Farklı alanlarda görülmekle birlikte popülizmin en etkin olduğu yer siyaset alanıdır. Bu da kendisini, diğer zamanlardan daha çok özellikle seçim ya da referandum gibi ortamlarda gösterir. Bu durumda siyasetçinin yaptığı şey; halka şirin görünüp onun yumuşak karnını yakalayarak, nabza göre şerbetler ya da sakala göre taraklar hazırlayarak vaatlerde bulunmak, taktir almak ve alkış toplamak. Bunu yaparken temel sorunları gündemden çıkararak polemiklere girmek de hamasetin olmazsa olmazı, popülizmin sosu gibidir. Böyle bir ortamda siyasi terbiye ve etikten söz edilemez. Seviye düştükçe siyaset ucuzlaşır, o noktada da verili ve üretken siyasetin sesi duyulmaz olur. Bugün Türkiye’deki siyasetin ahvali tam da budur.
Milliyetçilik üzerinden düşman yaratarak toplumu kutuplaştırma, kendi gibi düşünmeyen ve muhalefet eden her kesimi meşru görmeme Türkiye siyasetinde popülizmin en temel argümanlarını oluşturdu hep.
Tüm otoriter rejimlere giden yollar popülist argümanlarla döşelidir. Hamaset ve husumet bu retoriğin olmazsa olmaz unsurlarıdır. Bu söylemde her zaman yaklaşmakta olan bir tehlike, mücadele edilmesi gereken bir (ya da birkaç) düşman vardır.
Popülizm aynı zamanda siyasal katılım araçlarını sınırlamak, siyasal kurumları işlevsiz hale getirmek, politikayı bir lider sultasında tek yönde bağımlı bir ilişkiye indirgemektir. Seçkinlere karşı halkı temsil ediyormuş gibi yapmak, bunu yaparken de halkı olabildiğince örgütsüz kılmak da popülist siyasetin bildik yöntemleridir.
İktidardayken adeta muhalefetmiş ve hala mağdurmuş, hala siyasal ve hukuki engeller yüzünden muktedir olamıyormuş gibi davranmak da bu tarzın kullandığı bir yöntem.
Bu duruma amenna diyen kitleler de bu olayın hem objesi hem nesnesi olarak maruz kaldığı kuşatmanın mağduru olduğu gibi, sebebi de olmanın açmazı içerisindedir. Sosyal bilimciler bu tür bir topluluğu adlandırırken ‘halk’ kavramını kullanmaz, ‘insan kalabalığı’ olarak tanımlar.
***
İnsanların çoğu, popülizmin bir sosyal hastalık olduğunu göremezler. Hele bizim gibi, popülizmin şark usulü adı olan halk yardakçılığının bir kültür olarak yerleşik olduğu toplumlarda, vatandaşın neyin popülizm olduğunu görmesi çok daha zordur. Popülizm, yüzyıl öncesinde ortaya çıkan bir akım olmasına karşın sanatta ve politikada her zaman etkinliğini sürdürmüş bir kavram. Siyaset yapma alanında bunun sağ’ı sol’u da fark etmiyor, her cenahtan saz çalanı var.
Halk, alışılagelmiş bir yapı içinde kimi şeyleri yeterince bilince çıkarmamış olabilir. Alışılmışlıktan sıyrılarak yaşamı zenginleştiren, yeni duyarlılıklar, beğeniler, bakış açıları getiren her türden demokratik gelişimlere kapalı olan bu anlayış hangi cenahtan olursa olsun ister sağ, ister sol jargon kullansın, sonuçta yaptığı halk dalkavukluğudur.
Bu noktada ‘Halka bağlılık’ ya da ‘Halka yakınlık’ kavramlarını popülizmle karıştırmamak gerekir. Burada söz konusu olan, ‘yakınlık’; o yapının zihinsel kapsamında bir gelişim çabası göstermeksizin o temiz duygularını sömüren, sırt sıvazlayan, alkış toplamak için her türlü dalkavukluğa başvuran, ama aslında halkı bir yığın olarak gören, türlü manevralarla kıvırtıp halkın ardına saklanan yapılardır. Bu yapılar halkı ‘sürü’ olarak görür. Halkçılığın özgün anlamı popülizmle bağdaşmaz. Popülizmin gerçek halkçılıkla uzak-yakın bir alakası yoktur.
Sözün özü ister siyasette ister sanatta, yaşamın hangi alanında olursa olsun popülizm; değerleri yok edici bir harekettir.