Êzidîliğin dili Kürtçe’dir. Qewilleri hepsi Kürtçe’dir. Bu şu anlama geliyor. Güçlü bir kökü var ve bu kök hep var oluyor… Önemli olan köktür. O da sırdır. Yazılmamış şeyler o qewilde gizlidir
Berfîn Hêzîl
Şengal, Musul Ovası’nın bir silsilesidir. Diğer parçalara göre Şengal küçük bir dağdır görüntüsüne bakılırsa. O yöreye göre de yüksektir. Ovanın en yüksek ve hakim yeridir. Çilmera stratejik ve askeri bir alandır. O ovanın hâkimiyeti hem Başûr üzerinde var hem de Rojava’ya uzanan bir sınırı var. İran ve Irak savaşında Saddam orayı bir merkez yapmıştı. ABD ve Saddam savaşı döneminde de ABD orayı merkez yapmıştı. Coğrafik olarak değerlendirsek Şengal stratejik bir yerdir. 15-20 kilometre sınıra da yakındır. 70-75 kilometre uzunluğu var. Şengal dağları Êzidîler için her zaman savunma yeri olarak sayılmıştır.
Şengal’in adı
Êzidîler için üç dağdan söz edebiliriz. Karacadağ bunlardan bir tanesidir. Bu dağın ismini dengbêj stranlarında duymuşsunuzdur. Karacadağ Mardin-Urfa-Amed sınırlarını kapsıyor. Şengal Dağı da Irak’ın sınırları içine giriyor. Musul Ovası’nın üzerindedir, Rojava’ya uzanıyor. Êzidîler daha çok bu dağlarda yaşamış. Hevreşîn yolunu da birleştirebilir. Abdulaziz Dağı da var. Aslında Êzidîler daha çok bu dağlarda kalmış. Bundan dolayı da üç parçadan söz edebiliriz. Bu üç parça arasında da sürekli bir göç yaşanmış. Her fermanda bu göçler sırasında ya Şengal’den Rojava’ya göç edilmiş ya da diğer yerlerde göçler yaşanmış. Yaşanan her fermanda Êzidîler kendilerini bu dağlarda kalarak savunmuş. Fermanın yaşandığı döneme dair büyüklerden dinlediğimizde Şengal için “Şengal küçük bir kız çocuğunun ismidir. Osmanlıların fermanından kurtulduklarında Şengal adındaki küçük kız, fermandan kurtuluyor. Orada kalıyor. Kızın adı Şengal olduğu için o alana Şengal ismi veriliyor.” Öyle diyorlar. Birçok söylenti var. Ama küçük bir kız çocuğunun olarak biliniyor.
Sözlü tarih
Êzidîler arasında çarpıcı bir şey var. Tarihlerine ilişkin yazımsal hiçbir şey yok. Tarihleri sözlüdür. 73 fermandan söz ediyorlar. 73 fermanın hiçbiri belgeli değil. Sözlü olarak tarihten günümüze gelmiş fermanların unutulmaması için.Yüz yıllar boyunca sözlü olarak nesilden nesile aktarılıyor. Sözlü olarak tarihten günümüze gelen ya yarım kalmış ya da çarpıtılmış. Konuştuklarımız da toplumdan öğrendiklerimizdir. Araştırma yaparak, kitap okuyarak Êzidîler hakkında bilgi sahibi olamadık. Yaşananları sözlü olarak toplum kendi içinde saklamış. Onlarla yapılan sohbetlerde eğer onlardan bir şey öğrenmişsen öyle bilgileniyorsun. Bu nedenle Ezidî toplumu hakkında yeterince bilgi sahibi olamamışız, anlayamamışız. Sözlü olarak günümüze aktarılanlar yazıya da geçirilmemiş. Bundan sonra belki aktarılır. Fermanın üzerinden 6 yıl geçti. Son 6 yıldır Êzidîlikten kısmen söz edildi. İnanç ve dininden söz edilmiştir.
Tabakalar oluşturuldu
Êzidîlik neden bir din olarak kaldı? Neden bir toplum olarak değil? Eğer biz bu soruları doğru analiz edemezsek günümüzü de doğru tahlil edemeyiz. Êzidî toplumu hep ferman ve soykırımdan geçirildiği için daha çok inancıyla sınırlı bırakıldı. Din insanları daha çok bu toplumu yürüttü. Sadece dinle yürütülen bir toplum da ekonomiden yoksun kalır, eğitimden yoksun kalır, evrensel gelişmelerden geri kalır. Dini savunma adı altında din alimlerinin öncülüğünde toplum yürütüldü. Bu toplum ister istemez bilimde gelişmiyor. Klasik bilimden söz etmiyorum. Toplumun nasıl yürütülebilmesi gerektiğinden söz ediyorum. Bu toplumu diğer toplumlardan farklı kılan şey nedir? Diğer toplumlar iktidarla erken yüz yüze geldi. Kentleşme gelişti. İktidarcılık gelişti. Toplumun içinde iktidar din adamları eliyle geliştirildi. Din ve dincilik toplumu daraltıyor. Toplumsal olarak, ekonomik olarak, eğitim olarak dünya görüşü olarak dar kalıyor. Bu toplum tabakalar şeklinde bırakıldı. Bu toplum buna mecbur bırakıldı, savunulması için. Ancak toplum kendini savunmak için örgütleme gerektiğinin farkında değil. Sadece inançla toplum örgütlenemez ve yürütülemez.
Melekê tavus ve cennet
Êzidî toplum diğer toplumlardan farklıdır. Azınlık bir toplum olarak Sünnileşen Kürtlerin iktidarla tanışmaları oldu. Êzidî toplumu iktidarla tanışmamış. Kentleşmeyle son 50 yıldır tanışmış. Ekonomik, eğitim ve toplumun ihtiyaç duyduğu noktalarda kendini örgütlememiş. Mezopotamya’da tek tanrılı dinlere göre “Melekê tavus cenneti yeryüzüne getiriyor. Yaşamla tanıştırıyor. Aslında yaşam o zaman başlıyor. İnsalık o zaman yaşamaya başlıyor.” Müslüman inanışına göre Sünni İslam’a göre “Tanrıya karşı baş kaldıran melek” denilir. Hıristiyanlığa göre “gökyüzünden inan bir melek olarak” olarak tanımlanıyor. Aslında Hıristiyanlık ve İslam bu inancı hiçbir zaman benimsemediler. Her zaman iktidar olarak bu inanışı küçük düşürmeye çalıştı. Ama inanç kendi gerçekliğinde diyor ki “insanlık yeryüzüne yayıldı ve yaşamı yarattı” Çünkü melekê tavus insanı cennetten yeryüzüne getirir ve yaşam o insanla başlıyor. Farklılıkları başlarına bela oldu. İktidarlar bu farklılıklarını onlara karşı kullandı. Kötü adlarla anılmaları da farklı bir durumdu. Toplumun bu kadar bu inançla sınırlı kalmasının nedeni dağılmamısı içindir. Her soykırım ve fermandan geçirildiklerinde bir parçası onlardan koparıldı. Günümüzde çok net gözlerimizle gördük. Her soykırımdan geçirildiğinde yüz binlerce insan göçertildi. Ya da katledildi. Bunların hiçbiri belgelenmemiş, hepsi sözlü olarak anlatılıyor. Bugün ise herkes belgelerle konuşabilir. Bunun arka planını iyi bilmek gerekir. Herkes kendine göre bir tanımlama yapıyor bu dine. Bu din yapılan tanımlamalarla lanetleniyor. Diğer toplumlardan ise koparılıyor. 50 yıl öncesinde de bu toplum soykırımla kadar yüz yüze geldi; komşularıyla ilişkisi o kadar zor değildi. Yaşamayı biliyordu. Göçertilmesine ve yollara dökülmelerine rağmen komşularıyla ilişkileri iyiydi, paylaşımcıydı. Dinin özünde bu var. Bu dinde kötülük yok. Kendini savunma hakkın var. Ancak başkasına kaldırma hakkın yok. O yüzden farklı bir toplumdur.
Çarşema sor
Mesela çok güzel dinlerini yaşayışları var. Nisan ayının başındaki Çarşamba Hıristiyanlıkta da var. Yumurtaları renklere boyuyorlar. O gün hakkında şunu söylerler: “O gün dünyada bütün canlılar, insanlar, doğa ve hayvanlar bütün güzellikleriyle olgunlaşıyor ve yaşam başlıyor. Dünya yeniden oluşuyor o gün.” Nisanın başındaki Çarşamba dünyanın oluşumunun kutlanmasıdır. Yeryüzünde oluşan bütün nimetlere dua ediyorsun. Yenilenen bütün canlılara dua ediyorsun. Yeniden açan güle dua ediyorsun. Budur nisanın başındaki Çarşamba’nın anlamı. Bir Êzidî’yê soruyorsun “yumurtaları neden boyuyorsunuz” diye. O da diyor ki, “Yumurta dünyadır. Dünya güneşin etrafında dolaşıyor. Yumurta’nın sarısı da güneştir. Yumurtayı boyayınca bu da dünyanın renkliliğini ve canlıların zenginliğini gösteriyor.” Bunda da dünyanın oluşumuna dair derin bir felsefe görülüyor. Dininde, din motiflerinde dünyanın oluşum felsefesini anlayabiliriz. Bu da fazlasıyla felsefiktir. Dünyanın nasıl oluştuğunu, insanlığın nasıl geliştiğini, canlıların nasıl bir arada yaşayabileceğini, güneşin etrafındaki ibadet, doğaya ibadetin bile bir rolü var. Güneş sadece sıcaklık vermiyor. İnsanlar karanlıktan korktuklarında güneş doğduktan sonra karanlık giderdi ve insanlar o korkudan çıkıyorlardı. Onlarda her şeyin bir anlamı var. Bütün bu sembolleri incelediğimizde bu inanışı daha doğru anlamış oluyoruz. Ama bugün bazı düşünürler bazı tespitlerde bulunuyor. Oysa bu tespitler binlerce yıl önce vardı. Êzidîler oruçlarını güneş batmadan önce açar. Güneşin doğuşuyla duaya başlar. Güneş batmadan önce de dua eder. İbadetlerini yaparken yüzleri güneşe dönüktür. Güneş doğmadan uyanırlar. İbadetlerini yaparlar. Güneş batmadan önce de dua ederek vedalaşır. Yaşamlarına, inanış biçimlerine baktığımızda hepsi felsefiktir.
Dinlerin dilleri
Sürekli dinin etrafında dönüp dolanıyoruz. Ama bu önemlidir. Bütün dinler kendi dilleriyle çıkış yapmış. Bütün dinlere bakalım nereden çıkmışlarsa dilleri de ona göredir. İslam Arabistan’dan çıkmış, dili Arapça’dır. Hıristiyan dini kendi dillerindedir. Yahudiler kendi dillerindedir. Êzidîliğin dili de Kürtçe’dir. Qewilleri hepsi Kürtçe’dir. Bu şu anlama geliyor. Güçlü bir kökü var ve bu kök hep var oluyor. İster din adı altında olsun, ister halk adı altında olsun, ister bir ulus olsun. Önemli olan köktür. O da sırdır. Yazılmamış şeyler o qewilde gizlidir. O qewilden söz ederken nerden fermanın geldiğini, daha sonra nerede değişimin yaşandığını, nerede reform yapıldığını görüyorsun. Orada aslında bir tarihi görüyorsun. İslam çıktığında sadece Araplar değil, Osmanlılar çok büyük saldırılar yürüttü Êzidî toplumuna karşı. 73 fermandan söz edince bunlardan 71’i Osmanlıların eliyle yürütülen fermanlardır. Sadece 71 ferman Osmanlıların tarafından yapılmış. Serhat ve Şengal yöresinde daha çok bu fermanlar yapılmış. Bu fermanlara ilişkin yazılı çok bilgi ve belge olmadığı için çok fazla analiz yapamıyoruz. Êzidîler hep bir direniş içinde. Kendini savunmak için direnmek zorunda kalmış. Ya dağlarda yaşamış, ya da göç yollarında yaşamış. Serhat’tan Botan’a kadar bir hilal şeklinde ferman yaşadıkları yerler.
Kürdü Kürde kırdırtma
Bedirxan Beg Êzidîlere yönelik ferman çıkaran bir begdir. Güney Kürdistan’daki Rawenduz begi de Êzidîlere yönelik ferman çıkarmış. Birkaç kişi daha var Kürt olmasına rağmen Êzidî fermanını çıkaran. Botan’da Êzidîlere ilişkin hiç iz bile yok. Behdinan hattında Êzidîlere ilişkin hiç iz kalmamış. Mardîn’de Êzidîlere ilişkin birçok iz var. Çünkü Mardin mozaik bir kent. 1990’a kadar da Êzidîler Mardin’de kalabilmek için direndi. Batman’da, Amed’de, Wiranşehir’de Êzidî toplumunun izlerine rastlanabilir. Türk devleti bu toplumu yok edemeyince Kürtleri, Kürtlere öldürttü. Müslüman Kürtlerin eliyle Êzidîler öldürüldü. Toplum eliyle yürütülen şiddet, iktidarın yürüttüğü şiddetten daha ağırdır. Kuzey Kürdistan’da Êzidî köyleri var, hala yaşayan izleri var, ibadet yerleri var. Bazıları dedelerini ve ninelerini bırakıp gittiler, izlerini kaybetmemek için. O izin kaybolmadığını söyleyebiliriz.
Beyaz soykırım politikası
Irak tarafında da büyük ibadet yerleri var. Şexan’da Laleş var. Şengal’de var. Suriye’ye baktığımızda ya da Rojava’ya, Abdulaziz Dağı’nın eteklerine yayılmışlar. Êzidîlerin Abdulaziz dağlarının eteklerinde rastlayabiliriz. Rojava’da Ezîdi toplumunun hala izleri duruyor. Son 50 yıldır daha çok bu izler kaybedilmeye çalışılmış. Dağlardan kentlere indirmeye çalışmışlar, dağlarda yaşama şansı tanınmamış. Zorla kentleşmeye zorlamışlar. Toplumu birbirinden uzak düşürmeye çalıştılar, birbirinden kopardılar. Bu inanışı zayıflatmak içindi tüm bunlar. Bunlar hepsi ortak bir siyasetti. Bu ortak siyaseti Ortadoğu’ya daraltsak yanlış olur. Dikkat edelim, Serhat bölgesindekiler Ermenistan, Gürcistan ve Rusya’ya sürüldüler. Bu da bir siyasetti. Kuzey Kürdistan komple boşaltıldı. Êzidîler Almanya’ya gönderildiler. Özellikle Almanya’ya gönderildiler. Bir uçak ayarladılar, Êzidîleri o uçağa bindirip Almanya’ya götürerek orada evlere yerleştirildiler.
Irak’ta ne yaptılar? Saddam bu toplumla baş edemeyeceğini anlayınca farklı bir yöntem uyguladı. Her parçada Êzidîlere ilişkin özgün bir siyaset uygulandı. Yok etme politikası yürütüldü. Türk devletinin arkasında Alman devleti vardı. Alman devleti Türk devletini Êzidîlerden kurtardı. Türkiye’den Almanya’ya taşınmaları ortak bir politikaydı. Bu da beyaz soykırımdı.
YARIN: Sadece DAİŞ eliyle yürütülmedi