Evrensel bir olgu haline gelen kadına yönelik şiddetin sebepleri ve çeşitlerine bağlı olarak, psikolojik şiddet, kadının bedeninden çok ruh sağlığını hedef alan şiddet türü olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma Günü’nde kadınlar sokaklarda; şiddete yoksulluğa, cinsiyet ayrımına karşı taleplerini haykırırken, adını koymakta bile zorlandığımız psikolojik şiddetin en acımasızını Gaslighting’te üzerinden değerlendirmek istedim. Tam anlamıyla Türkçe karşılığı olmayan Gaslighting’i tanımlamak için “Işıklar Sönerken” (Gaslight), isimli sinema filmine göz atmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Psikolojik şiddet; şiddet türleri içerisinde en zor tespit edilen ve buna maruz kalan kişinin suçlu, kendine güvensiz ve çaresiz hissetmesine neden olabilir. Bir kadının evde işyerinde, eşinden, partnerinden veya yakınında olan bir erkekten gördüğü psikolojik şiddet fiziki boyutlarına göre çok daha az konuşulur. Sürekli olarak bağırmak, korkutmak, küfür veya hakaret etmek, aileyle, arkadaşlarla, komşularla görüştürmemek, giyim tarzıyla ilgili baskı yapmak, eve hapsetmek, çocuklardan uzaklaştırmak, kıskançlık bahanesiyle sürekli kontrol altında tutmak, başkalarıyla kıyaslamak bu şiddet türünün en belirgin özellikleridir. Kadının sahip olduğu becerileri ve hayallerini küçümseme aşağılayan erkek, kadını hiçbir şeyi doğru yapamayacağına inandırmaya çalışarak özgüvenini derinden sarsarak onun kendini geliştirmesine engel olur. Kadının kimle görüşüp görüşmeyeceğine, yalnızlaştırarak aile ve sosyal çevreden uzaklaştıran bu şiddet yöntemi kıskançlık adı altında kadını daima kontrol altında tutmak için türlü yöntemlere başvurur.
Uzmanlar, psikolojik şiddetin fark edilmesinin zaman alacağına dikkat çekmesinin yanında, bu şiddet türünün aslında kadınlar için gelecekte daha büyük tehlikelerin habercisi olduğunun da altını çiziyor. Psikolojik şiddet kadına yönelik şiddet türlerinden en az göze batan olmasına rağmen en sık karşılaşılanıdır.
Gaslighting üzerinden bakmak
Psikolojik işkence yöntemlerinin belki de en acımasız, en rahatsız edici türlerinden bir olan Gaslighting, psikolojideki yerinin aksine, terimin çıkış noktası epey eskiye dayanır. Bu isim, Patrick Hamilton’ın 1938 tarihli Gas Light (gaz lambası) adlı tiyatro oyunundan geliyor. Senaryoya göre Jack, karısı Bella’nın psikolojisini manipüle etmek için her gün gaz lambasının ışığını biraz kısıyor. Eşi Bella ise, “Bu lambanın ışığı azaldı mı?” diye sorduğunda erkek sert bir şekilde karşılık verip kadını aşağılıyor. Sonuç olarak Bella’nın kendisine olan güvenini yitirmesini ve “Acaba kafayı mı yedim?” sorusunu sormasına neden oluyor. Genellikle narsistler ve sosyopatlar tarafından uygulanan bu yöntemin korkunç olan tarafıysa maruz kalan kişilerin genellikle duygusal ilişkiler de kadın tarafının olmasıdır.
Neden Işıklar Sönerken filmi?
Patrick Hamilton’ın 1938 tarihli Gas Light isimli tiyatro oyunundan yola çıkılarak 1944 yılında çekilen Işıklar Sönerken (Gaslight) filmini tekrar tekrar izlemekte fayda var. Bu filmde evin içerisinde yaşadığı psikolojik şiddetin adını bile koymakta zorlanan sayısız kadının aklını yitirmesine kadar giden yolda yaşananlara dikkat çekiliyor. Oscarlı Yönetmen George Dewey Cukor tarafından çekilen ve Ingrid Bergman’ın başrolünde olduğu yapıtta, Paula Alquist genç ve güzel bir kadındır. Aşık olduktan sonra müzik kariyerine son verip, Piyanist Gregory Anton ile evlenir. Onunla beraber yıllar evvel teyzesinin öldürüldüğü eve yerleşirler. Gregory Anton birden bire Paula’ya aşık olmuş hallerini bırakıp, eşinin psikolojisini allak bullak etmeye başlar. Maruz kaldığı psikolojik şiddetinde etkisiyle Paula yavaş yavaş delirdiğine inanır. Filmde gaz lambası ışığı bir manipülasyon aracı olarak gösterilse de, eşinin kadına hiçbir şeyi tek başına yapamadığını eve aldığı genç hizmetçi ile sürekli kıyaslayarak on kurnazca küçük düşürmesi Paula’nın çaresiz özgüvensiz hissetmesine neden olur. Hatta Paula öyle bir hale gelir ki artık evinin olduğu sokağa çıkmaya niyetlendiğinde bile kapıdan geri dönerek kendini odasına kapatır.
Paula’yı delirdiğine inandırıyor
Paula, yavaş yavaş kendi aklından şüphe etmeye ve delirdiğini düşünmeye başladığında bile en yakınındaki erkekten şüphelenmeye cesaret edemez. Oysa Anton, eşini delirdiğine inandırmak için, gaz lambalarının ışıklarını hafifçe kısarak Paula’ya gerçeklik duygusunu kaybettirerek, mücevherlerini çalmak niyetindedir. Geceleri ayak sesleri duyduğunu zanneden Paula’nın imdadına komşusu yetişir. Bir dedektifinde yardımıyla Paula artık gözlerini açıp eşini asıl amacının farkına varır.
Gaz lambasının ışığı yetebilir
Bu filmde bir kadının yaşadığı duygusal şiddet, saptanması zor olan psikolojik istismar ve manipülasyon yöntemiyle anlatılsa da, dört duvar arasına kapatılmış onlarca kadının benzer görüntüsü verdiğini düşünüyorum. 1944 yılında çekilen bu film, günümüzde güncelliğini koruyarak devam eden erkek şiddetini anlatan sahneleri görmek adını koyamadığımız şiddete isim verebilir. İsterse genç bir kadın ister de 40 yıllık evli olsun, erkek iktidarının hakim olduğu her alanda bizi sıkıştıran zorlayan özgüvensiz kılan gerekçelerden kurtulmak belki en birincil adımımız olacaktır. 25 Kasım’a girdiğimiz şu günlerde, mahkemelere raporlarla maruz kaldığı eş, baba yada partner şiddetini kanıtlamanın ötesinde bir gaz lambası ışığını umut edinmenin yeterli olacağına inanıyorum. Yaşadığımız ilişkinin bir tarafı olarak, manipülasyonla kendimizi sürekli hatalı, kötü, yanlış hatta işe yaramazda hissedebiliriz. Ama sorumlusu olmadığımızı görmek gerekiyor. Kendimize olan güveni, saygıyı ve değeri yavaş yavaş yitirmesine neden olan psikolojik şiddetinin boyutlarını ortaya çıkarıp ismini koymak yine bizim cesaretle atacağımız adımlara bağlıdır. Paula’nın geldiği noktaya gelmek zorunda değiliz, bir şeyler yanlış gidiyorsa en başta bunun sonuçlarını sorgulamak gerekir.