Ama Erdoğan ile girilen girift ilişkilerle beraber yeraltı dünyası ve suç örgütleri gibi birçok gayri-nizami yapının devletin aparatlarına monte edildiğini görüyoruz
Azad Barış
Erdoğan’ın öncülük ettiği siyasi aksın çıkış ilkeleri (stratejik olup olmamasından bağımsız olarak) ile mevcut siyasi pozisyonunun ne denli bir zıtlık içinde olduğunu, üzerine kurulduğu “ilkeler” ile bugün temsil ettiği “ülküler” arasındaki keskin çelişki yumağında rahatça görebiliyoruz. Bu sebeple Erdoğan’ın siyasi serüvenine baktığımızda, oluşan tabloda temsili olarak “kendi ilkelerinden sapma”, toplumsal değerler bağlamında ise “raydan çıkma” durumunun söz konusu olduğunu belirtebiliriz. Üstelik söz konusu raydan çıkma olgusu uzun süre iktidarda kalan rejimlerin yozlaşma mefhumunu da aşmış durumdadır. Neden mi? Çünkü, Erdoğan özgünlüğünde cereyan eden yozlaşma, rejimin son yıllarda bütün yolsuzluk, kutuplaşma ve adaletsizlikleri sınırlı kalmadığı gibi bu yozlaşmanın merkezinde yer alan ve övünmeye hazır olan üst kademelerin çokluğuyla da ayyuka çıkmış durumda. Daha da şaşırtıcı başka bir siyasal olguysa ittifak partneri MHP’nin, ırkçı ve faşist beyanlarının yanı sıra yeraltı dünyasıyla beraber aldığı açık politik pozisyonun Erdoğan’a kabul ettirilmesidir.
Bilindiği üzere MHP, Cumhur İttifakı’na katılmadan önce yeraltı dünyasının aşırı milliyetçi mensuplarıyla bağlantılı olma suçlamalarını reddetmeye veya önemsizleştirmeye çalışırdı. Ama Erdoğan ile girilen girift ilişkilerle beraber yeraltı dünyası ve suç örgütleri gibi birçok gayri-nizami yapının devletin aparatlarına monte edildiğini görüyoruz. Dolayısıyla Peker’in ifşaatlarını bu gayri-nizami paralel yapıların sisteme eklemlemelerine bağlı bir olgu ve Cumhur İttifakı’nın yönetimi anlayışının bir aparatı olarak görmek gerekir.
Nitekim Bahçeli’nin hükümlü bir mafya patronu olan aşırı milliyetçi Çakıcı’yı açık biçimde desteklemesi Türkiye devlet yapısının en net fotoğrafını önümüze koymaktadır. Söz konusu yönetsel halin yansıması olarak inşa edilen Cumhur İttifakı ve onun siyasi temsili olan Türk Tipi Başkanlık Sistemi o ucube yapının dışavurumudur. CHS olarak bilinen rejim, işte bu yapıların ortak projesidir ve topluma dayatılmaktadır.
1990’ların hızlandırılmış bir izdüşümü niteliğinde olan bugünün paralel yapılarının devlete sirayetleri mevcut rejimin eliyle geniş yetkilerle donatıldığı için, rejimin kendisi her geçen gün norm devletinden uzaklaşarak bir tedbir devletine doğru evirilmektedir. Dolayısıyla Türkiye’deki gayri-nizami yapıların tamamını norm devletinin ölümü üzerine inşa edilen tedbir devletinin çocukları olarak görmek gerekir. Artık onlar değil, devlet onların bir parçasıdır. O nedenle topluma indoktirine edilen “milli birlik ruhu” ve “milli beka” mistifikasyonu sadece birer joker işlevi görmektedirler.
Ama Susurluk vakasından da hatırlayacağımız üzere bu tür mukaddesatçı propagandaların işe yaramadığına 2001’de hepimiz şahit olduk. 2001’deki ekonomik çöküşü tetikleyen gayri-nizami yapılar, yolsuzluk ve siyasi yozlaşmaya yönetim kabiliyetsizliği de eklenince iktidar partilerinin hepsi kaybetmişti. Dolayısıyla Erdoğan’ın kurucu ilkelerinden uzaklaşıp yeni “epope muratlara” doğru yol almasının, onun sonunu hazırlayan bir serüvene dönüşmesi pekâlâ mümkündür. Elinde her an tedavüle sokması kuvvetle muhtemel olan milli beka meselesinin dışında başka bir asası olduğu söylenemez. Peker’in açıklamalarından önce bile, Erdoğan’ın Haziran 2023’te olacak olası bir adil seçimi dahi kazanması zor görünürken artık bu olasılık iyice azalmıştır. HDP’ye kapatma davasının tekrar gündeme sokulması bu gündemin işletilmesinin bir sonucu olarak ön plana çıkmaktadır Tabii ki bunun en belirleyici etkeni yine HDP ve çeperindeki toplumsal yapıların alacağı siyasi pozisyon olacaktır.