İmralı’daki yeni disiplin cezası, avukat görüş yasağının dayanaktan yoksun olduğunu belirten Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk, CPT ve AİHM’nin tecride ortak olduğunu ve tecridin kaldırılması için mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ve beraberinde bulunan Veysi Ataş, Ömer Hayri Konar ile Hamili Yıldırım’dan 14 aydır hiçbir bir haber alınamıyor. Dışarı ile iletişimleri tamamıyla kesilen, aile, vasi ve avukat görüşleri de disiplin cezaları bahane edilerek engellenen müvekkilleri için harekete geçen Asrın Hukuk Bürosu, geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurdu. Avukatlar, mahkemeden; aile ve özel hayata saygı hakkının, savunma ve adil yargılanma hakkının ve etkili başvuru yolu hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesini talep etti.
Girişimler sürecek
Daha önce İmralı’daki ağırlaştırılmış tecride karşı resmi makamlara, çok sayıda insan hakları ve hukuk örgütlerine ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’ne (CPT) başvuran avukatlar, önümüzdeki günlerde girişimlerine devam edecek. Ağırlaşmış İmralı tecridi ve haber alamama durumunu değerlendiren Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk, endişelerini ve müvekkillerine dönük ihlalleri dile getirdi.
Belirsizlik hali…
PKK Lideri Abdullah Öcalan ve diğer müvekkillerinden bir yılı aşkın süredir haber alamadıklarını ifade eden Raziye, telefon görüşünden sonraki haber alamama durumunun bir yılı aştığını ancak avukat görüşünün en son 7 Ağustos 2019 tarihinde gerçekleştiğini hatırlattı. Raziye Öztürk, “Aile görüşünün fiziki olarak gerçekleşme durumu da iki yılı aşkın bir süredir söz konusu değil. İmralı Ada Hapishanesi hiçbir zaman hukukla yürütülmedi. Gerek Sayın Öcalan’ın komplo ile adaya getiriliş süreci gerekse de 23 yıl içerisinde yaşadıkları, CPT gibi kurumların ve AİHM’in gelen raporları neticesinde buranın işkence sistemi ile yürütüldüğü açık bir şekilde ortaya koyuldu. Hapishanede ne aile ziyaretine ne avukat görüşüne ne mektuba ne de telefonla iletişime izin veriliyor. Diğer müvekkillerimizle Sayın Öcalan’ın görüşüp görüşmediği konusunda ve tutulma koşulları hakkında ciddi bir belirsizlik söz konusu. İşkence sistemi ile yürütülen, zora dayalı cezaevi sisteminden bahsediyoruz. Bu aynı zamanda ahlaki olmayan sistemin de ifadesi” sözleri ile İmralı’daki hukuksuzluklara dikkat çekti.
İmralı’da işkence sistemi var
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çerçevesinde temel hakların korunması için devletlerin yükümlülükleri belirlenirken ahlaki ölçülerin esas alındığını belirten Öztürk, İmralı’da var olan sisteme dair, “İşkence sistemi ile yönetilen ve ahlaki olmayan cezaevi gayrimeşru bir şekilde yönetilen sistemdir. Her ne kadar kararlar hukuki kılıflar giydirilerek ortaya konulsa da bunlar gayrimeşru. Bu sistem hem işkence sistemi hem de ahlaki ilkelerin ve evrensel değerlerin olmadığı bir sistem” dedi.
Cezalar dayanaktan yoksun
Abdullah Öcalan’a verilen disiplin cezaları ve avukat yasağının ahlaki ilkelerin, evrensel değerlerin ve hukukun İmralı cezaevinde olmamasından kaynaklandığını vurgulayan Raziye Öztürk, “Kendi kanunlarına uymaktan acizler. Uluslararası makamlara başvurular açısından fiili olarak yasaklamak yetmiyordu. Kendi kanunlarına bakıldığında da bir avukat görüşünün olması lazım. Avukat görüşlerinin yasaklanması için avukat görüşünün de avukatla müvekkili arasında örgütsel anlamda şifreli görüşmelerin gerçekleşmesi, görüşme sonrasında memur tarafından şüpheli durum diye tutanak tutulması sonrasında savcılığa iletilmesi ve savcılık kanalıyla da mahkemeye iletilmesi lazım. Ama bizim 3 yılı aşkındır zaten Sayın Öcalan ile görüşememe durumumuz söz konusu. Bu kararın dayanaktan yoksun olduğu çok açık. Kanunun çok dışında bir durum söz konusu” ifadelerini kullandı.
İşkence yargı kararlar ile devam ettiriliyor
İmralı Cezaevi’nde müvekkillerine sosyal ve hukuksal açıdan uygulanan işkencenin yargı makamlarının aracılığıyla devam ettirildiğinin altını çizen Öztürk, “Anayasa Mahkemesi’ne, İnfaz Hakimliği’ne ve Ağır Ceza Mahkemelerine bir çok başvurumuz oluyor ama buralardan olumsuz yanıtlar alıyoruz. Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyoruz ama Anayasa Mahkemesi de Türk hukukuna göre bir iç hukuk yolu. Yani Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarla bu hukuksuzluğu onaylayan bir kurum. Dolayısıyla bu tecrit sisteminin devam ettirilmesinde İnfaz Hakimliği ve Ağır Ceza Mahkemesi gibi kurumlar aracı konumda” diye ifade etti.
CPT en son 2019 yılında rapor yayınladı
İmralı Cezaevi’nde sistematik bir şekilde disiplin cezalarının verildiğini vurgulayan Öztürk, hukuksuz bir şekilde verilen disiplin cezalarının içerikleri hakkında bilgi sahibi olamadıklarını sözlerine ekledi. Raziye, devamla İmralı’da işletilen özel hukuka dair şunları paylaştı: “En fazla 3 ay disiplin cezası verilebilirken 6 ay verilen disiplin cezaları söz konusu. CPT de en son 2019 yılında yayınladığı raporda verilen disiplin cezaları ile istinat edilen suçlamalar arasında bir orantılık olmadığını belirtti. Örneğin, spor hakkının bir kısmında sohbet etme haklarını kullanmalarına karşı aile görüşünün yasaklanamayacağı belirtildi. Eğer bu hakla ilgili olarak ihlal durumunun gerçekleştiğini düşünüyorsanız bu hakla ilgili bir kısıtlama getirilir. Ama bunun yerine disiplin cezaları ile görüş hakkı engelleniyor. Dosyaları talep etmemize rağmen tarafımıza bilgi ve belge verilme durumu söz konusu değil. Biz tüm bu hukuksuzlukları Anayasa Mahkemesi’ne taşıdık ve hukuksuzlukların tespiti yönünde talebimiz oldu. AİHM’deki iş yükünün azaltılması için AYM var ancak bu aşamaya kadar AYM’den İmralı Ada Hapishanesi’nde yaşanan tecride ilişkin olumlu bir karar söz konusu değil.”
CPT’nin etkisizliği!
Av. Öztürk, belirli periyotlarla İmralı Cezaevi’nde yaşananlara ilişkin rapor hazırladıklarını ve CPT’ye bildirdiklerini, CPT’nin yaşanan hukuksuzluklardan habersiz olmadığını dile getirdi. İmralı’da temel hakların askıya alındığını kaydeden Raziye Öztürk, “CPT, temel hakları özellikle cezaevi boyutuyla korumakla ve denetlemekle yükümlü olan bir kurum. Kendileri raporlarında belirli periyotlarla avukat ve aile görüşünün yapılmasıyla ilgili durumların kendilerine raporlanmasını istediler. Ancak bu rapor sonrasında Türkiye’nin tutumu farklı oldu, tecridi giderek ağırlaştırdı. Bu durum karşısında CPT’nin çok hızlı şekilde İmralı Ada Hapishanesine bir ziyaret gerçekleştirmesi ve diğer yaptırım durumlarını da ortaya koyması, teşhir etmesi gerekiyordu. Ancak bu durum CPT tarafından gerçekleştirilmedi. Bu durum Avrupa Konseyine bağlı bir kurumun etkisizliğini ortaya koyuyor. Bu etkisizlik aynı zamanda Türkiye’ye de ihlal konusunda cesaret veriyor” dedi.
AİHM tecrit dosyasına 11 yıldır yanıt vermiyor
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de (AİHM) etkisizliğinin Türkiye’yi İmralı cezaevinde temel hakları ihlal etmesi noktasında cesaretlendirdiğini aktaran Raziye, 2011 yılına ait İmralı Cezaevi’nde yaşanan hukuksuzlukları kapsayan “tecrit” dosyalarının hala mahkemenin önünde olduğunu anımsattı. Raziye, 11 yılı aşkındır başvurularına yanıt beklediklerini fakat henüz yanıt alamadıklarını kaydederek, “Bunun dışında başkaca dosyalarımız da var. AİHM’in vizyonu temel hakları korumak ve gerçekleşecek olan ihlallerin önüne geçmek ama İmralı özeline baktığımızda 2011 yılından bu yana ciddi anlamda hukuksuzluklar yaşandı, tecrit giderek ağırlaşan bir noktaya geldi. Biz bir yılı aşkın süredir müvekkillerimizden haber alamıyoruz. Bunun bir etkeni de AİHM ve uluslararası diğer kurumlardır” diye belirtti.
Öcalan direniyor
İmralı’da yaşanan tüm bu hukuksuzluklara karşın hak ve hukuk örgütlerinin etkin bir çalışması olmadığına dikkat çeken Öztürk, toplumun her bireyinin İmralı’daki hukuksuzluklara karşı ciddi bir duruş sergilemesi gerektiğini ifade etti. Raziye, “Bir sistemin oluşmasında ahlaki ve politik toplum ciddi bir rol alıyor” diyerek toplumun demokrasi, özgürlük ve eşitlik için direniş göstermesi gerektiğini söyledi. Raziye Öztürk, PKK Lideri’nin fiziki imkansızlıklarının olduğu ortamda, ciddi tecrit altında tutulma durumunda dahi 3 yıllık süreç içerisinde bir direniş gösterdiğini ve bu direnişle kalmayıp hep üretken bir konumda olduğunun altını çizdi.
Kürt halkı için ilham oldu
Raziye Öztürk, “Sayın Öcalan’ın cezaevine ilk götürüldüğü yıllarda 10 yıl boyunca hücre içerisinde tutuldu. Çeşitli fiziki müdahalelerle karşı karşıya kaldı. Sindirilmeye ve iradesizleştirilmeye çalışıldı. Ancak istediklerini alamadıkları için tecridi aşama aşama ilerletmeye çalıştılar. Sayın Öcalan buna yine cevap verdi; savunmalarını yazdı, bir yol haritası ortaya çıkardı. Sayın Öcalan ilk özgür Kürt’ü kendisinde yarattı. Kürt halkı için ilham oldu. Ortaya koyduğu paradigma sadece Kürt halkı için değil Ortadoğu halkı için de bir ilham durumuna geldi. Paradigması ve felsefesi vardı ve tüm toplum tarafından benimsenen duruma geldi” değerlendirmesinde bulundu.
Tecridin kaldırılması için mücadele edilmeli
Abdullah Öcalan’ın 2020 yılında kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı telefon görüşmesindeki “Çatışma durumunu bir haftada çözerim” sözlerine işaret eden Raziye Öztürk, “Kendi etkisini ve gücünü ortaya koydu. Bu ciddi ve önemli bir durumdur. Sayın Öcalan o koşullarda dahi bu direnişi, mücadeleyi, duruşu sergileyebiliyorsa en azından bizim fiziki olarak çok daha uygun koşullarda bize uygulanan politikaların farkına vararak hareket etmemiz gerekiyor. Toplumun her bireyine görev düşüyor. STK’larda temel hakların koruyuculuğunu üstlenmiş pozisyondalar. Bu doğrultuda üstlendikleri görevler doğrultusunda birçok şey yapabilirler. Adalet Bakanlığı’na, uluslararası anlamda bu hukuksuzluğu teşhir etmek anlamında da olsa bu hukuksuzluğu ortaya koyabilirler. Bu tecridin devam ettirilmesi gerek toplumda gerekse insan hakları kurumları tarafından yapılanların yeterli olmadığını gösteriyor. Bunlara karşı bir direniş ortaya konulmalı ki tecrit kaldırılsın” sözleri ile topyekun bir direnişe geçilmesi gerektiğine dikkat çekti.
Tecridin savaşla bağlantısı var
İmralı’da başlatılan hukuksuzlukların tüm Türkiye ve Kürt illerine yayıldığına belirten Raziye Öztürk, son olarak şu sözleri kullandı: “F tiplerinden, avukat görüşlerine, halk ve cezaevinde uygulanan tecride kadar birçok yansıması oldu. Bu da Sayın Öcalan’ın pozisyonuyla alakalı bir durum. Federe Kürdistan’da bu çatışmaların olmasının tecritle doğrudan bir bağlantısı var. Tecridin derinleştirilmesi çözümsüzlükteki ısrarın sebebidir. Kürt sorununu demokratik yollarla çözmek istemeyişinin bir sonucudur. Önümüzde demokratik çözüm gibi bir yöntem dururken Türkiye’nin imha ile bu zihniyeti sürdürme isteğinin, yayılımacı politikayı tercih etmesinin bir ürünü. Onurlu barışa, demokratik çözüme karşı yayılımcı politikasını fiziksel imha ile sürdürmeye çalışmasının bir ürünüdür. Sayın Öcalan’ın pozisyonu, tecridin ağırlaştırılmasıyla yaşanan savaşların bağlantısı var.”
Rozerin Gültekin/İstanbul-JINNEWS