TMMOB Başkanı Emin Koramaz ile depremin yarattığı yıkımın nedenlerini, rant ve inşaat düzenini konuştuk: Rant hırsı, akla, bilime ve tekniğe, mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı mesleklerinin gereklerine, insan yaşamına galip gelmiştir. Siyasi iktidarlar tercihini, bilimden, teknikten ve hukuktan yana değil, kaçak yapılaşmadan ve ranttan yana kullanmıştır
Nezahat Doğan
Büyük bir deprem felaketine uyandık. Onca yitirdiğimiz can, yüzbinlerce yaralı, yardım ulaşmadığı için enkaz altında günlerce kurtarılmayı bekleyen canlar ve nerdeyse binaların yerle bir olarak haritadan silindiği kentler…
Ülke topraklarının coğrafi deprem bölgesi olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Ama ne yapılar depreme uygun, ne de denetimler depreme göre yapılıyor. Deprem riskine karşı alınması gereken önlemler bilimsel olarak ortadayken, bunu yok sayan uygulamalar yaşanan felaketlerin bir başka nedeni olarak ortaya çıkıyor.
Cumhurbaşkanı “bize bir sene verin, yeniden binalar yapacağız,” diyor. Ama şu anda zor kış koşulları altında yaşam mücadelesi veren milyonlarca depremzedeye temel ihtiyaçları olan çadır, yiyecek, su, ısınma, tuvalet gibi en hayati ve acil ihtiyaçları bile sağlayamıyor. İktidarın sık sık hedef aldığı ve yetkilerini tırpaladığı meslek örgütü TMMOB, bu konuda birçok bilimsel rapor açıklamıştı. Ancak tüm bilimsel uyarılarda olduğu gibi bu da dikkate alınmadı. TMMOB Başkanı Emin Koramaz ile depremde mezar olan binaları, denetim mekanizmalarını ve rant çarkı ile bağını konuştuk. Koramaz, “AKP-MHP iktidarı yıllarca çıkardığı imar aflarıyla birlikte ülkeyi bu felaketin eşiğine getirmiştir, bu artık bir devlet politikasıdır,” diyor ve ekliyor: “Bu felaketin ve yitirilen onca canın sorumlusu da bütün bilimsel uyarılarımız dikkate almayan ülkeyi yönetenlerdir.”
- Yaşanılan felakette birçok bina yıkıldı neredeyse üç il haritadan silindi. Neden bu kadar çok yıkım oldu?
Deprem bir doğa olayıdır. Depremin yaratacağı yıkım ve can kayıplarını önlemenin ve en aza indirmenin bilinen tek yolu gerekli önlemlerin alınması ve kamunun bu önlemleri uygulayacak bir yapılanmayı oluşturmasından geçmektedir.
Depreme hazırlıklı olmak yer seçiminden başlayarak imar planlarının afet riskine göre hazırlanmasına, içinde yaşadığımız binaların tasarım, inşa, denetim ve bakım süreçlerine, halkın deprem konusunda eğitilmesine, deprem öncesi, deprem esnası ve sonrasında yapılacak çalışmalara kadar geniş bir halkayı kapsar. Bu halkanın herhangi birindeki zayıflık, diğer önemleri de işe yaramaz kılar.
Dolayısıyla depreme hazırlıklı olmak bütünlüklü bir plan, program, bu programı uygulayacak bir devlet yapılanması ve güçlü bir siyasi irade gerektirir.
Ülkemiz topraklarının yüzde 92’sinin deprem tehlikesi altında olduğunu, yüzde 66’sının ise birinci ve ikinci derecede tehlikeli deprem bölgesinde yer aldığını; nüfusu bir milyonun üzerinde bulunan 11 büyük kentimizin ve ülke nüfusumuzun yüzde 70’inin deprem tehlikesi altında yaşadığını; büyük sanayi tesislerinin, barajlarımızın neredeyse tamamının deprem bölgelerinde bulunduğunu hepimiz biliyoruz.
Buna rağmen depremin yol açacağı can kayıplarını ve hasarlarını en aza indirecek köklü önlemler bir türlü alınmamıştır.
1999 Marmara depreminin yarattığı toplumsal duyarlılıkla hazırlanan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nın (UDSEP) gerekleri yerine getirilmemiştir.
Aksine kaçak ve güvenliksiz yapılaşma teşvik edilmiş, deprem vergileri başka alanlarda kullanılmıştır. Deprem toplanma alanlarımız bile yapılaşmaya açılmış, “imar barışı” adı altında çoğunluğu hiç mühendislik hizmeti almamış 10 milyonun üzerinde yapı kayıt altına alınmıştır, kentsel dönüşüm rant yaratma aracı olarak kullanılmış, yapı denetim sistemi ticarileştirilmiş, Odalarımızın kamu yararı anlayışıyla yerine getirdikleri üyeleri üzerindeki denetim ve gözetim sorumluluğu, mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme hizmetleri yapı denetim süreçlerinden dışlanmıştır.
Söz konusu plana göre 2017 yılına kadar depreme dayanıklı hale getirilmesi gereken kamu binalarında gerekli iyileştirmeler yapılmamış, 2002 yılına kadar iyileştirilmesinin yapılması gereken konutlara ilişkin ise kapsamlı bir envanter çalışması dahi gerçekleştirilmemiştir.
Kısacası, rant hırsı, akla, bilime ve tekniğe, mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı mesleklerinin gereklerine, insan yaşamına galip gelmiştir.
Bu süreç siyasi bir tercihtir. Siyasi iktidarlar burada tercihini, insan yaşamından, kamu yararından, planlamanın, mimarlık ve mühendisliğin gereklerinden; yani bilimden, teknikten ve hukuktan yana değil, kaçak yapılaşmadan ve rant çevrelerinden yana kullanmıştır.
- Pek çok kamu binası da yıkıldı. Havalimanı pistleri ve yollar kullanılamaz hale geldi. Bunların deprem güvenliği ile ilgili farklı bir denetim mekanizmaları yok muydu?
Kamu binalarının yapımında denetim görev ve sorumluluğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda olup bu sorumluluğu “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Kamu Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği” kapsamında yerine getirmektedir.
Devlet ülke ve bölge düzeyindeki karayolları güzergâhları, havaalanı yer seçimleri gibi ulaşım altyapısı ile ilgili kararlar siyasi iktidar tarafından alınmaktadır. İlgili kurum veya kuruluşlar ihtiyaca bağlı olarak da programlarına alabilirler. Özetle hükümet politikası çerçevesinde kesinleşmektedir. Bunlara ilişkin çevre düzeni planları ve imar planları ile inşat kontrolü Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılmaktadır.
- Diğer taraftan da tarım alanları ve yapılaşmaya uygun olmayan zeminler imara açılıyor. İmar ve rant arasında nasıl bir ilişki var?
Özellikle son 15 yıldır, imalat sanayinden ve üretimden vazgeçilmiş ülke ekonomisi arazi rantı üzerine temellendirilmiştir. İnşaat sektörü de bu temelin odağına yerleştirilmiştir. Ülke topraklarının tamamının, ormanlar, yaylalar, meralar, milli parklar ayrımı gözetmeksizin arsa olarak değerlendirildiği mevzuatta yapılan düzenlemeler ile açık olarak görülmektedir. Örneğin yakın zamanda, Uludağ Milli Parkı’nın statüsünün kaldırılarak ve alan başkanlığına dönüştürülerek turizm sektörünün kullanımına açılması; “Orman Kanununun 17. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Uygulanması Hakkında Yönetmelikte” 15 Şubat 2023 tarihinde yapılan değişiklikle orman alanlarında yol, havaalanı yeraltı depolama tesisi, elektrik nakil hattı, enerji santralleri, sağlık, otel, motel, lokanta, akaryakıt istasyonu, dini tesis, terminal binaları, alışveriş üniteleri gibi 40’tan fazla kullanım için tahsis yapılması; ayrıca TEİAŞ ve TEDAŞ’a bir yerin orman sayılıp sayılmayacağını belirleme yetkisinin verilmesi güncel örneklerdendir.
Riskli yapıların dönüştürülmesi için önemli fırsatlar sunan, kentsel dönüşüm uygulamalarının riskli bölgelerden değil de kentsel rantın en yüksek olduğu bölgelerden başlatılması da diğer bir göstergedir.
Kentlerin bütüncül olarak ele alındığı imar planlarında verilen yapılaşma kararlarının, yol, otopark, kanalizasyon, içme suyu vb. teknik altyapısına, eğitim, sağlık, açık yeşil alan gibi sosyo-kültürel altyapısına ilişkin herhangi bir ilave alan ayırmadan, parsel bazında ayrıcalıklı imar haklarının verilmesi kentsel arazi rantının yeniden üretilmesidir.
- Meclise ve kamuoyuna sunulmuş, pek çok bilimsel deprem raporu var. Bu raporlar neden hiç dikkate alınmadı?
Bu bilinçli bir tercihtir. Rant ve sömürü iştahının ne boyutlara ulaştığının göstergesidir. Bilimi yok sayan bu anlayış, deprem zararlarını azaltmak için alınması gereken önlemleri, temsil ettiği rant kesimleri ve sermaye çevreleri açısından bir maliyet yükü olarak görmektedir. Bu anlayış aynı zamanda iş güvenliği önlemlerini yük olarak gördüğü için çalışma alanlarımız işçi mezarlığına dönüşmekte, çevresel önlemleri yük olarak gördüğü için doğamız yok edilmektedir.
- AKP’nin 22 yıllık iktidarında 9 kere imar affı çıkarması ne anlama geliyor? Bu aflarla kaçak ve kötü yapılaşma teşvik edilmiş olmuyor mu?
İmar aflarının oy artırma aracı, ekonomik kriz koşullarında kaynak yaratma aracı olarak kullanılması AKP döneminde bir devlet politikası haline getirildi. Kaçak ve güvenliksiz yapılaşma teşvik edilmiş, deprem vergileri başka alanlarda kullanılmıştır
Tabi ki, teşvik edilmiş oluyor. İmar aflarının seçim dönemlerinde oy artırma aracı, ekonomik kriz koşullarında kaynak yaratma aracı olarak kullanılması AKP döneminde bir devlet politikası haline getirildi. Sadece kentsel yapılaşma alanları değil, çevre mevzuatına aykırı bir şekilde inşa edilmiş otoyollar, hava alanları gibi stratejik öneme sahip yatırımlar ile madencilik, enerji, turizm alanındaki birçok tesis af kapsamına alındı.
Kaçak ve kötü yapılaşmanın teşvik edilmesinin yanı sıra 22 yılda 9 kez çıkarılan imar afları, toplumda adalet duygusunun onarılmaz şekilde zedelemiştir. Doğa olaylarının afete dönüşerek binlerce insanımızın hayatını kaybetmesinde, korunması gerekli doğal alanlarımız olan ormanların ve su havzalarının giderek tükenmesinde, mera ve tarım alanlarının hızla ve sistematik bir şekilde yok edilmesinde, kentlerimizdeki kamusallıkların kaybında ve haksız kazanç ile yasadışı örgütlenmelerin güç kazanmasında ciddi bir rol üstlenmiştir.
- AKP iktidarında şehirlerin imar planları da yerel yönetimlerin elinden alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yetkisine verildi. Bununla ne amaçlandı? Bu uygulama ne tür sonuçlar doğurdu?
Yerel yönetimlerin imar planları ile ilgili yetkisinde bir değişiklik yoktur. Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın imar planlarına ilişkin istisna yetkisi bir yapıya ruhsat verecek şekilde genişletilmiştir. Bakanlık adeta ülkenin tek bir belediyesine dönüşmüştür. Bakanlık kamu yararı adı altında ülkenin herhangi bir noktasında veya kentin içindeki bir parselde istediği yapılaşma kararını verebilmektedir. Bakanlığın bu istisna yetkisini keyfiyetle kullanması yerel yönetimlerin yetki gaspıdır. Siyasi iktidar bu yetki gaspı ile planlamanın bütüncül niteliğini gözardı ederek “malum” çevrelere ayrıcalıklı imar hakları vermekten imtina etmemektedir.
- AKP iktidarı, ayrıca 2018 yılında çıkardığı “imar barışı” adı adındaki son imar affı ile devlete ödenen belli bir para karşılığında mevzuata aykırı tüm yapılara yasal statü kazandırdı. Bu nasıl bir denetimsizliğe neden oldu?
İmara aykırı yada imar dışı alanlarda yapılan kaçak yapıların affedilmesi çok boyutlu bir denetimsizliğe yol açmıştır.
Genel olarak 1948 yılından itibaren getirilen imar aflarının en önemli sonucu; toplumda, imarlı alanlarda ya da yapılaşmaya kapalı alanlardaki kaçak yapılaşma için “nasıl olsa af çıkar ve yasallaşır” anlayışını yerleştirmiştir.
İmar barışı diye lanse edilen 2018 imar affının diğer imar aflarından farkı “barış” kavramı ile normalleştirilmeye çalışılması, yapının sorumluluğunu vatandaşa yüklemesi ve bunun bir barış anlaşması gibi ifade edilmesidir. Diğer önemli konu da içme suyu su havzaları, milli parklar ve Boğaziçi öngörünüm bölgesi haricinde istisnasız tüm yerlerdeki kaçak yapıların kapsam içine alınmasıdır. Bu konuda TMMOB’nin hazırladığı “sermaye ile yapılan barış: imar affı” raporu önemli bir belgedir. (<http://www.tmmob.org.tr/yayin/sermaye-ile-yapilan-baris-imar-affi> )
- Yapı Kayıt Belgesi alan binalara yerel yönetimlerin, yani belediyelerin müdahale etme imkânı da büyük oranda ellerinden alındı bu hangi riskleri beraberinde getirdi?
Yapı kayıt belgesi alınan binalar için ilgili belediyenin kontrol ve yaptırım yetkisi elinden alınmış oldu. Yapılara sonradan eklenen bölümler, kaçak çıkılan katlar ve kaçak yapılan binalar ruhsatlandırıldı. Hiçbir mühendislik hizmeti almamış bu kaçak yapılar ve eklentileri insan hayatını tehdit etmektedir. Bunun en somut ve acı örneğini Kartal’da yıkılan bir binada yaşadık. Başta metropoller olmak üzere tüm kentlerimizde bu biçimde ruhsatlandırılan binlerce bina yıkım tehdidi taşıyor.
- 22 yıl boyunca toplanan deprem vergileri deprem riskli taşıyan yaklaşık 4 milyon binanın yenilenmesine ve depreme karşı dayanıklı hale getirilmesine yetecek bir büyüklüğü ifade ediyordu. Bu kaynak ne oldu? Nerelere kullanıldı? Niçin deprem riskini azaltmak için kullanılmadı?
24 yıldır yaşadığımız her deprem sonrasında, kentlerimizin depreme karşı hazırlıksızlığının ortaya çıkması ve devletin yaraları sarmak için yardım kampanyalarına başvurması, deprem gerekçesiyle yıllarca toplanan vergilerin nasıl kullanıldığı sorusunu tabi ki aklımıza getiriyor.
2003 yılında dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan “Bu vergiler deprem için getirilmiş olsa, alınır biterdi. Bütçenin ihtiyacı olduğu için toplandı, milleti aldatmanın alemi yok” demiş, 2011 yılında ise dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek TBMM’de yaptığı açıklamada deprem vergilerinin sağlık, eğitim, duble yollar için harcandığını açıklamıştı.
Bu kaynağın deprem riskini azaltmak için kullanılmadığını açıkça ikrar edenler yaşanan felaketin boyutlarının asli sorumlusudurlar ve hesabını vermeleri gerekir.
- Bölgeye çadır kentler kurulamazken bir yıl içerisinde yeni binalar yapacağız deniliyor. Yeni yerleşimler nasıl bir karar süreciyle yapılacak? Yine bir denetimsizle karşı karşıya mı kalınacak?
Geçmiş depremler sonrasında yapılanların tekrar edileceği anlaşılıyor. Deprem sonrasında zor koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan yurttaşlarımız açısından güvenli konut alanlarına bir an önce erişmeleri elbette ki temel beklentimizdir. Ancak bu sürecin bilimsel gerçekler, teknik gereklilikler ve şehircilik ilkelerine uyulmadan yapılması halinde uzun vadeye yayılmış ciddi sorunlarla karşılaşılacağı açıktır.
- Yandaş medyadan Sizin kurumuza karşı “TMMOB neden uyarmadı” şeklinde hedef göstermeler oldu. Oysa TMMOB pek çok rapor ve belge yayınladı. Bunlara rağmen, bu şekilde hedef gösterilmenizi nasıl yorumluyorsunuz?
Bu büyük felaketin bir sorumlusu bu ülkeyi yönetenlerken bir diğer sorumlusu da bu yağma ve rant düzenine alkış tutan yandaş medyadır. Yağmalayıp yok ettikleri doğamızın, kent mekanlarının, göçük altında bıraktıkları yurttaşlarımızın hesabını vermekten korkuyorlar
Suçluların telaşı içindeler. Çünkü yaşanan bu büyük felaketin bir sorumlusu bu ülkeyi yönetenlerken bir diğer sorumlusu da bu yağma ve rant düzenine alkış tutan yandaş medya kalemşörleri ve o medya kuruluşlarının patronlarıdır. Yağma düzenleri son bulacak, ballı ihaleleri, vurgun projeleri, torpilli işleri sona erecek diye korkuyorlar. Yağmalayıp yok ettikleri kamu işletmelerimizin, ormanlarımızın, kıyılarımızın, madenlerimizin, tarım alanlarımızın, kent mekanlarının, göçük altında bıraktıkları yurttaşlarımızın hesabını vermekten korkuyorlar.
TMMOB Anayasal bir meslek kuruluşudur. Kuruluş açıkça ifade edildiği gibi, şehir plancılığı, mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin toplum yararına sunulması için çalışmalar yürütmek TMMOB’nin asli görevidir. Gerçekleri söylemek, halkın çıkarına olanı söylemek bizim mesleki ve toplumsal sorumluluğumuzdur. Çünkü bilimden ve toplumdan yana olan bizler gerçekleri söylemezsek, iktidar sahipleri kendi çıkarlarını halka dayatırlar. Meslek alanlarımızda hazırladığımız bilimsel raporlar, düzenlediğimiz bilimsel toplantılar, yapmış olduğumuz basın açıklamaları, açtığımız davalarla kamu zararı doğuracak birçok projeyi engellememiz bu çevreleri rahatsız etmektedir. Bu nedenle yıllardır hedefteyiz. Bir yandan bizlerin mesleki denetim yetkilerini ve mesleki faaliyetlerini sınırlandırmaya çalışırken, diğer yandan da kuruluş yasamızı değiştirmeye çalışarak bizleri etkisiz kılmaya uğraşıyorlar. Ancak bilinsin ki, hiçbir şekilde susmayacağız. Ülkenin neresinde olursa olsun bilime aykırı, kamu çıkarına uymayan, doğayı ve insan sağlığını tehdit eden tüm projelere karşı aklın, bilimin ve kamusal sorumluluklarımızın gösterdiği yolda mücadele etmeye devam edeceğiz.
- Önümüzde Kuzey Anadolu Fay hattında büyük bir İstanbul depremi bekleniyor? Bir de inatla yapımı planlanan Kanal İstanbul projesi var? Türkiye nüfusunun dörtte birini barındıran İstanbul için uyarılarınız nedir?
İstanbul depremi için ayrıca bir şey söylemeye gerek yok. Maraş depremi ile ne kadar hazırlıksız olunduğunu ve devletin kurumlarının içinin boşaltılmasının ağır sonuçlarını hep birlikte yaşadık. İstanbul’da yaşanacak bir depremde de belirttiğimiz çalışmalar tamamlanmazsa ve aynı anlayışla devam edilirse aynı sonuçlarla karşı karşıya kalacağımız gün gibi açık. Bir ekokırım ve rant projesi olarak gündeme getirilen kanal İstanbul projesi ile ilgili açtığımız birçok dava ve birçok raporumuz var. İstanbul’un yaşam destek sistemleri olan orman alanların, ekolojik ve biyolojik değerlerin, tarım alanlarının, su kaynaklarının ve sit alanlarının yok olmasına yol açacak bu projede hiçbir kamu yararı bulunmamaktadır. Sermayenin taleplerine ve iktidarın ihtiyaçlarına dayanarak hazırlanan bu proje derhal durdurulmalıdır.
- Bugün yaşanan deprem benzeri yıkımları ne yazık kiönümüzdeki dönemde de göreceğiz. Ülke hangi risklerle karşı karşıya? Şimdi, bugün neler yapılmalı? Riskler neler?
Deprem özelinde deprem öncesi, deprem sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu yararı ve ülke çıkarını gözeten ulusal bir deprem politikası belirlenmeli, bu çerçevede bir Ulusal Deprem Stratejisi ve Türkiye Deprem Master Planı hazırlanmalıdır. Denetimsiz ve kaçak yapılaşmaya derhal son verilmelidir. İmar afları yasaklanmalıdır. Ülkemizin deprem ve afet planları geliştirilmeli, deprem zararlarını azaltma önlemleri, İmar Yasası ve diğer ilgili mevzuatlara yansıtılmalı, kent planlaması, yapı üretimi ve yapı denetimi konusu bütünlüklü bir şekilde ele alınmalı, ülkemiz yapı stokunda gerekli mühendislik incelemeleri yapılarak riskli yapılardaki risklerin giderilmesi çalışmaları ivedilikle başlatılmalıdır. Yapı Denetimi ile ilgili kamusal yapılanmalarda TMMOB ve bağlı Odalar, görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanarak temsil edilmelidir. Yerel yönetimler bu konuda TMMOB’ye bağlı odalarla iş birliği içinde olmalıdır.
- Emin Koramaz’ın derdi ne?
Üreten, sanayileşen, hakça bölüşen, üzerinde insanlarımızın çağdaş değerlerle mutlu bir yaşam sürdüğü bir ülke, barış ve güzelliklerle dolu bir dünya…