Pontius Pilatus(MÖ 20- MS 50) MS 26’dan 36’ya kadar yönettiği Roma Eyaleti Yehuda’nın beşinci valisidir ve Hz.İsa’nın infazına karar veren yetkili olarak tarihe geçmiştir. Aziz Yuhanna meselinde şöyle bir diyalogta ondan bahsedilir. Pilatus ‘demek sen bir kralsın, öyle mi?’ dedi. İsa, ‘kral olduğumu sen söylüyorsun’ karşılğını verdi. ‘Ben hakikate tanıklık etmek için doğdum, bunun için dünyaya geldim. Hakikatten yana olan herkes benim sesimi işitir.’
Pilatus o’na, ‘Hakikat nedir?’ diye sordu. Bunu söyledikten sonra Pilatus yine dışarıya, Yahudilerin yanına çıktı. (Yuhanna, 18:37- 38)
Felsefe tarihçisi Nicholas Rescher bu noktada F.Bacon’un bir makalesindeki klasik satırı hatırlatır ve aktarır: “Hakikat nedir diye sordu şakacı Pilatus ve bir cevap beklemeyecekti.”
Evet, işin gerçeği son derece ilginçtir. Pilatus ‘hakikat nedir?’ diye ortaya okkalı bir soru atar ve cevabı beklemeden uzaklaşır oradan. İsa’dan bir cevap beklemez. Bu kısa hikaye, egemen ve öteki arasındaki en ince ve kalın çizgi olabilir. Çünkü burada Pilatus’un yaptığı sıradan bir şey değildir, bir anlık dalgınlık, öylesine bir soru, cevabı bilinene atıf vs. değil söz konusu olan. Burada mesele “soru sormaktır”. Bunun farkındalığı ile, egemenin kibri ile soru soruyor. Cevap onun için önemli değil. Nasılsa bildiğini yapacak. Burada soru bir çeşit şiddet aracına dönüşür. Karşıyı anlamsızlaştıran, onun ruhunu delen, acıtan, çaresiz bırakan ve reçetesiz bırakan bir forma sokar.
Elias Canetti boşuna ‘soru sormak zora dayalı müdahaledir’ demiyor olsa gerek. Çünkü bir iktidar aracı olarak kullanıldığında, kurbanın etini kesen bir bıçak gibidir.
İktidar çözümlemesi bağlamında sözlerine şöyle devam eder: “Soran, bulunacak şeyin ne olduğunu bilir; ama ona fiilen dokunmak ve onu açığa çıkarmak ister. İç organlar üzerinde çalışan bir cerrahın kendinden eminliğiyle işe girişir. Ama soran, özel türden bir cenahtır; hakkında daha çok şey öğrenmek için kurbanını canlı tutan ve bedenin geri kalanı hakkında bilmek istediklerini öğrenmek için, uyuşturmak yerine, belirli organlarda kasten acıya neden olan bir cerrah. Sorular cevaplanmak içindir; cevaplanmayanlar havaya atılan oklar gibidir. En zararsız sorular, yalıtılmış kalan ve başka sorulara yol açmayanlardır. İlk soru kimlikle ilgilidir; ikincisi yerle. Her iki soru da konuşmayı varsaydığına göre, insan bu sözel sorgulamadan önce gelen ve ona denk düşen orijinal bir durum olup olmadığını bilmek ister. Böyle bir durum varsa, yer ve kimlik bu durumla çakışmış olmalıdır, çünkü biri olmadan diğerinin olması anlamsızdır. Böyle bir durum var olmuştur ve hala vardır; bu durum avın tereddütle incelenmesi durumudur” …
Kürt sorunun bir diğer adı da bence ‘zora dayalı sorular’ silsilesidir. Bu meseleye dair her şey konuşulmuş, söylenmiş gibi duruyor ama hiçbir şey konuşulmadı. Maalesef gerçek budur! Hakikat nedir sorusu bundan olsa gerek ortada öylece duruyor. Ortada sorular olduğu doğrudur ama genelde sorular bize ait değil. Tarih bizim soruları pause düğmesine basarak zaman hanesine yazıyor. Sessizleştirme altında geçen yıllar bizimkisi.
İktidar sahiplerinin soruları ise görünür ve ilginçtir bizden cevap bekliyorlar. Soru sorduklarımız bize soru ile cevap veriyor. Bu tipik bir reflekstir. Onun sorusu önemlidir, onun ‘istediği cevaplar verilecekse’ cevap önemlidir. Pilatus ‘sen kralsın öyle mi?’ diye soruyor direk. Oysa İsa’nın böyle bir iddiası yok. Sen diyorsun diyor, kral olmadığını söylüyor; fakat ne fayda! İsa’nın infazına giden yolun bir sebebi de ‘krallık’ iddiasıdır. İroniktir ama durum bu!
Bu durum için milattan önceye gitmeyelim. Her dönem iş gören bu zora dayalı soru sorma gerçekliğinin içinde yüzüyoruz. Bir dönem yada aralıkta değil, her gün ama her gün maruz kalıyoruz buna. Dikkat edilirse Erdoğan şahsında iktidar sahipleri sürekli sorular soruyor. Cevap veriliyor fakat onlar anlamsız! Erdoğan cevabını beklediğimiz her sorumuzun üstüne sorularla saldırıyor.
Örneğin en son Demirtaş ve Yüksekdağ davası!
Yani hukuk alanında böyle bir skandal, böyle bir keyfiyet Roma kuçelerinde görüldü mü, Barbarlık çağında dahi başvuruldu mu bilmiyorum, fakat işte oluyor. Yine de çıkmış ‘bırakalım mı?’ diyor. Cevabını bizden bekliyor. Biz daha evet demeden o çoktan soluğu başka bir soruda alıyor.
“Yapmadık mı? Her şeyi yerine getirmedik mi? İlk biz başlatmadık mı? Vs. vs…” bitmeyen soruları var. Ekonomi dipte: “Ülkemiz neden üretemiyor?” diyor, eğitim yerlerde, “neden üniversitelerimiz geride?” diyor. Siyaset desen lanetin lanetini yaşıyor, ‘neden parti kuruyorsunuz?” diye sataşıyor. Her şeye ama her şeye bir sorusu var. Cevabı değil! Fark budur…Başta kendi partisinin sorunları olmak üzere, hiçbir şeye çözümü yok, cevabı yok. Sadece sorusu var. Bu soruları bir cerrah gibi, karşıdakinin canına batırarak sorar. Hepsi şiddet doludur…