Erkekler her gün, her saat kadınlar tarafından “haksızlığa” uğrayabilir… Boşanmayı istemek bir haksızlığa dönüşebilir, evlenmeyi istememek, birlikte olmayı istememek ya da yemeği fazla tuzlu yapmak bir tahrik unsuruna dönüşebilir…
Ekin Baltaş
Son günlerde, Pınar Gültekin’in katili Cemal Metin Avcı’ya uygulanmasıyla yeniden gündem olan “haksız tahrik” indirimi uzun süre tartışıldı. Haksız tahrik tanımından başlayan tartışma genç bir kadının yaşamının didik didik edilmesine uzanan bir ayine dönüştü.
Gerekçeli karar sosyal medya ve Whatsapp üzerinden dolaşıma sokuldu. Oldukça şaibeli birçok nokta, – gerekçeli kararda dahi eril yargının kanaati aşamamış varsayımları- derhal gerçeğin ta kendisi haline getirildi. Pınar Gültekin ne yapmıştı? Ve bu sorunun ardında gizlediği esas cümle şu: “Pınar Gültekin, katili olan Cemal Metin Avcı’yı nasıl kendisini öldürmeye zorlamıştı?”
Mahkemeye ve genel kanaate göre öncelikle katille ilişki yaşamış (ahlaksızdı), ayrılmış (cüretkardı) ve sonrasında da şantaj yapmıştı (hak etmişti). Defalarca para istediği kanaatine varmıştı mahkeme; neden istendiği, neden yatırıldığı belli olmayan bir miktar paranın bir kadını öldürmek için yeterli bir tahrik teşkil ettiğini söylemişti.
Yargıtay, mağdur ya da fail bir kadın olmadığında -şöyle söyleyelim, adil olma ihtimali olan- kararlarında haksız tahriki şöyle tanımlıyor: “Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu halde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik halinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.”
Söz konusu olayda ise Cemal Metin Avcı yalnızca eşi bu ilişkiden haberdar olmasın diye aylarca para verdiğini, bu durum nedeniyle yoğun şekilde tahrik edildiğini ve yine bu nedenle genç bir kadını yakıp üzerine beton dökmeyi planlarken ve bunun için gerekli malzemeleri temin ederken kusur yeteneğinin azaldığını iddia etti. Mahkeme kendini suçtan kurtarmak için birkaç farklı senaryo yazan katilin “mağduriyetini” ön plana çıkarabilecek senaryoya itimat etti.
İşin hukuki olarak trajikomik olan diğer yanı ise mahkeme, cinayetin hem tasarlandığını söyledi hem de haksız tahrik altında işlendiğini. Oysa tasarlama unsurunun Yargıtay’ın kararlarında haksız tahrikle aynı anda var olabilmesi imkansız: “’Tasarlama’ halinin kabulü için öldürme kararının şarta bağlı olmadan alınması, ruhsal dinginliğe ulaşıldığını kabule elverişli makul bir süre geçmesine karşın eylem kararlılığından dönülmemesi ve belli bir hazırlık yapılarak sebat ve ısrarla bir plan dahilinde öldürme fiilinin gerçekleştirilmesi gerekmekte olup…”
Yani neticede ortaya şöyle bir karar çıkıyor: Cemal Metin Avcı hem kusur yeteneğini kaybedecek kadar kızgın ve haksız tahrik altında; hem de bir kadını öldürüp bedenini nasıl yok edeceğini tasarlayacak kadar ruhsal dinginliğe ulaşmış durumda!
Uzun uzun hukuk terminolojisine boğmak istemiyorum ama tüm toplumsal cinsiyet politikalarının yargıdaki yansımasını es geçsek bile, yani Türkiye kadınların hem mağdur hem de failken eşit, adil, güvenli şekilde yargılandıkları bir yer olsa -hayal bu ya- dahi, söz konusu karar kendi içerisinde hiçbir hukuki açıklamaya sığmayacak çelişkilere sahip.
Şimdi ise gelelim bir kadının, öldürülmüş genç bir kadının hayatının didik didik edildiği, yalnızca Pınar’ın değil tüm kadınların, mahkemelerde, yani erkeklere ait ve erkekler için kurulan bu düzende nasıl adalet aradıklarına.
Pınar için sosyal medyada çok şey yazılıp çizildi; hepsi aynı yargıyı gösteren binlerce parmak… Yıllar önce Defne Joy’un şaibeli ölümünde kendisine gazeteci diyen bir zat yüksek sesle dile getirmişti; su testisi en nihayetinde testiydi, isyan edemezdi ve bu yolda kırılacaktı. Binlerce erkek hayatlarında hiç tanımadıkları Cemal Metin Avcı’ya gerekçeler bulmak için dizildi kararın arkasına. Erkeklik sözleşmesinin en önemli öğesi budur zira; yapılabileceklerin sınırı öyle muğlaktır ki, başka bir erkeğe arka çıkmak ileride kendine de arka çıkmaktır özünde. Dünyanın öbür ucunda da olsan empati kurabilirsin başka bir erkekle, çünkü her bir erkek bu düzenin taşıyıcısı, iktidarın bir hücresidir. Bu nedenle şantaj yaptığı öne sürülen bir kadın için karar hızla verilir: erkeği çileden çıkarmıştır, çaresiz bırakmıştır, yanlış bir şeyler yapmıştır işte ve hak etmiştir bu sonu. Bu kadar. Söz konusu bir kadınsa varsayımlar hızla gerçeklikler haline gelebilir. Erkeğin aldatmasına “elinin kiri” diyen milyonlar, bir erkeğin, evli olduğu kadın öğrenmesin diye genç bir kadının şantajına boyun eğeceğini hemen kabul edebilir.
Evliyken başka biriyle ilişki yaşayan bir kadını, evli olduğu erkek öldürürse bu “ahlaksızlığının” hak edilmiş bedelidir; ama evli olan katil, evlilik dışı bir ilişki için hiç hesap vermeyebilir, hiçbir bedel ödemeyebilir.
Bir kadın cinsel saldırıya uğradıysa, mesela Nevin Yıldırım, neden şikayet etmemiştir, neden polise gitmemiştir, neden kendini savunmuştur? Ancak şantaj şikayete tabi bir suç da olsa, şayet mahkeme bir kadının işlediğini varsayıyorsa bu durum erkeği inanılmaz derecede çaresiz bırakabilir, “kutsal yuvası” yıkılsın istemeyen erkek çileden çıkabilir, bir kadını yakıp üzerine beton dökebilir. Neden şikayet etmemiştir; patriyarka için asıl soru hiçbir zaman bu değildir.
Erkekler her gün, her saat kadınlar tarafından “haksızlığa” uğrayabilir. Bu haksızlığın sınırları da erkekler için ve erkeklere göredir. Boşanmayı istemek bir haksızlığa dönüşebilir, evlenmeyi istememek, birlikte olmayı istememek ya da yemeği fazla tuzlu yapmak, anneni görmeyi istemek, dışarı çıkmak bir tahrik unsuruna dönüşebilir. Ve yargıya, topluma, özünde patiryarkaya göre bir şeyler yaparak, hatta yaşayarak tahrik eden hep kadınlardır; kimse bunda bir terslik görmeyebilir.
Nihayetinde erkekler kadınları eril bir dünyaya göre her gün yeniden şekil alan gerçeklere dayanarak yok edebilir. Binlercesi katilleri korumak için sıraya dizilebilir. Karakollar, savcılar, hakimler, milyonlar eril iktidarın devam ettiricisi olarak her gün sahnelenen bu erkeklik oyununu yeni baştan sahneleyebilir.
Her şey olabilir.
Ancak gerçek tek ve biriciktir; biz kadınlar varız ve kocaman iktidarınız, medyanız, yargınız, mahkemeleriniz ve kararlarınız olabilir.
Her şey olabilir. Her şeye sahip olabilirsiniz. Ancak asla hepimizi öldüremezsiniz.
*Yeni Yaşam Kadın Eki’nde yer alan diğer yazıları okumak için tıklayınız