Erol Katırcıoğlu
İşaretlerden anlaşılan çok sıkıntılı bir sürece giriyoruz. İktidar, iktidarı bırakmamak için elinden gelen her şeyi yapacak gibi görünüyor. Her türlü derken, laf olsun diye söylemiyorum. Gerçekten “her türlü” demek istiyorum. Onun için de demokrasi güçlerinin çok dikkatli olması gerektiği açık. Açık çünkü iktidar muhalefetle ve tabii esas olarak CHP ile gerilimi arttırırken asıl hedef bence demokrasi güçleri. Demokrasi güçleri derken de Emek ve Özgürlük İttifakı. Mersin olayı da bunu gösterdi.
Şunu baştan söyleyeyim. Benim bu “ittifak” meselelerinde eleştirel bir tutumum var. Çünkü ittifak eden parti ya da platformların toplumsal karşılıkları çok sınırlı. Yani HDP dışındaki örgütlerin toplumda belirli bir sosyal tabanı temsil etmedikleri ortada. Her ne kadar hepsi “işçi sınıfı” diyorsa da hiçbirinin “işçi sınıfı” içinde belirli bir örgütlülük düzeyi yok. Ne var derseniz daha çok 80 kuşağı devrimcileri ve gençlik var.
Olsun! Tabii ki bu kesimlerin varlığı da demokratik mücadele için çok önemlidir diyebilirsiniz. Ben de bu düşüncedeyim aslında. Bu nedenle de benim de bu parti ve platformların içindeki insanların hayalleriyle bir sorunum yok. Hatta benimsedikleri “değerler” ve “kişilikleriyle” ilgili de… Hepsi daha iyi bir Türkiye ve daha özgür bir toplum peşindeler. Ama bir de kurulmuş ve kurulacak ittifakların belirli bir hegemonik siyaset için gereklilikleri var. Ben bu ittifak denemelerinde bu gerekliliklerin yeterince düşünülmediğini ve yeterince anlaşılmadığını gözlemliyorum. Eleştirel tutumum da bu nedenle.
Biliyoruz ki aralarında farklılıkları olsa da demokrasi ve özgürlük konularında içsel sorunları olan bir 6’lı masa ile karşısındaki iktidar güçlerinin kavgaları bu ülkede gerçek barışı ve özgürlükleri arzu eden insanlarımızın taleplerini karşılayabilecek bir düzene evrilmeyecek. O nedenle HDP’nin son dönemde kurucusu olduğu “Emek ve Özgürlük İttifakı’nın” varlığı çok önemli.
Hatırlamakta yara vardır ki “Radikal Demokrasi” şiarıyla örgütlenmiş HDP, toplumda sorunları olan farklı kimliklerin talepleri üzerinden bir “hegemonya” yaratarak siyasi mücadele yapmak üzere kurulmuş bir partidir. Nitekim HDP’nin kuruluşunda farklı toplumsal kesimler, Kürtler, Aleviler, Çerkesler, Süryaniler, Araplar, Ermeniler ve diğerleri HDK’da toplanarak HDP’yi bu fikriyat üzerinden kurdular. Her biri kendi mağduriyetini gidermek için bir diğerinin mağduriyetini de savunarak, bir başka deyişle mücadeleler arasında bir eşdeğerlilik yaratarak toplumda değişim için gerekli hegemonyayı oluşturma siyasetini hayata geçirmek üzere yola çıktılar.
Fakat gerek bu aşamada ve gerekse de bu son “ittifak” çabasında benim gözlemlediğim önemli bir eksiklik var. Bu eksikliği “radikal demokrasi teorisini” ortaya atan Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un ağzından şöyle aktarabiliriz:
“Bir “demokratik eşdeğerlilik”in var olması için başka bir şey daha gereklidir. Her grubun taleplerinin diğer gruplarınkilerle eşdeğerliksel olarak eklemlendiği-Marx’ın deyişiyle, “her birinin özgür gelişiminin, hepsinin özgür gelişiminin koşulu olacağı”-bir tarzda, bu farklı grupların kimliklerini değiştiren yeni bir “ortak duygu”nun yaratılması. Yani, verili çıkarlar arasında bir “ittifak” tesis etmekle kalmayıp, bu ittifaka katılan güçlerin kimliklerini değiştirdiği ölçüde yaratılan eşdeğerlik her zaman hegemoniktir. İşçilerin çıkarlarının savunusunun kadınların, göçmenlerin ya da tüketicilerin zararına yapılmaması için, bu farklı mücadeleler arasında bir eşdeğerlik kurulması gereklidir.”
Kısacası, ittifaka evet, ama ittifak içine girmiş kesimler arasında, paylaştıkları amaç etrafında “ortak bir duygu” üretebilmek için, kendi kimliklerinin değişmesini dahi göze alabilen bir siyaset anlayışı gereklidir. HDP’nin ittifaklarında böyle bir anlayış var mıdır? Doğrusu ittifak unsurlarının işçi sınıfı vurguları öyledir ki, mağduriyetler arasında bir eşdeğerliliğin zayıf olduğunu düşündürtmektedir. Bence, zaman zaman bu sütunda yazdığım gibi, işçilerin çıkarlarının savunulması ile Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, LGBT+’ların ve diğer mağdur kesimlerin çıkarlarının savunulması bir ve aynı mücadelenin parçaları olarak anlaşılmalıdır.
Gerçek anlamda bir “eşitlik ve özgürlük” siyasetinin hegemonik olabilmesi ancak böyle sağlanabilir.