Günlerden 11 Aralık 1977, Oslo, City Hall. Nobel Barış Ödülü Uluslararası Af Örgütü’ne (AI) verilmiş. AI adına ödülü, 12 Mart döneminin ünlü düşünce suçlusu Prof. Dr. Mümtaz Soysal alıyor ve teşekkür konuşması yapıyor. (Yani Orhan Pamuk’tan ve RTE’nin Sancar “Hoca”sından önce, AI’yi temsilen de olsa, Mümtaz Soysal var Nobel ödülü alan!)
Mümtaz Soysal, konuşmasında, “Nobel Komitesi’nin 1977 Barış Ödülü’nü vermeye uygun bulduğ”u Uluslararası Af Örgütü, 107 ülkede 168 000 aktif üyeden ve destekleyiciden oluşuyor. Ben burada onlar adına bulunuyorum” dedi.
12 Mart Cuntası, birilerinin bugün Demirtaş ve Kavala’ya takması gibi, kafayı Mümtaz Soysal ve Sevgi Soysal çiftine takmışlardı.
12 Mart’tan günümüze sıçrayalım zaman tünelinde, tarih: 7 Temmuz 2017, Yeni Akit gazetesi manşeti: “Büyükada’da Af Örgütü’nün de katıldığı Uluslararası Karanlık Toplantıya Baskın”.
Daha sonra “sistem”in gözde isimlerinden biri olacak olan Mümtaz Soysal’ın, 1977 yılında Oslo’da AI adına yaptığı konuşmaya dönelim (sanki bugünü anlatıyor): “Barış kaygısı ile insan haklarını teşvikinin birbirinden ayrılmaz olduğunu, bu ödülü bize vererek kabul ettiğinizden dolayı teşekkür ederiz.
“Barış, geleneksel savaşın yokluğuyla ölçülmez, ancak adaletin temelleri üzerine inşa edilir. Adaletsizliğin olduğu yerde, çatışmanın tohumları vardır. İnsan haklarının ihlal edildiği yerlerde barış tehdit altındadır…
“Bazı ülkelerde güvenlik güçleri ve paramiliter gruplar siyasi cinayetleri, politik bir araç olarak kullanmaktadırlar. Oralarda, adalet sistemi pratikte artık işlemez hale gelmiştir. Olağanüstü Hal yasaları, acımasız baskıyı legalize etmek için kötüye kullanılmaktadır – nesnel standartlar, olağanüstü hali gerektirmediği halde.
“Devlet onaylı işkence, Birleşmiş Milletler tarafından 1975’te kabul edilen “Her Türlü İşkenceye Karşı Bildirge”ye karşın, dehşete düşürecek sayıda devlette uygulanmaktadır…
“Birçok ülkede, özellikle Asya’da, uzun süreli bir gözaltı sistemi gelişmektedir. Mahpuslar yıllarca kötü cezaevi koşullarında tutulmakta ve yetkililer onlara, temel adil yargılama hakkını bile vermemektedirler…”
Mümtaz Soysal’ın daha sonra “hat değiştirmesi” başlı başına bir yazı konusu. Onu bir başka yazıda ele alalım. Hani, Osmanlıda “bizim oğlan bin’a okur, döner döner yine okur” derler ya, ha bire geri sayıyoruz zaman tünelinde…
RTE’de herhalde bir Nobel travması vardı. Şimdi verseler de almam diyor ya, onun yansıması. Hani istemem, yan cebime koy misali.
Barış şansını, seçimi kaybettim diye öfkeyle masayı devirmeseydi, belki iki “Başkan” paylaşabilirdi Nobel Barış Ödülü’nü.
Aynı İzak Rabin ile Yasser Arafat gibi.
1934 yılında, Türkiye/Yunanistan arasında dost ilişkiler kurduğu için Atatürk ile Venizelos’un Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi gibi.
RTE, “Nobel’i teröristlere verdiler” derken, herhalde, FKÖ başkanı Arafat’ı kastetmedi, belki İzak Rabin? Yok, zaten onu İsrailli bir “terörist” öldürdü.
Daha sonra, önce sözcücü, sonra İletişim Bakanı, Başkan’ın sözüne düzeltme yaptı. “Yok, Başkan Orhan Pamuk’u kastetmedi!” Ardından, “Yok Başkan Sancar Hoca’yı da kastetmedi!” Peki, kimi kastetti?
Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen bazı kişileri!
Bu yıl, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş, Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi.
Ama ödül Etiyopya devlet başkanına gitti. Eritre arasındaki uzun yıllardır devam eden sorunlara barışçıl çözüm yolunu açtığı için. Yani bizim barış süreci gibi bir olay.
Söz arası, Etiyopya’daki acımasız askeri diktatörlüğü, Eritreli gerillalar sonlandırmıştı, 1991 yılında başkenti ele geçirerek.
Ve Eritre’de aynı zamanda İsveç vatandaşı olan yazar Dawit Isaak, 2001 yılından beri tarihi Asmara kentinde hapiste, hatta kayıp. Suçu: demokratikleşme için aydınlar bildirgesi. Hani bizim Evren’e verdiğimiz gibi. Al sana, “Kurtarıcısından” kurtulamayan bir ülke daha. Al sana başkanlık modeli! Isaias Afwerki, Etyopya’yı 1991 yılında kurtardı ama kendi ülkesini diktaya, yolsuzluğa mahkum etti. Belki bu Nobel hikayesinden sonra, İsaac serbest bırakılır. Ya da en azından akıbetini öğreniriz.
Yıllarca askeriyenin ev hapsinde tuttuğu Myanmar lideri Suu Kyi, bundan dolayı Nobel Barış Ödülü almıştı. Bu hafta Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nda Rohingya bölgesi halkına yönelik soykırım iddialarını reddetti. Tam bu hafta!
Sonuç olarak, Çin’in “kudretli” liderine göre Uygurlara yönelik yanlış bir şey yok. Zaten Aydınlık gazetesinin sitesine girseniz Uygur bölgesi adeta bir cennet. Myanmar Lideri Suu Kyi’ye göre Rohingya’da soykırım yok. RTE’ye göre 1915’te sadece şanlı Çanakkale direnişi var! Handke’de geçmişte Sırpların soykırım yapmadığını söylemiş. Adam adeta linç edildi.
Öte yandan Hırvat faşist Ustaşa hareketinin 1941 yılında Sıplara uyguladığı soykırım, dahası 1991 yılında yaptıkları, Bosna’da Müslümanları katletmeleri, Mostar köprüsünü havaya uçurmaları görmezden gelindiği gibi, AB üyeliği sürecinde söz konusu bile olmadı.
Başkan’ın İletişim Bakanı, “Bazı uluslararası kurumlar terörle bağlantılı kişilere ödül veriyor” diye eklemede bulundu, neyin kastedildiği açıklanırken.
O zaman kim kastedildi? En son Demirtaş’a, AP’deki Sosyal Demokrat Partilerin ortak Cesaret Ödülü Stockholm’de verilmişti. Zaten Demirtaş’ı Nobel’e de Sosyal Demokrat bir milletvekili aday göstermişti. Bu kızdırmış olabilir.
Geçmişte de Leyla Zana, Avrupa Parlamentosu’nun Saharov Ödülü’nü almıştı ya.
Osman Kavala ise, Avrupa Arkeologlar Birliği’nin ödülünü aldı bu yıl.
Bu da birilerine dert olmuş anlaşılan! Bir de AİHM, Osman Kavala’nın tutukluluğu hakkında “küllen geçersiz, hukuk dışı bir işlem” kararı vermez mi?
Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Birliği hem 1915 soykırımını, hem Boşnaklara yönelik soykırımı kabul ediyor. RTE’de, “Boşnak soykırımını reddeden Peter Handke’ye ödül verildi” diye öfkeleniyor, kendi inkarcılığını göz ardı edip. Bak şimdi, İsveç PEN’i ile RTE paralel düşmez mi? Handke’yi protesto da?
Ama bizimkilerin anlayışı: “bizimki soykırım değil, onlarınki soykırım!” Filistin’de yapılan “soykırım”, hem Ecevit’e hem RTE’ye göre. Şu anda seslendirmiyorlar İpek Yolu projesinden dolayı ama geçmişte Uygur ülkesinde yaşananları da “soykırım” diye tanımlamışlardı.
Ama haşa, Ermeniler sözkonusu oldu mu, haşa asla soykırım değil… Anadolu ve Pontos Rumlarını, Süryani, Keldani ve Asurileri, Kürtleri ve Ezidileri ağzınıza bile almayın!
Bir ara RTE, Dersim’den dolayı özür diler gibi bile oldu, 24 Nisan’da “acıları” bile paylaştı. Ama dün dündür, bugün ise farklı.
90’ların sonunda da Handke, “Sırplarınki soykırım değil” demiş. Türkkaya Ataöv, Perinçek (sahi o da Sırplara destek çıkmıştı değil mi, Handke gibi) ve diğerlerinin, “1915 soykırım değil” demesi gibi bir şey. Neyse, başlı başına bir makale konusu. Yani inkar tavrında Handke ile çakışmaları, umurlarında bile değil.
Tek söyledikleri Müslüman soykırım yapmaz, Müslümanlara yapılan soykırımdır!
Ve en son şok: Amerikan Senatosu, Ermeni Soykırımı’nı kabul eden bir yasa tasarısını kabul etmez mi? Trump’ı takmayıp…