Çevrecilik; insanı odağına alan ve insan dışı tüm varlıkları kaynak olarak gören bir anlayıştır. Bu tanımlamadan hareketle bu akımlarda gönüllü olarak çalışanların emeklerini takdir ediyor ama yetersiz buluyoruz. Problemin bir sistem sorunu olduğunu ve sistem değişmediği müddetçe oluşan, olacak tahribatlara karşı lokal çalışmaların çözüm olmayacağını bilmeliyiz.
Sömürü ve talan politikalarını sürdürebilir kılmak adına gelişebilecek tepkiler buna halk hareketleri de dahil olmak üzere tüm alanlarda sermayenin bu yüzüne rastlayabiliriz. Sendikalar, birlikler ve dernekler gibi birçok kurumun kuruluşunu yaparak birçok yerde de fonlama sistemi ile destekleyerek çevreci kurumları kendi kontrolleri altına alır. Gerçekte de toplumsal, dayanışmacı, birlikte-barışık yapılacak tüm karşı çıkışların önüne geçmeye çalışmaktadır.
Kapitalizmin çevreciliğe bakışı aşırı kâr ve endüstriyalizmle açıklanabilir. Temel amaç aşırı kâr, ölçüt ise rantsal değer ya da rantabl olmasıdır. Kapitalizmin doğayı, kadını ve emeği metalaştıran çevrecilik anlayışı, kendini sürdürmek ve tüm karşı çıkış ve halk direnişlerini boşa çıkarmak için kurduğu popüler olan STK’ler aracılığı ile sömürü politikasını gerçekleştirmeye çalışır.
Kapitalizmin iki rant tanımına bakacak olursak;
1. Rant; Emek harcamadan elde edilen kazanım. İktisatçılar tarafından ise “Doğanın getirisi” olarak tanımlanmaktadır.
Çocukları ve çocuk haklarını koruduğunu iddia eder ama sisteme ucuz işgücü sağlamak, savaştan kaçan aileleri izler ve mültecilik yolunda boğularak ölen Alan bebeğin kıyıya vuran cansız bedenine ağlar. Doğal ve kültürel mirasları koruduğunu söyler. Palmira, Hama, Humus’ta ve en nihayetinde Sur’da yapılan yıkım ve kıyımlara sessiz kalarak tahribatlara göz yumar.
Mültecilikle ilgili çalışmalar yapar ama kurucularının çıkardığı savaşta sadece istatistik veriler toplayarak ucuz işgücü ve ülkelerin ihtiyacına göre mültecilik dağılımı için çalışmalar yürütür. Ekosistemin besin zincirinde kopmak üzere olan halkalardaki türlerin neslinin tükenmesini engelleye çalışır; oysa ki temel amaç kapitalizmin sürdürülebilirliğidir. Suriye’deki savaşta bu kadar çocuk, kadın katledilip sağlıksız yaşama mahkûm edilirken ses çıkarmaz ama açlık ve hastalıkla terbiye edilmesi için de sağlık alanında çalışırlar. İyi niyetli, samimi aktivistleri ikna ederek kendi kötü emellerine alet ederler.
2. Rant: Devletin çeşitli uygulamalarla bireysel, endüstriyel veya sektörel olarak özel teşebbüs lehine herhangi bir çıkar avantajı yaratması; bu avantajın realizasyonu ve paylaşımıdır. Sömürüde zor aygıtlarını kullanır, hukuk tanımaz, yasa, yönetmelik ve genelgeler çıkarır. Kamu yararı, acele kamulaştırma, zorla kamulaştırma, kentsel dönüşüm gibi birçok yöntem kullanır. Saha çalışmalarını engellemek için de OHAL, yasaklı bölge, güvenlik bölgesi vazgeçilmez argümanlarıdır.
İmzacısı olduğu onlarca uluslararası sözleşmeyi ihlal etmekten geri durmaz. Enerji ihtiyacımız var diyerek HES’ler, barajlar yoluyla suyun ticarileşmesine ve tüm canlıların yaşam hakkı olan suyu ellerinden alması, bundan etkilenenlerin fikir ve kararlarının önemli olmaması, devasa ölçekli barajlar yaparak demografik kültürel ve toplumsal yapının değişmesi, turizm ve güvelik gerekçesi ile ormanların kesilmesi ve bilinçli çıkarılan yangınlar, maden işletmelerine ormanlık alanları kiralar.
Kaya gazı, Res, Hes, Jes ve Tes’ler ve NES’i yeşil enerji diye lanse etmesi, insanlar ve doğal yaşam üzerinde yüzlerce yıl sürebilecek tahribatların görmezden gelinmesi, tarım alanlarının imara açılması, GDO’lu ve hibrit tohumları desteklemek için kanunlar çıkarılması, geçimlik ekonomisi temelinde tarım ve hayvancılıkla geçinen küçük üreticiyi, yayla ve mera yasaklarıyla da koçerliğin bitirilmesi, yanlış tarımsal sulama ile; Urmiye, Meke ve Sıhke gölü ve daha onlarcasının kuruması, can suyu bile kalmayan nehir ve derelerde sucul yaşamın sona ermesi, rantabl olmuş alanları yıkarak TOKİ’ler eliyle yeniden yapmak için acele kamulaştırma ve kamu yararı maddesi ile zorla el konması, araç odaklı imar planlarının çıkarılması, bisiklet ya da yaya yolunun öncelikli olmaması, hafif raylı sistemin gelişmemesi, kır yaşamının bitirilmesi ve kanserli mega kentlere göçü artırması, fiziksel, ruhsal ve toplumsal tahribatlara neden olan çok katlı rezidans ve siteler inşa eder. Doğa ve yaşam koruyucusu kılığına girmiş kurumlardan medet ummak yerine halka gitmek ve halkla dayanışmak, halkla birlikte ortaklaşmak karar vermek en doğru yöntem olacaktır. Doğa ile insanın barışık yaşadığı bir dünya mümkün diyebilmek yolun başı olsa da başarı kaçınılmazdır. Bu kadar saldırı varken sesimizi ve sözümüzü yükseltmeliyiz. Onlar yaşam alanlarımızdan ellerini çekene kadar susmayacağız. Özde doğaya ve insana bir dönüş olmadığı müddetçe ekolojik bir yaşam mümkün olmayacaktır.