Pınar Gültekin bir Kürt kadın, fail Cemal Metin Avcı ise 2008’de bölgede Kürtlere karşı yürütülen savaşın parçası olmuş eski bir asker. Cinayetini de buradan gerekçelendiriyor, meşhur Aktütün baskınından söz ediyor…
Hicran Urun
Pınar Gültekin, Muğla’da Temmuz 2020’de Cemal Metin Avcı tarafından canice katledildi. Fail Avcı’nın ve ona yardım eden aile bireylerinin yargılandığı davada karar yaklaşık iki yıl sonra 13. duruşmada açıklandı. 20 Haziran günü Muğla 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme heyeti, Cemal Metin Avcı’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi, ardından da “haksız tahrik” indirimi uygulayarak cezayı 23 yıla indirdi. Verilen bu cezaya göre, Cemal Metin Avcı’nın yaklaşık 14 buçuk yıl cezaevinde yatması bekleniyor. 8 yılın ardından da açık cezaevine nakil olma hakkına sahip olacak. Avcı’ya yardım eden ve tutuksuz yargılanan aile bireyleri ise beraat ettirildi.
Yasada yer alan ancak genelde ve hatta sadece erkeklere uygulanan “haksız tahrik” indirimi kararı ile birlikte mahkemenin gerekçesi de kamuoyunda geniş yankı uyandırdı, büyük tepkilere neden oldu. Dava süresince hem failin ifadeleri; mesela 12 Temmuz 2021’de görülen beşinci duruşmada, “İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi iyi oldu” demesi ve “tahrik” savunmasını 3 kez değiştirmesi, hem de yargının Pınar’ın hayatını sorgulayıp, gerekçeli kararında da adeta failin avukatlığına soyunması gibi pek çok detay kamuoyunda çokça tartışıldı. Fakat dava ile ilgili pek de gündeme gelmeyen, konuşulmayan bir “ayrıntı” daha var…
Hepimizin bildiği üzere Pınar Kürt bir kadın, pek bilmediğimiz, gündeme gelmeyen kısmı ise fail Avcı’nın 2008’de bölgede Kürtlere karşı yürütülen savaşın parçası olmuş eski bir asker olması. Avcı mahkemede cinayetini de buradan gerekçelendiriyor, meşhur Aktütün baskınından söz ediyor. Edindiğimiz bilgilere göre, duruşmada mahkeme ile Avcı arasında dikkat çekici diyaloglar geçiyor. Mahkeme Avcı’ya niçin panik atak tedavisi gördüğünü soruyor. Bunun üzerine Avcı şu cevabı veriyor: “Askerden -ben askerliğimi Hakkari Çukurca’da yaptım- orada 2008 yılında yaptım hatta Aktütün baskını, o büyük Aktütün baskını olduğu zaman oradaydım. Çok çatışmaya da şahit oldum. Hatta beş tane ölü, üç tane şehit, iki tane terörist cesedi… Onları dağdan indirttiler. Askerden gelince de 6 ay psikoloğa gittim…”
Burada davayı değerlendirirken öncelikle Türkiye’de yargının eril saiklerle hareket ettiği kadar “vatan- bayrak” güzellemelerine de ne kadar itibar ettiğinin altını çizmek gerekiyor. Fail Avcı da birçok fail erkek gibi bunun bilincinde olarak mahkemenin sorduğu soruyu fırsat biliyor ve duruşmanın seyrini değiştiriyor. Pınar bir Kürt kadın, fail de “teröre karşı” savaşmış bir asker olunca mahkemenin “haksız tahrik” indirimine önemli bir gerekçe daha eklenmiş oluyor. Peki bu bir ilk mi? Elbette değil.
Kadın cinayetleri ile ilgili davalarda “vatan millet” güzellemesi yapmak veya üniformalı olmak en az “tahrik” savunması yapmak veya “kravatlı” olmak kadar yaygın bir indirim gerekçesi olarak kullanılıyor. Çünkü “tahrik” indirimlerinin veya cezasızlık politikalarının en fazla üniformalılara uygulandığını en çok yankı uyandıran örneğinden, İpek Er’e tecavüz ederek intihara sürükleyen Musa Orhan’dan biliyoruz. Bir başka en yakın örnek ise 23 Haziran günü Konya’nın Çumra ilçesinde yaşandı. Sözleşmeli er Sabit Türk, 1,5 yıl önce ayrıldığı nişanlısı Merve Küçüktekin’in yüzüne kimyasal madde ile saldırıda bulundu. Hakkında uzaklaştırma kararı verilen Türk’ün Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik “Pençe Kilit Operasyonu”nda yer aldığı haberlere yansıdı. Tutuklanan failin davası henüz görülmedi ama “askerlik anıları ve psikolojim bozuldu” ifadesinin bu dava için de muhtemel bir “indirim gerekçesi” olması hiçbirimizi şaşırtmaz herhâlde. Yine bölgede özel harekat polisi olan Hayri Mağara, 15 Haziran günü evli olduğu L.M.’yi ve oğlunu ateşli silahla katletti. Faillerin bölgede askerlik yapmış erkeklerin olduğu bu üç örnek sadece Haziran ayı içerisinde yaşandı. Örnekleri çoğaltmak, Sakine Kültür, Fatma Solak, Müfide Tamur, Remziye Apaydın gibi üniformalı faillerin katlettiği daha birçok kadının ismini saymak mümkün.
Failin kolluk güçleri olduğu kadına yönelik şiddet, cinayet olayları ile ilgili internette kısa bir tarama yaptığınızda karşınıza yalnızca 2013 verileri çıkıyor. 2013 yılında Radikal gazetesinde yayınlanan bir habere göre, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında “öfke kontrolü yapamadıkları” gerekçesi ile 5 bin polis ve askerin silahına el konulmuş. Resmi kurumlar 2009 yılından bu yana kadın cinayetleri ile ilgili verileri açıklamadığı için konuya dair en güncel bilgi olarak ise gazeteci arkadaşım Nevin Cerav’ın, Yeni Yaşam Kadın Eki’nin geçtiğimiz sayısı için hazırladığı geniş dosya çıkıyor karşımıza. ( https://kadineki.com/detay/vahsetin-anatomisi-uniformali-failler/ )
Evet, Türkiye’de kadına yönelik şiddet her geçen gün artıyor, bununla birlikte faillerin devletin kolluk gücüne bağlı çalışan personel olduğu kadın cinayetleri de artıyor. Çünkü şiddetin bu kadar artmasında iktidarın kadın düşmanı politikaları, ona bağlı medyanın şiddeti meşrulaştıran dili ve yargının cezasızlık politikası kadar aynı zamanda bölgede yürütülen savaşın da etkisi büyük. Çatışma ortamlarında artan şiddet kadınlar açısından çok daha yakıcı sonuçlar ortaya çıkarıyor. Burada esas altı çizilmesi gerekenin de bu olduğunu düşünüyorum; bölgede yürütülen savaşın kadın cinayetlerine nasıl gerekçe yapıldığı. Fail erkekler üniformalarından aldıkları cüreti mahkemelerde kullanmakta bir beis görmüyor, çünkü eril olduğu kadar ırkçı da olan yargıda bunun işe yarayacağını, indirim alabileceğini biliyor.
Bu nedenle “savaşlar en çok kadınları etkiliyor” sözü bir slogan veya belirlemenin çok ötesinde, altı sayısız başlıkla -göç, yoksulluk, şiddet vb.- dolu bir gerçek. Dolayısıyla “kadın cinayetlerine hayır” demek ve erkek şiddetine karşı mücadele yürütmek kadar “savaşa hayır” demek de biz kadınlar için hayati ve mücadelenin önemli bir parçası.
*Yeni Yaşam Kadın Eki’nde yer alan diğer yazıları okumak için tıklayınız