Süreç aslında Türkiye’nin küresel finans kapitalizmine peşkeş çekilmesi öyküsünden başka bir şey değildi. Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilişinin kilit adımlarından biri ve ilki bana yönelik operasyondu. Ecevit’in ‘Öcalan’ın niçin teslim edildiğini bir türlü anlamadım’ demesi boşuna değildi
Kürt sorununun demokratik çözümü ile halkların özgürlük, eşitlik ve demokrasi taleplerine karşı derinleştirilen savaşın en önemli halkası olan uluslararası komplo 25’inci yılına giriyor. Savaş yerine barışçıl çözüm çabalarını Avrupa’da hukuki bir zemine kavuşturmak isteyen PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkmasıyla başlayan bu süreç, Ortadoğu halklarına savaş, ölüm, göç ve yoksulluk olarak geri döndü.
Küresel dengelerin bir bir bozulduğu 20. yüzyılın sonlarına doğru başlatılan komplo, KDP ve YNK’nin de yer almasıyla, Amerikan Birleşik Devletleri’nin (ABD) koordinatörlüğünde 1985’te Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve Almanya tarafından devreye konuldu. 1990’larda İngiltere, 1996’dan sonra İsrail ve Yunanistan’ın dahil olmasıyla, 1998’de Suudi Arabistan, Mısır, İran, Suriye, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Fransa, İtalya, Hollanda, Rusya ve son olarak 1999’da İsviçre ve Kenya’nın ortaklığında Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle devam etti.
Ortadoğu’da sınırları yeniden çizmeye çalışan küresel güçlerin çıkar çarkına dahil olmadığı için kendi tabiriyle “Ortadoğu’da oyun bozan” olan Abdullah Öcalan, demokratik çözüm için çıktığı Avrupa’da da “istenmeyen kişi” ilan edildi. 9 Ekim 1998’te Suriye’den çıktıktan sonra sırasıyla Yunanistan, Rusya, İtalya, tekrar Rusya, Yunanistan ve Kenya Büyükelçiliği’ne gerek sözlü gerekse yazılı olarak yaptığı iltica başvuruları, devlet yetkilileri tarafından resmi olarak işleme konulmadı.
Uluslararası hukukun ihlali
Hem iç hem de uluslararası hukuku ihlal eden ülkeler, mültecilik hakkında ilk uluslararası sözleşme olan “Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi”nin Madde 1A (2)’de “…ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen her şahıs…” şeklinde tanımlanan mültecilik durumunu da görmezden geldi. Gittiği her ülkede 1951 Sözleşmesi uyarınca işlem yapması gereken ilgili devletler, özellikle sözleşmenin “Devletlerin Yükümlülükleri” başlığındaki “Sınır dışı Edilme” koşullarını düzenleyen ve “Geri Göndermeme” yükümlülüğünü içeren maddelere aykırı hareket etti.
Dublin Sözleşmesi çiğnendi
15 Haziran 1990 tarihinde imzalanan ve 1997 yılında yürürlüğe giren Dublin Sözleşmesi (Avrupa Birliği içinde, Cenevre Sözleşmesi ve AB Yeterlilik Direktifi kapsamında uluslararası koruma arayan kişiler tarafından ileri sürülen bir sığınma başvurusunun incelenmesinden hangi AB Üye Devletinin sorumlu olduğunu belirleyen bir Avrupa Birliği yasasıdır) yerine getirilmedi. Birden fazla iltica başvurusu yapan Abdullah Öcalan için de bu sözleşme geçerli olmasına rağmen başvurular işleme konulmadı.
Avrupa’daki niyetim Kürt sorununu demokratik bir platforma çekmekti. Avrupa’da geliştireceğim demokratik çözüm siyaseti savaşın sonunu getirebilirdi. Destek olunsaydı, Türkiye’nin de bu tavra gelmesi zor olmayacaktı. Anlaşılacaktı ki Avrupa Kürt sorununun ciddi çözümünden yana değildi
‘Sürek avı’ başlatıldı
Kendi hukuklarını dahi çiğneyen İtalya, Rusya ve Yunanistan’ın sorumluluğunu gözler önüne seren bu süreci Kürtler, “uluslararası komplo” olarak adlandırdı. Suriye’den çıkışıyla birlikte kendisine karşı adeta bir “sürek avı” başlatıldığını belirten Abdullah Öcalan ise, bu kovalamacayı “amansız takip” olarak nitelendirdi.
3. Dünya Savaşı’nın fitili
9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’da Kenya’dan Türkiye’ye getirilmesine uzanan bu süreci Abdullah Öcalan, daha sonra şöyle özetledi: “Avrupa’daki niyetim Kürt sorununu demokratik bir platforma çekmekti. Avrupa’da geliştireceğim demokratik çözüm siyaseti savaşın sonunu getirebilirdi. Destek olunsaydı, Türkiye’nin de bu tavra gelmesi zor olmayacaktı. Anlaşılacaktı ki Avrupa Kürt sorununun ciddi çözümünden yana değildi. Türkiye’nin Kürt sorunuyla uğraşması daha çok işlerine geliyordu. Ortadoğu’da Kürtlere dayalı bir kargaşa daha çok işlerine geliyordu. Dolayısıyla benim beklenmedik çıkışım, taktikleri dışında bir durumdu. Bu operasyonu ABD dışında hiçbir güç düzenleyemezdi. Türk özel savaş güçlerinin bu süreçteki rolü sadece beni uçakla İmralı’ya, o da kontrollü olarak taşımaktı. Süreç kesinlikle NATO tarihinin en önemli operasyonunun gerçekleştirildiği bir süreçti. Bu o kadar açıktı ki, gidilen yerlerde hiç kimse aykırı bir tavır sergileyemiyordu. Sergileyenler anında etkisizleştiriliyordu.”
Moskova’dakiler ilk çivileri sıkı vuruyorlardı. İtalya, Almanya ve Fransa başta olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinin kapıları bana fiilen kapatılmıştı. Avrupa’da ‘istenmeyen adam’ ilan edilmiştim. Bunda Gladio’nun etkisini görmemek mümkün değildi. Türkiye bunun karşılığında ABD ve İsrail’in uydusu haline getirilmişti
Çarmıha gerilme
Suriye’den çıkmasıyla İmralı’ya uzanan süreci “Çarmıh veya tabutun hazırlanması” olarak değerlendiren Abdullah Öcalan, “Moskova’dakiler ilk çivileri sıkı vuruyorlardı. İtalya, Almanya ve Fransa başta olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinin kapıları bana fiilen kapatılmıştı. Avrupa’da ‘istenmeyen adam’ ilan edilmiştim. Bu tavırda Gladio’nun etkisini görmemek mümkün değildi. Tabi Türkiye bunun karşılığında ABD ve İsrail’in en güvenilir ama en uydu ülkesi haline getirilmişti. Süreç aslında Türkiye’nin küresel finans kapitalizmine peşkeş çekilmesi öyküsünden başka bir şey değildi. Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilişinin kilit adımlarından biri ve ilki bana yönelik olan operasyondu. Ecevit’in ‘Öcalan’ın niçin teslim edildiğini bir türlü anlamadım’ demesi boşuna değildi. Birinci Dünya Savaşı nasıl Avusturya Veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından vurulmasıyla başlatıldıysa, bir nevi Üçüncü Dünya Savaşı da bana yönelik operasyonla başlatılmıştı” diye belirtti.
Adım adım komplo
Yaklaşık olarak 5 ayda adım adım gelişen Uluslararası Komplo, Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan “Uluslararası Komplo Atina Davası” kitabında tüm ayrıntılarıyla teşhir edildi.
Clinton-Esad görüşmesi
1994: Bill Clinton, 1973 yılından sonra Şam’ı ziyaret eden ilk ABD Başkanı oldu. 21 yıl aradan sonra 1994 yılının Ekim ayında yapılan bu ziyaretin başlıca konularından birisi Abdullah Öcalan oldu. Bu görüşme her ne kadar “Ortadoğu’da kapsamlı barışa ulaşılması” gibi genel ifadeyle geçiştirilse de Şam’daki 4 saatlik Bill Clinton-Hafız Esad görüşmesinin 3 saati Abdullah Öcalan ile ilgiliydi ve böylece Abdullah Öcalan, en büyük tehdit olarak hedef alındı.
İsrail ile derin ilişki
23 Şubat 1996: Türkiye ve İsrail, askeri ve eğitim işbirliği anlaşmasıyla ilişkilerini stratejik ortaklık seviyesine ulaştırdı. Bu anlaşma kapsamında Suriye’ye karşı işbirliği de yer alıyordu. Böylece Suriye için çember daraltılıyordu. Bu dönemlerde CIA’nın Şam’a giderek Suriye yetkililerine bir paket sunduğu belirtildi.
Yunanistan’ın dahli
9 Nisan 1996: Komplonun Yunanistan ayağı örüldü. Türk-Yunan arasındaki gerilim ve ilişkilerin “iyileştirilmesi” gerekiyordu ve Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis ile ABD başkanı Bill Clinton arasında, Washington Beyaz Saray’da gizli bir görüşme gerçekleştirildi. Yapılan görüşmede, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler değerlendirildi. Simitis, ABD’nin bölge politikalarını destekleyip, Türkiye ile işbirliğini kabul ederken, Clinton’da ona Türkiye-Yunanistan sorunlarının çözümünü vaat etti.
Şam’da suikast girişimi
6 Mayıs 1996: Yapılan görüşme ve anlaşmaların çok geçmeden yansımaları başladı. Takvimler 6 Mayıs 1996’yı gösterdiğinde Suriye’nin başkenti Şam’da, Abdullah Öcalan’a yönelik bomba yüklü bir araçla suikast girişiminde bulunuldu ve açık hedef ilan edildi. Telefon üzeri takip edilen Abdullah Öcalan’ın bulunduğu sanılan evin yakınında C4 patlayıcı yüklü araba patlatıldı. Patlamadan yarım saat bile geçmeden Londra kaynaklı gazeteler, tesadüfen kurtulan Abdullah Öcalan’ın yaşamını yitirdiğini dünyaya duyurdu.
İsrail’in tavrı değişti
Mayıs 1997: Necmettin Erbakan hükümetinin Savunma Bakanı Turhan Tayan, İsrail ve İsrail’in işgal ettiği Suriye’deki Golan Tepeleri’ni ziyaret etti. Bu ziyaretin ardından İsrail, bu zamana kadar herhangi bir anlaşmazlık içinde bulunmadığı Kürt grupları aleyhine konuşarak, farklı bir tavır takınmaya başladı.
KDP-YNK’nin dahli
17 Eylül 1998: Simitis-Clinton anlaşmasının hemen ardından KDP Genel Başkanı Mesut Barzani Ankara’ya çağrıldı ve kendisinden Amerika ile İngiltere’nin de dahil olduğu Ankara sürecine bağlılık sözü alındı. Ardından YNK Genel Başkanı Celal Talabani ile buluşturularak, Washington’a gönderildiler. 17 Eylül 1998 tarihinde ise KDP-YNK-ABD arasında Washington Kürt Otonomi Antlaşması imzalandı. Bu mutabakatın özü ise, Kürt özgürlük mücadelesine karşı geliştirilen tasfiye ile birlikte Suriye konusunda işbirliği idi. Görüşmede varılan bir diğer mutabakat ise Irak’ın federal temelde reforme edilmesi oldu.
Demirel’in tehdidi
30 Eylül 1998: Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında Suriye’ye yönelik askeri seçenekler masaya yatırıldı. Demirel, 1 Ekim’de Suriye’ye askeri müdahalede bulunma tehdidinde bulundu.
NATO tatbikatı
3 Ekim 1998: NATO, Suriye sınırında bulunan İskenderun’da kapsamlı bir askeri tatbikat başlattı. Tatbikata 2 bin 500 ABD askeri ve personeli de katıldı. Bu gelişme, Suriye’ye karşı bir savaş hazırlığı olarak yorumlandı. Bu tatbikat vesilesiyle Amerikan donanmasına ait savaş gemileri ve gelişmiş füzeler, Doğu Akdeniz’de Suriye sınırına kaydırıldı. Aynı günlerde İsrail de Golan Tepeleri’ne askeri güç yığdı. Buna paralel olarak Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş ve Cumhurbaşkanı Demirel’in Suriye’yi ve Abdullah Öcalan’ı hedef alan açıklamaları geldi.
Bu açıklamaların ardından Hatay’dan Şirnex’in Cizîr (Cizre) ilçesine kadar uzanan 618 kilometrelik Suriye sınırına birlikler kaydırıldı ve Amed ile Meletî hava üslerine kırmızı alarma geçiş niteliği taşıyan turuncu alarm verildi. Diğer yandan ABD, Mısır ile Suudi Arabistan nezdinde diplomatik girişimde bulunarak, Suriye’ye baskı uygulanmasını istedi. Böylece ABD-Türkiye-İsrail üçlü kıskacı, Suriye’yi zorlayan bir raddeye ulaştı.
Suriye’den çıkarılma
9 Ekim 1998: Suriye’nin artan baskılar karşısındaki çıkmazı ve yetkililerin “Durma git” telkinleri üzerine Abdullah Öcalan Suriye’den ayrıldı.
Kaynak: MA