayı geliştirme olarak göstermektedir. Bir kaç gün önce 4 bakan kameralar karşısına çıkıp dünyanın gözünün içine baka baka baskıları en fazla artırdıkları bir ortamda reformlardan söz etmişlerdir. Reform derken akla ilk gelen kuşkusuz demokratikleşme yönünde atılacak adımlar olmaktadır. 4 bakan bu söylemleri, ekonomik krizin arttığı, ABD ile bazı sorunların yaşandığı dönemde dillendiriyor. Avrupa, çıkarları gereği Türkiye’deki ekonomik krizin herkese zarar vereceğini söyleyince, AKP iktidarı Avrupa’nın bu tutumuna can simidi gibi sarılmıştır. Ekonomik ve siyasi olarak sıkıştığı dönemde reformlardan söz ederek, Avrupa’nın desteğini almak istemektedir. Bu söylemler Almanya ve başka ülkelerin vereceği desteğe zemin hazırlama amacı taşımaktadır.
Çünkü Avrupa halkları, Kürtler ve demokrasi güçleri üzerinde faşist baskı uygulayan AKP iktidarına siyasi ve ekonomik destek verilmesine karşıdırlar. AKP iktidarı reform söylemleriyle Avrupa halklarının bu itirazını etkisizleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu söylemler tümden Cumartesi Annelerinin Galatasaray Meydanı’ndaki oturma eylemine saldırılması sonrası dillendirildi.
Bu gerçekler bile AKP iktidarının ne kadar ikiyüzlü olduğunu gözler önüne sermiştir. Cumartesi Annelerine saldırı yapıldığı, ormanların yandığı alanlara halkın ve milletvekillerinin sokulmadığı bir ülkede reformdan söz edilebilir mi? Herhalde bu reformlar Avrupalılara ekonomik sömürü sağlama imkânı yaratmaya yöneliktir. Kuşkusuz esas olarak da demokrasi güçlerine ve Kürt halkına yönelik saldırıların üstünü örtme amaçlıdır. Reform yapılacak söylemleri ile dikkatler sürdürülen baskılardan uzaklaştırılmak istenmektedir. AKP iktidarının reform söylemleri içerde ve dışarda kamuoyunu aldatmaya yöneliktir. Eğer bir reform olacaksa önce tek kişilik bir diktatörlük olan mevcut sistemden vazgeçmeleri gerekir. AKP kendi zihniyetinde ve siyaset anlayışında bir reform yapmadan hiçbir konuda reform yapamaz. Zihniyetleri tekçi olan ve otoriter bir siyasi sistem yaratanların reform yapacağına inanmak ancak aptalların işi olabilir.
4 bakan konuşuyor; bunlardan biri de Süleyman Soylu. Zaten bu fotoğrafta Süleyman Soylu’nun olması bu reform denen şeylerin işkence, baskı ve zulüm açısından yeni bir dönemin başlayacağını gösterir. Hem zulüm yapılacak hem de toplumla dalga geçilecek. Süleyman Soylu’nun reformcu olmasını başka türlü yorumlamak akla ziyan olur. Cumartesi Annelerinin eylemine akla hayale gelmedik binbir yorum getiren bir adamdan reform beklenir mi? Bu adamdan ancak her şeyin baskı aracı olarak gerekçelendirildiği bir icraat beklenir. Türkiye’de Kürt sorunu konusunda zihniyet değişmeden, Kürtlerin varlığı kabul edilip kimlik, dil, kültür özgürlüğü tanınarak, Kürtlerin yaşadığı alanlarda toplum kendini yönetmeden hiçbir reformun anlamı olmaz. İlk reformun Kürt’e bakıştaki zihniyette olması gerekir. AKP iktidarının ilk yıllarında bazı reformlar yapılacağı umudu ortaya çıkmıştı. Kürt sorunu dışında başka alanlarda biçimsel de olsa kısmi reformlar yapıldı. Ancak Kürt sorununda zihniyet değişimi olmayınca bir süre sonra bu reformlar da anlamsız hale geldi. Çünkü Türkiye’de demokratikleşme ile Kürt sorununun çözümü iç içe geçmiştir.
Kürtler yararlanır diye reformlar yapılmadığı gibi Kürtler üzerinde baskı politikaları arttırıldığında daha önce kısmi yumuşama gösterilen alanlarda baskı altında tutulur. Bugün Türkiye’de sadece Kürtlere değil tüm demokratik güçlere baskı bu nedenledir. Yerel seçimler gündeme gelince yine HDP üzerinde baskılar gündeme geldi. Devlet Bahçeli’nin “HDP hiçbir belediye almamalı” demesi, Tayyip Erdoğan’ın 24 Haziran seçimleri öncesi “HDP barajı aşmamalı” demesinin aynısı olmaktadır. Bu söylem yerel yönetim seçimlerinde Kürt şehirlerinde baskı ve hilelerin artırılacağı anlamına gelmektedir. Bir partiye böyle yaklaşılanan bir ülkede zaten demokrasinin varlığından söz edilemez.
HDP demokratik olmayan bir ülkede varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Artık Türkiye’de parti kapatılmıyor ama baskılarla parti çalışmaz hale getiriliyor, hatta kapatmadan daha ağır bir saldırı yürütülüyor. Eğer HDP’ye yapılan baskılar Türkiye’de herhangi bir partiye yapılsaydı o parti kapıya kilit vurur ve kendisini feshederdi. Binlerce üyesi ve yöneticisi tutuklu olan bir partiden söz ediyoruz. Bu tutuklular içinde yüze yakın belediye eşbaşkanı ve on milletvekili de var. Mevcut milletvekilleri üzerinde de zindanlar Demokles’in Kılıcı olarak sallandırılıyor. HDP’ye yönelik eleştiri yaparken tüm bu gerçekleri dikkate almak gerekir. Tabi ki HDP’nin de eleştirilecek yanları vardır. Hiç kimse HDP’den “Bize iş versin, rant sağlasın, koltuk versin” beklentisi içinde değil. HDP’den beklenen toplumu örgütlemesi ve AKP iktidarına karşı daha etkili mücadele vermesidir.
Zaten HDP’lilerin de amacı ve isteği bu doğrultuda. HDP’nin farklı bir düşüncesi de iradesi de yok. Açıklamaları bunu göstermektedir. Ancak toplumsal muhalefeti örgütleme ve harekete geçirmede yetersizlikler var. Baskı ve tutuklamalar mutlaka olumsuz etkiliyordur. Ancak HDP’nin tabanı, potansiyeli ve tecrübesi bunu aştırır. Bu açıdan demokrasi güçleri içinde HDP’yi yıpratıcı eleştirilerden kaçınmak gerekir. Zaten demokrasi karşıtı güçler HDP içinde sanki sorun varmış gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Şu anda Türkiye’nin en dinamik muhalif demokratik gücü HDP’dir. Türkiye’de ilk defa bir parti Türkiye’nin temel demokrasi güçlerini bünyesine almış ve temel sorunlara çözüm önerileri ortaya koymuştur. Kürtlerle Türkiye’nin demokrasi güçlerinin ortaklaşması kadar değerli adım olamaz. Böyle bir ilişkide Kürtler de tüm Türkiye halkları da kazançlı çıkacaktır. Çünkü bu adım atıldıktan sonra Türkiye’nin geleceği bu partinin merkezinde olduğu mücadeleyle belirlenecektir.