Mikrobiyoloji uzmanı Prof. Dr. Selim Badur ile aşı konusunu masaya yatırdık: ‘İnsanlar önlemlere uymuyor’ diyerek sorumluluğun topluma atılması anlamsız. Süreci yönetmekle yükümlü kişilerin hatası söz konusu
Gülcan Dereli
Dünyayı etkisi altına alan ve tüm yaşamı olumsuz etkileyen yeni tip koronavirüs salgını toplumda büyük kaygılara yol açarken aşı herkes tarafından umut olarak görülüyor. Koronavirüs için birçok önemli uluslararası üniversitelerde aşı çalışmaları belirli bir aşamaya gelmiş olsa da henüz aşılar deneme aşamasında. Ancak aşı çalışması devam ederken koronadan ölümlerle de tırmanıyor. Dünyada koronadan dolayı 21 Eylül itibari ile 965 bin 626 kişi yaşamını yitirdi. Vaka sayısı ise 31 milyon 273 bi 70’i buldu. Türkiye ve bölge kentlerinde ise resmi açıklamalara göre toplam ölü sayısı 20 Eylül itibari ile 7 bin 506’ya, vaka sayısı ise 302 bin 867’ye yükseldi. Ancak bu rakamın gerçeği yansıtmadığını söyleyen bilim insanları hükümeti şeffaf olmamakla suçluyor. Buna karşılık ise hekimler hedef alınıyor. Yaşamını yitiren sağlık emekçilerinin sayısının katlanması üzerine Türk Tabipler Birliği’nin “Yönetemiyorsunuz, Tükeniyoruz’ eylemler 81 ilde karşılık bulmuş, sağlık emekçiler bulundukları her yerde siyah kurdele takarak bu eyleme destek vermişti. Türk Tabipler Birliği (TTB) ve sağlık emek örgütleri, sık sık etkili tedbir alınması konusunda hükümete çağrılar yapıyor. Fakat hükümetten de halka yönelik tedbir alın azarı geliyor. Kamusal sorumluluk kimde? İş halkın başının çaresine bakmasında mı? Aşı ile ilgili kafalarda bulunan soru işaretlerini virüs bilimci Mikrobiyoloji uzmanı Prof. Dr. Selim Badur ile konuştuk.
- Koronavirüs salgını 1 Haziran sonrası artarak devam etti. Uzmanlar, salgının kontrol altına alınmadan ‘normalleşme’ adımlarının atılmasının vaka artışında etkili olduğunu belirtiyor. Şu anda Türkiye’de salgın nasıl bir seyir izliyor? Sizin tespitleriniz neler?
Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada, mayıs sonu-haziran başı itibarıyla, ekonomik kaygıların toplum sağlığı önceliklerinin önüne geçtiğini, bu nedenle alınmış olan önlemlerin yeterli süre uygulanmadan gevşetildiğini gördük. Dile getirdiğim bu saptamanın, bu olumsuz gelişmenin somut kanıtlarını birçok ülkede görmekteyiz. Ülkemizde toplu kutlamalar, sınavlar, düğünler, açılışlar gibi kalabalık bir araya gelinen ortamlar salgının, bırakın yavaşlatılmasını, tam aksine denetimden çıkmasına yol açtı. Yazılı ve görsel basında yer almasa da, bugün Anadolu’da birçok köy ve kasabanın karantinaya alındığı; ancak insanların buna rağmen rahatça beldelerini terk edip farklı yerleşim birimlerine gittiklerini, alanda çalışan arkadaşlarımızdan, o bölgeleri ziyaret eden meslektaşlarımızdan öğreniyoruz. Bu arada, tanımlamaya çalıştığım durum için “insanlar sorumsuzca davranıyor, önlemlere uymuyor” diyerek sorumluluğun topluma atılmasını anlamsız bir yaklaşım olarak değerlendirdiğimi belirtmeliyim. Salgından bahsederken eğer toplumda “risk algısını” oluşturamadı iseniz, bunda vatandaşın değil, süreci yönetmekle yükümlü kişilerin hatası söz konusudur.
- Neredeyse her gün bir hekim ya da sağlık emekçisinin salgın nedeniyle ölüm haberini alıyoruz. Binlerce sağlık emekçisi enfekte olmuş durumda. Yoğun olarak da istifa haberleri geliyor. Sağlık alanında ne yaşanıyor? Her şey hekim ve sağlık emekçilerinin üzerine yıkılmış sanki.
Sağlık çalışanlarının olması gerektiği gibi korunmadıkları, gerekli ekipmanın sağlanamadığı, abartılı sürelerle çalışmak durumunda kaldıkları net olarak ortadadır. Sadece yorgunluk, çok çalışma değil, artık ciddi bir tükenmişlik ile karşı karşıyayız. Sağlık yetkilileri bu konuda önlem almadıkları gibi, bazı kişilerin sağlık çalışanlarına ve örgütlerine karşı gayet anlamsız tehditler savurduğunu görmekteyiz. Bu söylevleri ‘kötü, yanlış ya da hatalı’ diye tanımlamıyorum; sadece ‘anlamsız’ olduğunu düşünüyorum. Sağlık örgütlerinin, tabip odalarının talebi, daha şeffaf, daha paylaşımcı ve daha sorumlu davranma isteğidir; bu talepleri ‘bölücülük, hainlik’ gibi nitelemek sadece cahillikten kaynaklanabilir; yoksa akıl ve mantık ile bağdaşan bir yanı, ciddiye alınacak, üzerinde düşünülecek bir tarafı yoktur. Sağlık çalışanlarının talebi konuya bilimsel yaklaşılması, salgın ile mücadelede bilimin önderliğinde sorumlu ve ciddi davranılmasıdır. Yoksa her gün ‘biz çok iyiyiz, bizim eksiğimiz yok, mükemmeliz’ diyebilirsiniz; ama durum ortada ve gerçekleri konuşmamak pandemi sürecinde pek mümkün olmuyor.
- Bu aralar sık sık aşı konusunda açıklamalar geliyor. Rusya aşıyı geliştirdiğini iddia ediyor; ABD yakında diyor, diğer ülkelerden de benzer açıklamalar var. Aşı konusunda bilimsel veriler ne diyor? Aşı bulundu mu, ne zaman bulunur?
Evet tüm dünya aşı beklentisi içinde ve şöyle bir algı yaratılmış durumda: ‘Aşı gelecek, sorun bitecek’… ben bu görüşe pek katılamıyorum. Çok sayıda (200’ü aşkın) araştırma ekibi, çoğu yeni ve ilk kez kullanılan üretim tekniklerini kullanarak aşı hazırlamaya çalışıyor. Ancak teknolojinin geldiği noktada aşıyı hazırlamak sorun değil; asıl önemli olan nokta, elde edeceğiniz aşı ne oranda koruyucu, ve eğer istenen düzeyde koruma sağlıyor ise bunun süresi ne kadar? Sağlık konusu her zaman politika ile iç içe geçmiş bir konudur; pandemi döneminde de aşıların politik amaçlar için kullanıldığını görüyoruz. Örneğin, bir an önce insanlığın hizmetine sokulması değil de, ABD seçimlerine yetiştirilmesi gibi bir zamanlama tartışılıyor.
Aşı çalışmalarının bir bölümü faz 3 denilen, aşının etkisinin gösterileceği deneyler aşamasına geldi. Bu aşamanın sonuçlarını bir süre sonra bilimsel yayınlarda göreceğiz. Rusya’nın hazırladığı aşı konusunda çok spekülasyon yapıldı. Ancak bu ülkenin aşı üretimi ile ilgili bilgi ve deneyim sahibi olduğunu; kısacası ‘rus aşısının’ aynı diğer ülkelerin aşıları gibi ciddiye alınması gerektiğini; tüm aşı çalışmalarında olduğu gibi faz 3 çalışmalarının sonuçlarına göre değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Bence asıl sorun aşının tüm toplumlara yetecek oranda hazırlanıp, tüm gereksinimi olanlara eşit biçimde dağıtılmasında yatıyor. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü ‘aşı milliyetçiliği yapılmamalı’ çağrısını sürekli olarak bu nedenle yinelemekte.
- Aşı konusunda ilaç şirketlerinin tekeli bilimsel çalışmaları olumsuz etkiliyor mu?
Şu anda hazırlanmakta olan aşıların önemli bölümü, üniversitelerde ya da araştırma enstitülerinde yürütülmekte; aşı firmaları ise konuya mali kaynak sağlamaktadırlar. Aşı stratejik bir üründür ve ülkemizde aşı üretimi konusunda çalışmalar yapılmalıdır. Ancak ‘aşı üretelim’ diyerek, ‘kaynak sağlarsak bu işi hallederiz’ diyerek sorunun üstesinden gelinemiyor. Aşı üretimi için uzun vadeli bir bilim politikanızın olması gerekir. Üretilecek aşıyı her zaman ‘parasını verir alırım’ düşüncesi ile temin etmek mümkün olmayabilir; üretici ülkeler kendi gereksinimlerine öncelik tanıyarak aşıyı her isteyene, her parasını verene zamanında ulaştırmayabilirler.
- Dünyada aşı dağıtımında da adil olunmayacağı yönünde birçok belirti var. Piyasaya mı bırakılacak? Mesela parası olan mı sadece aşı olabilecek? Yoksul insanları bu nasıl etkiler? Mesela grip aşısı bile şu an zor bulunuyor. Bu aşı konusu nasıl organize edilmeli? Öngörünüz ve öneriniz nedir?
Yukarıda belirttiğim gibi, aşı üreticilerinin birer ticari kuruluş olduğunu, kar amacı güttüklerini unutmadan konuyu değerlendirmek uygun olacaktır. Yaşamakta olduğumuz pandemi sürecinde birçok gelişmiş ülkenin şimdiden yüklü miktarda aşı siparişinde bulunduklarını; milyonlarca aşıyı şimdiden kendi yurttaşlarının kullanımına sunmak için deyim yerindeyse ‘kapattıklarını’ görüyoruz. Özellikle Asya ve Afrika’daki gelişmekte olan ülkelerin gereksinimi için Dünya Sağlık Örgütü, UNICEF gibi kuruluşların aşı teminine çözüm aradıkları bilinmektedir. Sadece aşının temini değil, bu ülkelerde aşının uygun biçimde dağıtımı ve kullanımı için bir dizi lojistik soruna çözüm aranmaktadır.
Öte yandan pandemi sürecinde farklı nedenlerle (ailelerin çocuklarını aşılatmak için sağlık kurumlarına götürmek istememeleri gibi) çocukluk çağı aşılamasında aksaklıklar olduğu; bu sorun nedeni ile aşı ile korunulabilir hastalıkların yeniden salgınlar yapabileceğinden endişe edilmektedir.
Ayrıca kuzey yarım küre için sonbahar aylarında grip aktivitesinin başlaması beklenmekte; COVID-19’un yanı sıra grip ve diğer solunum yolları enfeksiyonlarının sağlık sistemine ek bir yük getireceğinden endişe edilmektedir. Her ne kadar pandemi önlemleri kapsamında maske kullanımı ve fiziksel mesafe uygulamaları gibi önlemler nedeni ile diğer solunum yolları enfeksiyonlarının korkulduğu kadar yaygın görülmeyebileceği düşünülse de, bu konuda yeterli önlemlerin vakit geçirilmeden alınması uygun olacaktır. Bu bağlamda grip aşısının öncelikli olarak risk gruplarına (sağlık çalışanları, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar) uygulanması gerektiğini vurgulamak gerekir. Öte yandan ülkemizde zatürre (pnömokok) aşısına talebin son günlerde arttığına şahit oluyoruz; ancak bu aşının bir bakterinin sorumlu olduğu pnömokok enfeksiyonlarına karşı etkili olduğunu; COVID-19’dan koruma sağlamayacağını, yanlış anlamaları önlemek adına belirtmek isterim.
Prof. Dr. Selim Badur kimdir?
Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Selim Badur, Fransa Bilimler Akademisi Üyesi, T.C. Sağlık Bakanlığı Aşı Danışma Kurulu Üyesi. Badur’un 66’sı yabancı dilde, toplam 311 makalesi; 296 adet çeşitli kongre kitaplarında özet şeklinde yayınlanmış bildirisi; toplam 461 adet sözlü bildiri, konferans ve panel konuşması bulunuyor. Kurucu üyesi olduğu “Viral Hepatitle Savaşım Derneği”nde sekiz yıl genel sekreterlik, bir yıl başkanlık; AIDS Savaşım Derneği’nde ise 2001-2008 yılları arasında başkanlık görevini sürdürdü. Halen Türk İmmünoloji Derneği Yönetim Kurulu üyeliğini yürütüyor.
2002-2006 yılları arasında Avrupa Topluluğu’nca desteklenen “Akdeniz Ülkeleri Viral Hepatit Projesi (HEPMED)” yürütücü yardımcısı olarak çalıştı. 1996 yılından itibaren aralıklı olarak gerçekleştirdiği T.C. Sağlık Bakanlığı Aşı Danışma Kurulu üyeliği görevini sürdürüyor. Ocak 2002 tarihinden bu yana, Dünya Sağlık Örgütü Viral Hepatitis Prevention Board Grubu danışmanı olarak çalışıyor. Badur, 1985 yılından bu yana, 1992-2007 yılları arasında başkanlığını da yaptığı İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı – Viroloji ve Temel İmmünoloji Bilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmaya devam ediyor.