Uzun süreli tecridin ‘işkence’ kapsamında değerlendirildiğini belirten Prof. Dr. Ümit Biçer; tutsakların açlık grevi eylemine dair, ‘Bu çözülebilecek bir mesele ve iktidarın somut adımlar atması gerekiyor’ dedi
İmralı’da iç hukuk ve uluslararası sözleşmelere aykırı biçimde uygulanan mutlak tecrit altında tutulan PKK Lideri Öcalan için Mezopotamya Ajansı’na değerlendirmelerde bulunan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu Üyesi olan Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer, tecridin sosyal ilişkileri sınırlayıp, fiziksel ve ruhsal anlamda insan sağlığını olumsuz yönde etkilediğini belirtti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına dikkat çeken Biçer, “Bir kişinin uzun süreli tecrit edilmesi AİHM kararlarında ‘işkence ve kötü muamele’ olarak nitelendiriliyor. Yine Mandela Kuralları, 15 günü geçen tecrit uygulamalarının insan onurunu kıran, insanı yalnızlaştıran, sağlığını bozan etkisine dikkat çekilerek ‘işkence’ olarak nitelendirir. Kaldı ki gün içerisindeki izolasyon süresi için de belli bir süre konulmuş. Mandela Kuralları’na göre, bu sürenin 22 saatin üstüne çıkmaması gerekir. 22 saatin üstüne çıkan herhangi bir muameleyi işkence ve kötü muamele olarak değerlendiriliyor” dedi.
‘Uygulama işkence kapsamında değerlendirilir’
Türkiye cezaevlerinde uygulanan ağır tecrit koşullarının Mandela Kuralları’ndaki sürenin üzerine çıktığını belirten Biçer, “Bu tür uygulamalar hukuken kabul edilemezdir ve işkence kapsamında değerlendirilir” diye konuştu.
Tıbbi olarak tecrit altında bulunan kişinin uyaran yoksunluğu nedeniyle fiziksel anlamda insan sağlığını bozacak etkilerin saptandığını vurgulayan Biçer, tecridin cezaevlerinde bir disiplin uygulaması olarak değil, işkence ve kötü muamele olarak değerlendirildiğini kaydetti. Cezaevinde tutulan bir kişinin, suçlandığı filden bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirten Biçer, İmralı Cezaevi’yle ilgili AİHM’in vermiş olduğu ihlal kararları hatırlattı.
Biçer, “Özgürlüğünden yoksun bırakma, zaten başlı başına bir cezadır. Bu cezanın farklı farklı şekillerde uygulanmasının kişilerde sağlık problemlerine yol açması AİHM kararları ve uluslararası sözleşmelerde bir insan hakkı ihlali olduğu belirtilmiştir” ifadelerini kullandı.
‘Cezaevi ortamın fiziksel özellikleri ve dışarıdan nasıl haber alındığı ilişkili’
“Cezaevi ortamın fiziksel özellikleri, odasının bulunduğu yerin özellikleri bir takım etkilere yol açıyor. Bu etkiler cezaevindeki kişinin dışarıdan nasıl haber aldığı, onunla nasıl bir bağlantı kurduğu meselesiyle birlikte ele alınmalı” diye devam eden Biçer, İmralı cezaevinin fiziksel koşullarına dair şu ifadeleri kullandı:
“Siz bir adada tutulduğunuzda veya başka bir yerde tutulduğunuzda belki dışarıya çıkma ihtimalini daha çok hissedebilirsiniz ya da bununla ilgili sıkıntılarınız daha fazla olabilir. Ama burada asıl kritik olan nokta, kişinin tutulduğu süre ve yerin özellikleri olduğunu, orada insani bir temas, ailesiyle, sosyal çevresiyle, diğer tutsaklarla olan ilişkilerin varlığı ortaya çıkıyor. Çünkü kapalı bir yerde tutulduğunuz zaman dışarıyla bağınız tamamen koptuğunda başlangıçta belki bulunduğunuz yerin bir ada olması ya da başka bir yer olması farklılık gösterebilir ama uyaranların giderek azalması, dış dünyadan nasıl haberdar olduğunuzla ilgili, meselenin bulanıklaşması sizin tamamen içerideki seslere, görüntülere maruz kaldığınız müdahalelere bağlı olarak oluşacaktır. Bir süre sonra bir dışınızdaki dünyayla ilişkiniz iyice sınırlayacak.”
‘Açlık grevleri son çare olarak başvurulan bir yöntem’
Cezaevlerinde başlayan açlık grevlerine de değinen Biçer, açlık grevlerinin cezaevlerinde özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin taleplerini yerine getirmek için son çare olarak başvurduğu bir yöntem olduğunu ifade etti.
Cezaevlerinde geçmişte de birçok kez açlık grevleri olduğunu hatırlatan Biçer, kritik olan şeyin ise insanları açlık grevine girme yoluna iten nedenlere dair herhangi çözümün yaratılmaması olduğunu vurguladı. Açlık grevlerine dair taleplerin görüşmeler yoluyla ve bazı adımlar atılarak çözüleceğini söyleyen Biçer, “Her türlü meselenin çözülebilmesi için müzakere yollarının açık olması gerekir. İnsan onuruna, değerlerine saygı duyan, farklı cezalandırma pratiklerini yürürlüğe koymayan ya da farklı hukuk sistemlerini devreye geçirmeyen bir çerçevede ele alınması gerekiyor” diye konuştu.
Biçer, siyasi iktidarın cezaevleriyle ilgili ihlaller konusunda kalıcı sağlıklı adımlar atmadığını belirtti. Biçer, “Bu adımların atılmaması açlık grevlerine yol açılıyor. Bu çözülebilecek bir mesele ve iktidarın cezaevleri konusunda somut adımlar atması gerekiyor. Talepleri dikkate alarak bununla ilgili hızlı bir şekilde müzakere ve uygun çözümler getirmesi gerekiyor. Bugün cezaevlerinde tutulan insanların yaşadığı hak ihlalleri ne yazık bir adımın atılmadığını gösteriyor” ifadelerini kullandı.
İktidarın yeni cezaevleri modellerini özellikle tecrit ve izolasyon amaçlı planladığını söyleyen Biçer, “Bu nedenle cezaevlerinde bulunan kişilerin daha fazla sağlık problemleriyle karşı karşıya kalacağı gerçeği önümüzde duruyor. Dolayısıyla iktidarın insanları özgürlüğünden alıkoyacak adım atmak yerine, özgürlükçü, demokratik ve barış içinde yaşamayı sağlayacak politikalar konusunda çaba göstermesi, bu sürece tanık olanların da belki bu talebi daha ısrarla savunması gerekiyor” dedi.
HABER MERKEZİ