Altılı Masa’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni adı verilen programı 30 Ocak günü ilan edildi. Görmek isteyen gözlere bol bol sermaye imparatorluğu vaat eden metin! Kurulu rejime birkaç makyajlama yapmak dışında milyonların gündemi olan demokrasiye dair pek bir içeriğe sahip olmayan metin, söyledikleri kadar söylemekten özellikle kaçındığı şeylerle birçok konuda eleştirilip, tartışılıyor.
Oysa metinde en önemli “alt metin” kitlelerin hayal gücüne büyük bir ustalıkla getirilen sınırlamalardır.
Devrimci harekete katılan ya da gönül veren milyonların sosyal projelerini, ve ütopik gelecek perspektiflerini silindir gibi ezen 12 Eylül darbesi sonrasını uzun bir gerileyiş dönemi olarak tarif edelim. Metin, söz konusu uzun gerileyiş döneminde sermaye sınıfının altın çağını temsil eden AKP döneminin yarattığı toplumsal projeye temelde hiçbir itiraz getirmiyor ve onun günümüzde oluşmuş özel koşullarda devamını hedefleyen bir restorasyon projesi!
Burası işin normal ve olması gereken kısmıdır. Bazı tartışmalar ise metinde neden bazı sınırlılıkların olduğuna ilişkindi. Bu ise işin anormal kısmıydı. Gerçekten bizler basitçe bu sınırların daha fazla genişletilmesi için mi mücadele ediyoruz?
Demokrasi kim için?
Metinde pek az demokrasi kavramının geçmesi genel bir eleştiri konusu oldu. Evet, metin son derece özgürlükçü, ama küçük bir sorun var; özgürlük sadece mülk sahibi sınıflar için geçerli!
Demokrasi öyle havada duran bir kavram olmadığı için sonuçta içeriği sınıfsaldır. Birisi bizlere demokrasiden bahsettiği zaman ona ilk soracağımız şey “Kim için demokrasi?” olur. Eski Yunan’dan beri geçerli olan basit bir ilkedir bu.
Aslında herkese, yani toplumdaki tüm sınıflara dayanan bir demokrasi tarihin hiçbir anında olmadı. İşte bu yüzden toplumsal gerçeklikteki uzlaşmaz çelişkileri görmezden gelen genel bir demokrasi kavramının yerleşikleşip sık sık rastgele kullanılması egemen sınıf hegemonyasının sonucudur. Hepimizi tatmin edecek bir demokrasi varmışçasına bir yanlış bilinç egemen sınıflar tarafından sürekli üretilir.
Bu nokta bizim için bir ayrışma noktası olmalıdır. Halkın gerçek çıkarlarını savunanların yani sosyalistlerin ve halkçı demokrat güçlerin artık kim için nasıl bir demokrasi istediklerini daha açık ifade etmeleri gerekir. Bizim hayal gücümüzün sınırları, Altılı Masa’nın Kürtlerin ve Alevilerin eşit yurttaşlık sorununu nasıl çözebileceği veya İstanbul Sözleşmesi’ni tekrar uygulayıp uygulayamayacağıyla sınırlanmamalıdır. Yapılacak şey bir iktidar perspektifi ortaya konularak arayıştaki kitlelerin var olan ittifaklar tarafından sınırlandırılmış tahayyüllerini özgürleştirmek olmalıdır.
Metin ne söylüyor?
Mutabakat metninin dış politika konusunda söylediği ve daha çok da söylemekten kaçındığı başlıklarla, örneğin ekolojik krizle ilgili söylediği şeyler aynı mantıktan besleniyor. Sermayenin birikim ihtiyaçlarının öncelenmesi mantığıdır bu ve aslında ben metnin ana içeriğidir.
Örneğin dış politikada neden Suriye’deki askeri varlığın çekilmesi savunulmuyor? Cevabı basit, sermaye mantığı. Askeri girişimler, para ve meta sermaye ihracının sağlanabilmesi için TÜSİAD ve MÜSİAD’ın son derece hayati ihtiyaçlarıdır. Bu, muhalefetin Erdoğan dönemindeki dış politika eleştirilerinin büyük bir çoğunluğunun neden retorikten öteye gitmediğini de kanıtlıyor. Aynı şey ekolojik yıkımla ilgili olan kısımda da geçerli. Kalkınmacı ve sermayenin üretim mantığını önceleyen bir program söz konusu. Yani, ekolojik yıkıma devam edilecek! Neden? Sermaye en hızlı ve en yoğun biçimde büyüyebilsin diye.
Buraya kadar verilen örneklerle ortaya koymak istediğimiz şey şu: Sermayenin birikim mantığını temele aldığı için bir restorasyon programını eleştirip ona küsemeyiz. Ama şunu biliriz, sermayenin birikim mantığının olduğu yerde milyonların acil ihtiyacı olan maddi yaşam gereksinimlerini ve daha ötesinde insanca yaşam koşullarını karşılayan, halkın çıkarlarını esas alan halkçı bir demokrasinin yeri yoktur. Bu ikisini uzlaştırmaya çalışmak beyhude bir çabadır.
Son olarak metni ortaya atanların halkın arayışlarına verdiği herhangi bir cevap var mı? Var: Başka yerde umut yok; artık en basit gündelik yaşamsal sorunların çözümleri bile, radikal dönüşümlerden geçiyor. Halk güçlerine bu gerçekliği açıkça hatırlatan metin bu açıdan olumludur.