Nurhak Kılagöz*
Uzun bir zamandır, gerek dost sohbetlerinde gerek sosyal medya platformlarında, Kürt müziğinin geçmişi, bugünü ve geleceği adına yapılan tartışmaların hepimiz şahidiyiz. Bir yandan birçok müzik insanının üretimleriyle nefes alırken, diğer yandan yapılan üretimlerle ortaya çıkan yabancılaşmanın da şaşkınlığı içerisindeyiz.
Kültürel ürünlerin metalaşma hali, birçok alanı etkilediği gibi müzik alanında da derinden etkiler bırakmaktadır. Bu metalaşma hali insanların müziğe ulaşmasını kolaylaştırmış olsa da, kapitalizmin yaygınlaşmasıyla birlikte iyi müziği de insanlardan uzaklaştırmaktadır. İnsanların dünyasına katkı sunma ve toplumu sağlıklı kılma amacıyla ortaya çıkan üretimlerin, sanatsal ve toplumsal değerleri bir kenara bırakılarak, popüler kültürün de etkisiyle üretimlerin değeri satış rakamlarıyla ve tıklanma oranlarıyla belirlenmiş, popüler olmayan birçok üretim ve müzik insanlarının topluma ulaşmasındaki engeller de büyümüştür. Metalaşmanın sonucu olarak, müziğin iki farklı niteliğe sahip olacağı belirlemesinde bulunan Theodor Adorno, hafif-popüler müziği; ‘’bireyin kısa vadeli düşünsel ihtiyacını karşılayan, dinleyiciye o an için duymak istediğini veren, müziği takip etmek için çok az çabanın gerektiği, önceden bilinen, kolaylıkla tanınabilen’’ gibi belirlemelerde bulunurken, sanatsal-ciddi müzik içinde, ’’birey, toplumsal ve evrensel değerler arasında köprüler kurarak, kendine mesele ettiği konuları notalar aracılığıyla anlatan, takip için çabanın gerektiği…’’ belirlemelerinde bulunur. Sanatın metalaşma hali, global olarak müziği ve geleceğini etkilemişken, bu etkinin Türkiye’de ve özelde Kürt müziğinin geleceği ve toplumla buluşma halinde de önemli etkileri olmaktadır.
12 Eylül 80 darbesi, toplumun tüm farklılıklarını kırıma uğratıp, toplumsallığını dağıtmaya çalışarak, gerçek tarihinden koparmayı esas almış, bu yönüyle ciddi bir kültürel imha operasyonu da olmuştur. 90’lı yıllarda sanat, bu operasyonun mağduru olmuş toplumların ortak geleceği, sağlığı ve motivasyonu açısından önemli bir buluşma ortamı olarak, Kürt müziğinin gelişimi adına da önemli bir döneme karşılık gelmektedir.
Kolektif akılla, ortak bir geleceği sanatın diliyle yaratmayı hedefleyen müzik insanlarının, geceden gündüze emekleri, politik olarak yoğunlaşmaları, felsefi olarak derinleşmeleri, Kürt özgürlük mücadelesinin ihtiyaçları temelinde, toplumu ortak bir duyguda motive edip, ortak bir geleceği yaratmada başarılı olmuş, toplumla güçlü buluşmaları da sağlamıştır. Kolektif aklın sonucu olarak ortaya çıkan ‘’hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’’ kültürü, bireyciliğin ve popülizmin önünü alarak, müziğin metalaşma halini de engellemiştir. Ve o dönem yapılan halkla buluşma etkinlikleri ve organizasyonları da, bu kültürün topluma yansımasına önemli bir katkı sunmuştur.
2000’li yıllarda muhtelif sebeplerle grupların dağılması, tek başına müziğin gelişimini zayıflatmakla kalmamış, kolektif kültürün ve ekonominin de zayıflamasına sebep olarak, bireyciliğin ve popülizmin yaygınlaşmasına ve ‘’bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ anlayışının kendini göstermesine zemin sağlamıştır. 2010’lu yıllarla kolektif sanat anlayışının kaybolması ve bu durumun yapılan festival ve organizasyonlara yansımasıyla da popülizmin, Kürt müziğini büyük oranda ele geçirdiğini söyleyebiliriz. 2000’li yıllarla birlikte yerel yönetimlerin ve belediye oluşumlarının, alanın sorun ve ihtiyaçlarına yeteri derece cevap olamama hallerinin, bu gerçeklikteki payı da büyüktür. Sömürgeci egemenlik anlayışlarının etkileriyle de, müzikte gerçekleşen yabancılaşma, Kürt müziğine ve kültürüne dair birçok tartışmanın sebebi olmaktadır.
Onlarca yıl boyunca ‘’güneşin sofrasında’’ oturmuş insanların, bireyciliği, popülizmi kendilerinde yaşatma ve yaratımları aracılığıyla kendilerini açığa çıkartma hallerine; müziklere, müziklerine yazdıkları sözlere, çektikleri klip ve afişlere baktığımızda ‘’içselleşmemiş’’ bir kültürün vuku bulduğu açıktır. MKM kimliği aracılığıyla toplumla buluşma fırsatı yakalamış ve toplum tarafından kabul edilmiş insanların, MKM’den ayrıldıktan sonra ortaya çıkardıkları üretim, çektikleri kliplerle yarattıkları ‘’yabancılaşma’’ hali, bu kabulün en büyük sebebinin, MKM ve benzeri kurumlarla sağlandığını gösteriyor.
Temel konularda, örneğin ‘’cinsiyet’’ meselelerine dahi yazılan sözlere bakıldığında, hayretler içinde kalmamak elde değil. Öyle ki, çevrede ‘’geri bildirim’’ verecek kimse de mi kalmadı?… diye düşünürüm. Avrupa da dahil olmak üzere, ilkeselliğin esnetilip, insanların kendini yaşatma halleri ve kendileriyle birlikte yarattıkları prototip örneklere baktığımızda ‘’alanın’’ ihtiyaç ve politikalarını yeterince ön görüp hayata geçiremediğimiz ortada.
Burada şunu da belirtmek isterim; elbette ki meseleler kurumlarda olmak ya da olmamakla açıklanamaz. Nerede olursak olalım, kendimizde yaşattığımız değer ve yaklaşımların, pratiğe yansıma hallerinin, her şeyden önemli olduğunu düşünürüm…
Tüm bu cevap olamama haline rağmen, ki bu gerçeklikte ‘’popülizm’’ anlayışının çok büyük etkileri var. Bugün herkesin temel derdi ‘’şarkıcılık’’ olmuş. Sesinde bir enstrüman olduğu, yorumculuk için akademik olarak ciddi bir ‘’emek’’ ve ‘’eğitim’’ ihtiyacı yok sayılarak ‘’şarkıcılık’’. Çünkü, şarkıcılık ‘’sanatçı’’ olma halinin büyük basamağı. Biraz sesiniz güzel ise tamamdır. Maddi ve manevi olarak hukuklarının korunduğu tek kişi olma haliyle de, (ki bu durum herkes için geçerli değildir), şarkıcılık gözde alanlardan. Enstrümanist, besteci, tonmaister’lik… gibi alanların hak ve hukukları da pek arka sıralar da yer alır. Öyle ki, besteci olarak bir müzik yazdınız, düzenlediniz ve kayıt altına alıp, yorumcu bir arkadaşınızdan yorumlamasını istediyseniz eğer, bu, size kendi adınızı eseriniz üzerinde yazma hakkını sağlamayabilir. Böylesi bir sömürge anlayışı da vardır.
Tüm bu yaklaşımlar, Kürt müziğinin akademik ve bilimsel olarak gelişmesinin, ya da var olan gelişme halinin desteklenmesi ve halkla daha güçlü buluşmasının önünde engeldir. İlkesel bağlılık ve özgünlüğün dönemin ihtiyaçlarına cevap olacak şekilde yaratılamaması, özgünlüğünü yaratan kültür sanat insanlarına tahammülün olmayışı, Kürt sanatının siyasetin gölgesinde kaldığı eleştirilerine de sebeptir. Ne yazık ki, bugün ‘’yeni’’ sadece sözlerimizdedir.
Sanat adına ‘’yeni olanı yaratmak’’ için, iyi niyet hallerinin yeterli olamayacağının, ‘’köklü bir altüst oluş anlamına gelen devrimin, öncelikle bilimsel alanda gelişeceğini, bilimsel gelişmenin beraberinde daha somut olarak örgütsel ve eylemsellikle birlikte; yaşamın önünde engel teşkil eden üstyapı ilişkilerini tasfiye edebileceği’’ yaklaşımını da buraya not düşerim.
Son olarak; bugün Kürt kültürünün, müziğinin geleceği adına kimle sohbet etsek, herkesin bireyciliğin, popülizmin karşısında olduğunu görürüz. Öyleyse soruyorum, bu gerçeklik kimin?
*Müzisyen