Geçen cumartesi günü Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Bertrand Buchwalter, resmi twitter hesabından şöyle bir mesaj gönderdi: “Bugün Paris’te ve tüm Fransa’da gösteriler oluyor ve olacaktır. Protesto etmek tarihimizin bir parçasıdır ve barışçıl bir şekilde yapılıyorsa temel demokratik bir haktır.”
Konsolos Buchwalter’in tweetini okur okumaz şöyle dedim: “İşte orası bu yüzden Fransa.” Burası da Türkiye. Acaba bir Türkiyeli diplomat hükümet karşıtı böylesi bir protesto eylemini bu şekilde savunsa başına ne gelirdi? Herkes bu sorunun cevabını bilebileceği için fazla uzatmayacağım.
Ama sahiden de Fransa biraz da bu yüzden Fransa, bu tweette tarif edilen tarih anlayışı nedeniyle.
1789 Burjuva Demokratik Devrimi (Fransız Devrimi), Fransa’daki protesto geleneğinin şahikasıdır ve dünya tarihinin akışına yön vermiştir. Sonrasındaki ayaklanmalarla modern demokrasi bizlerin Türkiye’de hâlâ özlediğimiz bugünkü halini almıştır.
Daha 19. yüzyılda Marksizm’in kurucuları Marx ve Engels, teorilerini Fransa’nın ayaklanma geleneği ile sınamış, Paris Komünü’nü coşku ile selamlamış, Alman teorisi ile Fransız pratiğinin etkileşimi sola mührünü vurmuştur.
20. yüzyılda 68 Mayıs İsyanı Fransa’dan yola çıkıp dünyayı dolaşmış ve yeryüzüne siyasi ve felsefi yeni özgürlük kavramları armağan etmiştir.
Tabii protestolar ya da protestocu gelenek sadece güncel kazanım veya yenilgileri ile ölçülemez. Toplumlar bir yandan da protesto ile toplum olurlar, yurttaşlar da yurttaş. Ülke ile aidiyet ilişkisi protesto ile kurulur. Protesto ülke yönetimine katılmanın, ülkeye sahip çıkmanın bir biçimidir. Ülkesiyle böylesi bir aidiyet ve sahiplik ilişkisi kuramayan nüfuslar kalabalık olarak kalır ve toplum olamaz. İnsanlar protesto edemiyorsa ülkelerine ilişkin fikir üretmez, işini iyi yapmaz ve ülke gelişmez. Evet, protesto bir ülke için geliştirici bir dinamiktir.
Türkiye’de protestocular için “milli servete zarar veriyorlar” diye bir klişe kullanılır. Gazeteler birkaç kırık cam fotoğrafını kışkırtıcı başlıklarla yayımlarlar. Oysa protesto ve benzeri eylemler, mesela grevler ekonomiye ve hatta bilime, teknolojiye büyük fayda sağlayarak ülkeyi zenginleştirir.
Bunu yıllar önce okuduğum bir iktisatçı mealen şöyle açıklıyordu: “İşçilerin, emekçilerin ücretlerine ve çalışma koşullarına razı oldukları, isyanlarının bastırıldığı ülkelerde işverenler ucuz işgücü buldukları için verimliliği teknolojiye yatırım yaparak artırmaya tenezzül etmez, ihtiyaç duymazlar. Araştırma-geliştirme birimleri kurmazlar. Bilime finansal katkı sağlamazlar. Protestosuz, grevsiz ülkelerde teknoloji de bilim de gelişmez.”
Evet, Türkiye, muhaliflerin hukuksuzca tutuklandığı, medyanın baskı altında tutulduğu, bir yurttaş hakkı olarak protestonun şiddetle bastırıldığı, örgütlenmenin önüne engeller konulduğu bir dönemde yine bir seçime gidiyor.
Geçen cumartesi, tam da Paris sokaklarında Sarı Yelekliler’in protestosu sürerken, biz de bir düğün salonunda seçimleri, olası ittifakları konuşuyorduk. Düğün salonu bir plazanın 7. katındaydı. Sokaktan metrelerce yüksekte.
Oysa muhalefetin böylesi parçalanmış olduğu, sosyal demokrat olduğu iddiasındaki ana muhalefet partisinin bile HDP gibi bir muhalefet dinamiği ile açıkça görüşemediği, milliyetçi saplantılarını aşamadığı bir yerde muhalefeti birleştirecekse taban ve sokak, yani halkların demokrasi iradesi birleştirecektir. Neyse ki dün İstanbul Demokrasi Çağrı Grubu’nun 1. Bölge’deki Yerel Demokrasi Buluşmaları çerçevesindeki toplantısında da konuşmacılar tam da tabandaki bu eylem birliğinin önemine ve kıymetine dikkat çektiler.
Evet, şimdi fildişi kulelerden inme zamanıdır.