Açlık grevcileri “kritik” döneme girdi. Leyla Güven’in hayatı artık tehlikede.
Aramızda konuşuyoruz. Herkes kaygılı.
İçimizden birisi, Saray iktidarı için “vicdansızlar” diye mırıldandı.
“Vicdansızlar!”
Bir iki kişi aynı sözcüğü tekrarladı: “Vicdansızlar…”
“Ölmelerini bekliyorlar…”
Bu “vicdan” ve “bekleme” sözcükleri başımıza geleni anlamama yetti.
Konuşanlar Leyla Güven’in “kimin vicdanına” hitap ettiğini ve “kimleri beklememeye” çağırdığını kesinlikle anlamamışlardı. Saray’ın “vicdansızlığına” öfkeliydiler, ölümleri “bekleyen” vicdansızlığa isyan ediyorlardı.
Oysa Leyla Güven onların, bizim, hepimizin “vicdanına” sesleniyordu; “ölmemi mi bekliyorsunuz?” diye soruyordu.
Açlık grevcileri Erdoğan’a “tecridi kaldır, yoksa yaşamımıza son vereceğiz” demiyor; bize “tecride karşı harekete geçin, tecridi kırın, ölmemizi beklemeyin” diyor. Muhatap Saray değil, biziz. Çünkü Saray zaten onlar ölsün diye bekliyor, biz ise yaşamaları için bir şeyler yapmalıyız. Hiç kuşkusuz Leyla Güven’in eylemi yanıtsız kalmadı. Zindanlarda yüzlerce tutsak bedenlerini ölüme yatırdı. Avrupa’da, Hewler’de süresiz ve dönüşümsüz açlık grevleri başladı. Ve her geçen gün açlık grevine yatanların sayısı artmakta.
Neden?
Bu insanlar neden ucunda ölümün yattığı böyle bir yola koyuldu?
Bizim yüzümüzden.
Bir an için düşünün, kitleler Leyla Güven’in yükselttiği “tecridi kırmak, faşizmi yıkmak, Kürdistan’ı özgürleştirmek” sloganıyla ayağa kalksaydı.
Milyonlar, tutuklanmayı göze alarak alanları doldursaydı.
Öyle “örgüt” kararıyla yapılan mitingler değil, kendiliğinden kabaran bir devrimci dalga ülkeyi baştanbaşa kaplasaydı…
Şimdi ölüm eşiğinde olan arkadaşlarımız, o gün ilk “çorbalarını” içer, ayağa kalkabilenler ayağa kalkar, kalkamayanlar kalkmaya çabalar, az sonra da şimdi sayıları üç yüzü aşan bu devrimci grevcilerin tutsak olmayanları, sokaklardaki halkın arasına karışır, kol kola ve en önde faşizmin üstüne yürürdü.
Ama ölümün eşiğindekiler, ne yazık ki, “ölüm yolundan dönme” zamanının geldiğine ikna olmuş değiller.
Eksik olan bir şeyler var.
Grevcilerin arasında nice serhildan deneyinden geçenler bu eksik olan şeyin ne olduğunu biliyorlar. 12 Eylül faşizminin Diyarbakır zulmünü yaşayanlar, “üç kibrit”in titrek ışığının özgürlük devrimini aydınlattığını hatırlıyorlar. Ödeyecekleri “bedelin” bu defa da ülkenin karanlığında halkın yolunu aydınlatacağına inanıyorlar. Çünkü onlar kulaklarını toprağa dayamış, halkın öfkesinin serhildanlarda duydukları uğultusunu henüz duyamıyorlar.
Elbette, HDP’nin Bakırköy mitingine katılanları coşkuyla izliyorlar. “Yerel seçim mücadelesini, tecride karşı mücadeleyle birleştiren” politik çizgiye büyük önem veriyorlar. Konuşmaları alkışlıyorlar. Demeçleri destekliyorlar. Valilik izniyle yapılan mitingleri selamlıyorlar. Seçim çalışmalarını heyecanla izliyorlar. Uluslararası alanda diplomasi ataklarına büyük değer veriyorlar. En çok da Adana’da olduğu gibi bir kaç genç yurtseverin köprülere gizlice astığı pankartlar, hemen her yerdeki cesaretli eylemler, onlara kendi mücadelelerini hatırlatıyor. Ama doğruya doğru, eğriye eğri demenin zamanı.
Tecride karşı mücadelenin bayrağını onların elinden alıp, Amed surlarında dalgalandıranlar ortaya çıkmadıkça, yedi-sekiz yaşındaki çocuklar, şimdi artık delikanlılık çağına gelen ağabeyleri, ablaları gibi Nusaybin’in “hat boylarında” “biji” diye koşuşmadıkça, misyonlarının tamamlandığına inanmayacaklar.
İnanmadıkları için de bedenlerinin iradelerine isyan ettiği her saat, her dakika ve saniyede, bir yandan bedenlerinin isyanını bastıracak, bir yandan da bize seslenmeye devam edecekler.
“Vicdansız rejim ölümleri bekliyor” diye mırıldanan bizlere, “siz neyi bekliyorsunuz?” diye soracaklar.
Benim sevgili arkadaşım, Sur’un yırtık pırtık giysili büyümüş de küçülmüş isyankar çocuğu Quto, “Veysi abe, dedi, bir yandan gözünden akan yaşları gizleyerek, ben Newroz’u bekliyem, grevci abelerimin, ablalarımın, en çok da Leyla ablamın o güne kadar direneceğini düşüniyem, az kaldı, bugün 5 Şubat, bu ay kısadır, arkası Marttır, dağlarda karlar erir, meşeler yeşerir, Kürdün kanı kızışır…O gün tecridin kırılışına az kalır, 31 Mart’ta da kayyımlar silinir süpürülür, arkası gelir.”
Quto’yla konuşana kadar Allah sizi inandırsın, önümüzde Newroz gününün durduğunu unutmuştum. Hatırlattı.
Bu grev zaferle sonuçlanacak. Bütün grevciler Newroz’da buluşacak. Tecrit kırılacak.
Ne demişler, “çocuktan al haberi”. Quto müjdeli haberi verdi.