‘Coğrafya kaderdir’ der İbni Haldun. Coğrafyasını kader bildiğinde insan; o özgürse özgür, o tutsaksa tutsak, o yalnızsa, yalnızdır; üzerinde ya da uzağında… Bu manada Bilge Pir Hemê, köyü Çınêra’nin (Yolveren’in) kaderini yaşıyor. Batman’ın hemen 12 kilometre dışında, Raman Dağı’nın eteğinde yalnızlar. Çok efsuni ve efsanevi bir havası var bu toprakların; solarken, sanki ruhlar eşlik ediyor size. Bölge baştan başa ziyaretgâh; Qubıldor, Şêx Gêlan, Şêxevinda, Şêx Ûsıv, Cafıl Teyar, Xefûrê Rêyan, Zêwa Mira… ve daha onlarcası. İnsan onların kendisini koruduğu hissine kapılıyor.
Efsaneler dilden dile dolaşıyor bu diyarı; Destan kahramanları Mirzıkê Zaza ile Şêx Mirzayê Anqosi sanki iki bedende tek ruh gibiler. Yaşanmışlıkları yer yer çakışıyor. İkisi de yiğit, inançlı ve mazlumdan taraf; fermanlara göğüs germişler ve yiğitçe can vermişler.
Ezidiler, Xaldilerin diyarı diyor bu bölgeye. Kendilerine de Xaldi. Lakin Ezidiler, yoksulluk ve ayrımcılık belasına öyle terk edip, uzağına gitmişler ki bu diyarın, bir dönem üç yüz altmışı bulduğu söylenilen köy sayısı, iki elin parmak sayısı kadar kalmış ve her köy de üç beş kişi yaşamakta. Mesela, Duşa köyünde hiç kimse yaşamıyor. Yetmiş yaşındaki Sabri amca ömrünün en güzel çağını Almanya’da çalışarak geçirmiş, emekli olmuş, lakin huzur bulmuyor Almanya’da. İlkbaharla birlikte kaçıp geliyor memlekete. Köyde tek başına yaşam zor olduğundan, Batman şehir merkezinde bir otelde kalıp, günübirlik Duşa’ya gidip köydeki taşa, toprağa, suya yoldaşlık ediyor. Hasankeyf’in katili Ilısu Barajı Duça’na da ferman okuyor. Ne acıdır ki birkaç yıl sonra, Sabri amcanın gelip soluklanacağı bir Duça’nı olamayacak. ‘Sular Duça’nı almadan, canımı alsa Yaradan’ diyor. Bu mana da Çınêra köyü şanslı, onu bu çağın tufanlarından koruyan, kollayan Pir Hemê’si var. Tabi bunun bir diyeti de var. Pir, Çınêra’nın kaderini yaşıyor, teke tekler. Yalnız bir köy ve o köyde 80 yaşında yalnız bir adam. ‘Ben gidersem köy viran olur’ diyor, yüce masal kahramanı. Hali, tavrı, duruşu da bir o kadar güçlü, asil ve yiğit. Aman Pir Hemê’ye bir şey olmasın demekten geri tutmuyor insan kendini.
Bir zamanlar o da, onlar da gitmişler Pir Xemê ana ile birlikte, tüm köy halkı ve kendi çocuklarının göçtüğü ‘acı vatan Almanya’ya. Lakin yürekleri el vermemiş gurbet memlekette yaşamaya. ‘Şehir üstümüze üstümüze geliyordu ve Çınêra’nın taşı toprağı, börtü böceği, bizi çağırıyordu’ diyor.
Yaradan, Pîr Xemê Ana’dan bu yılın başında emanetini alınca; Pir Hemê Amca Çınêra da düşler, hayaller ve anılarla baş başa kalıyor. Bazı günler evi dergâh gibi oluyor, hiç misafirsiz kalmıyor. Gittiğimizde üç misafiri vardı; biz, birileri, birileri daha derken, odada oturacak yer kalmadı. Çay tepsisi ve en hasından tütün tabakası hiç eksilmedi.
Çok zayıflamış olmasına hayıflandığımda, ‘hep böyleydim ki’ diyor. Ama morali çok yüksek Pir Hemê’nin. Herkesle teker teker ilgileniyor, hal hatır soruyor. Yaşam ve yalnızlığın zorluğu sorulunca, kendisi ile özdeşleşen ‘ha ha’ kahkahasını atıp, sağ kolunu yalnızlığı savurur gibi omuz hizasından aşağıya doğru hızlıca indiriyor ve boşver dercesine uzunca bir ‘eeyyyy’ çekiyor.
Habire uçlarını dışarıya doğru burduğu, ömürle beyazlaşan ama yalnızlığına yoldaş tütünün dumanı ile ortasında sarıya çalan, ak bıyıkları çok yakışıyor yüzüne. Yürüyüşü, kahkahası, bıyıkları … Kendi ile özdeşleşen o kadar çok özgün yanı var ki Pir Hemê’nin.
Şêx Mirzayê Anqosi’yi sorduğumda, keyifleniyor, sağ elini önce dizine vurup, sonrasında kulak memesinin altına yerleştirip başlıyor stranını söylemeye; ‘Şirin ana, Xerzan işlemeli hançerimi getir bana.’ Şêx Mirza esirdir Diyarbakır zindanında, anası Şirin’den Xerzan işlemeli hançerini ister. Ana, hançeri süt bakracına koyup, maya çalar. Yoğurdu Şêx Mirza’ya getirir, Şêx emanetini alır, hesap sorar, hançeri haksızlığın böğrüne saplar.