Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) uluslararası koalisyonla birlikte DAİŞ’in bitişini ilan etmesiyle Suriye’nin geleceğinde önemli bir aktör haline geldiğini belirten Ortadoğu uzmanı Mustafa Peköz, Şam’ın QSD ile anlaşmadığı taktirde politik istikrar sağlamasının imkansız olduğunu söyledi. Peköz, gözlerin çevrildiği İdlip’teki savaşın ise fiilen başladığını ifade etti.
Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) Dêra Zor’un Hecin Beldesine bağlı Baxoz köyünde, DAİŞ’e karşı gerçekleştirdiği “Cizre Fırtınası” operasyonun bitmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni konjonktöre dair Ortadoğu uzmanı-yazar Mustafa Peköz, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) Ferhat Çelik’in sorularını yanıtladı.
QSD, DAİŞ’e karşı yürüttüğü savaşın bittiğini ilan etti. DAİŞ’in yenilgisi bölgesel ve uluslararası alanda nasıl karşılandı?
Demokratik Suriye Güçleri ve Uluslararası Koalisyonun askeri güçlerinin ortaklaşa yürüttükleri operasyonla IŞİD’in Suriye’deki askeri varlığına son verildi. Dahası kontrol ettikleri toprakları bütünüyle kaybetti. Öncelikle şuna dikkat çekmek gerekir: IŞİD askeri olarak yenildi, kontrol ettikleri toprakları kaybettiler ama IŞİD’in bütünüyle tasfiye olduğu sonucunu çıkartmamak gerekir. Ancak IŞİD’in kontrol ettiği alanları kaybetmesi ciddi askeri ve politik sonuçlara yol açacaktır.
Birleşmiş Milletler, AB (özellikle Almanya, Fransa, İngiltere), ABD, Rusya, Çin, Arap Birliği ve İran gibi ülkelerde önemli bir başarı olarak görüldü. IŞİD’in yenilmesinin bölgesel ve uluslararası ilişkilerde önemli yansımaları olacağı açıktır. Suriye’nin politik geleceği tartışılırken DSG’nin mutlak olarak hesaba katılması gerektiği fikri artık kabul görmeye başladı. BM Güvenlik Konseyi Suriye Temsilcisi’nin DSG’yi ‘Suriye’de ciddiye alınması gereken güç’ olarak tanımlaması belki de ilk kez net bir söylem olarak kullandı. Öncelikli olarak ABD ve Rusya’nın Suriye merkezli politikalarını etkileyecektir. İran, Türkiye, S.Arabistan ve İsrail içinde önemli sonuçlar doğuracaktır. IŞİD’in askeri gücünün ciddi oranda tasfiye edilmesi Suriye’de askeri dengelerin hızla değişmesine ve İdlib’ten sonra politik parametrelerin yeniden belirlenmesine yol açacaktır.
Bu durumu ABD, AB ve Rusya açısından ayrı ayrı ele aldığımızda nasıl bir sonuçla karşıyayız. DAİŞ’in yenilgisi bu güçlerin Suriye politikalarını nasıl etkiler?
Dêra Zor’da, Heqil Omer’de IŞİD’e karşı zafer kazanıldığı ilan edilirken DSG ve Amerika bayraklarının yan yana olmasının sembolik etkisinden çok askeri ve politik yansıması oldukça önemlidir. DSG’nin IŞİD’e karşı zafer ilan etmesi, özellikle ABD’nin Suriye politikasını çok ciddi oranda etkileyecektir. ABD, DSG’nin politik olarak çok daha fazla desteklenmesi ve politik statüsünün netleştirilmesi için daha aktif olacaktır. Rusya da, DSG’nin bu zaferini görmezlikten gelemez.
Askeri başarının politik kazanımlarla şekillendirmediği sürece krizin devam edeceğini bilen Rusya’nın DSG ile çok daha kapsamlı görüşmelere yönelmesi sürpriz olmayacaktır. Bu bakımdan Suriye’nin askeri dengesini belirleyen ABD ve Rusya, mevcut tablonun sürdürülebilir olmadığını da görüyorlar. Bu nedenle bölgesel stratejilerine uygun bir şekilde ortak bir kısım adımlar atmak için arka plan askeri-politik diplomasiyi çok yoğunluklu olarak sürdürme kararı alırken, DSG’nin askeri başarısının politik karşılığının verilmesi gerektiğini iki güçte biliyor.
Trump, Suriye’deki askerlerini çekeceğini duyurmuştu. Ancak daha sonra bundan vazgeçildiği ve sahada 400’e yakın askeri güç bulundurulacağı Pentagon yetkilileri tarafından açıklandı. ABD’nin bundan sonraki Suriye ve Rojava politikası nasıl olacak?
ABD, Suriye stratejisini DSG’nin askeri ve politik geleceği üzerine kurmuş bulunuyor. Bunun ciddiye alınabilir bir kısım zorlukları olsa da, başka bir alternatifinin olmadığını görüyor. Ayrıca Suriye savaşını kazanan ikici gücün: Esad ve DSG olduğu hesaplandığında ABD’nin Suriye stratejisini DSG üzerinde kurması en mantıklı olanıdır. DSG’nin uluslararası kamuoyu önünde IŞİD’i yenilgiye uğratmasının sağladığı askeri prestijin politik kazanımlara dönüştürülmesi ABD ve AB için oldukça önemlidir. Bu nedenle Trump’ın ‘çekileceğim’ kararının pratik olarak işlemeyeceğini ve ABD’nin bölgesel stratejisi bakımından pek uygun olmayacağını belirtmiştim. Gelinen noktada Pentagon bütünüyle çekilmeyeceğini ilan etti. Pentagon, DSG olmaksızın Suriye merkezli politikalarını uygulamayacağını görüyor.
ABD’nin Suriye projesi kısa vadeli olmayıp, bölgede uygulamak istediği stratejik planın bir parçasıdır. Bu nedenle Suriye’de DSG’nin Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen desteklemesi ve askeri olarak güçlendirmesi, bölgesel denklemde yeni stratejik ittifakları kurmasından ileri geliyor. ABD, DSG’nin askeri başarısını politik bir kalıcılığa dönüştürmek için yeni taktik planları uygulamaya koyacağını gösteren çok sayıda veri bulunuyor.
ABD bu politikayı yürütürken Rusya’yı ne ölçüde dikkate alıyor. Ortak bir noktada buluşabilirler mi?
Her iki taraf da ortak bir uzlaşı üzerinden ilerleyeceklerdir. ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph Dunford ve Rus Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov, 4 Mart 2018 tarihinde Viyana’da bir araya geldiler. Gündemdeki konuların başında Suriye’nin askeri ve politik geleceği vardı. Öyle anlaşılıyor ki Rusya ve ABD, Suriye’nin askeri geleceğinin nasıl şekillenmesi gerektiği konusunda hemfikir oldular. Suriye’deki askeri dengelere bakıldığında ortak hareket etmek için bir anlayış birliğine varmaları gayet doğaldır. Bunun bir başka anlamı da ABD ve Rusya, Suriye’de politik sorunlar üzeninde tam bir anlaşma sağlanana kadar daha uzun süre burada kalacaklardır.
Washington ve Moskova merkezli stratejik araştırma kuruluşlarının yaptığı değerlendirmelere bakıldığında ise: ABD-Rusya ikilisi, IŞİD ve Heyeti Tahrir Şam’ın yenilgisinin ilanından sonra Suriye’nin geleceğini belirleyen politik yol haritasın üzerinde anlaştılar. Birbirlerinin askeri sahalarına müdahale etmeden, Suriye’nin politik geleceğinde PYD merkezli DSG ile Esad rejimi arasındaki dengenin kurulması konusunda uzlaştıkları görülüyor. BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in son açıklamalarında Suriye’nin geleceğinde DSG’nin önemli bir aktör haline geldiğini belirtmesi, ABD-Rusya anlaşmasının bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir.
İran ve Türkiye açısından durum nedir?
Türkiye, IŞİD’e karşı savaşmak için ABD ile birlikte hareket etme isteğini sayısız kez dile getirdi. ABD ile yapılan bütün resmi-diplomatik görüşmelerde bu tekrarlandı. Ancak ABD, Türkiye’yle bu süreci götürmedi. Çünkü Türkiye’nin orada kalıcı olamayacağını ve sonunda çıkmak zorunda kalacağını biliyordu. Aynı zamanda kendi askeri-politik planlarını Türkiye üzerinde yaşama geçirmesinin birçok dezavantajları olacağını da görüyordu. Bu nedenle yerleşik güç olan DSG’yle çalışmayı esas aldı. Bunun bir başka anlamı, Türkiye’nin politik geleceğinden Ankara’ya fazla bir misyon biçilmeyeceği anlamına geliyordu. Ortaya çıkan politik tabloya bakıldığında Ankara’nın Suriye’nin geleceğine karar vermede ciddiye alınabilir bir güç olmadığı görülüyor.
Bölgenin en güçlü ülkelerinden biri olan Türkiye’nin Suriye’deki oyun kurucu güçlerin dışında tutulması, buna karşılık uluslararası koalisyon destekli DSG’nin belirleyici olması önümüzdeki süreçte Türkiye’nin özellikle Ortadoğu politikasını çok daha fazla etkileyecektir.
İran bakımından durum nispeten farklı. İran, Suriye’de kara savaşının en önemli aktörüdür. Belirlediği strateji üzerinde ciddi bir etki alanı sağladığını ve jeo-politik olarak Akdeniz’e indiğini söylemek gerekir. Tahran, Esad’ı var gücüyle destekleyecektir. Ancak DSG’nin askeri-politik başarısını da yok hükmünde saymaz. Bu nedenle Esad rejimiyle DSG güçleri arasında politik pazarlıklarda önemli bir rol oynaması sürpriz sayılmamalıdır. Çünkü Tahran da biliyor ki, Şam’daki iktidar gücü DSG’yle anlaşmadığı taktirde politik istikrar sağlanamaz. Bu nedenle Türkiye’den farklı olarak DSG’nin politik misyonunu kabul ederek Şam’ın kalıcılaşmasını sağlamaya yönelik politikalar uygulamaya koyabilir.
DAİŞ’in yenilgisinin açıklandığı törende QSD komutanı Esad’la Rojava’nın politik pozisyonu konusunda görüşebileceklerini söyledi. Bunun anlamı nedir?
Suriye’nin politik stratejisinin belirlenmesinde Esad çok fazla belirleyici değildir. Öncelikli olarak ABD-Rusya dengesi etkili olacaktır. Ayrıca İran’ı hesaba katmak gerek. BM ve AB dahil olmak üzere Suriye’de politik çözümün sağlanması ve özellikle Kürtlerin politik statüsünün netleştirilmesi için önemli görüşmeler yapılıyor. Esad zorunlu olarak DSG ile masaya oturmak zorundadır. Başka bir alternatifi bulunmuyor. DSG denetimindeki bölgelerinin politik statüsünün özerklik mi, federasyon mu olacağına, ABD-Rusya ve diğer güçler arasındaki sonuçlara göre karar verilecektir. DSG’nin denetiminde bulunan alanların bir statüsünün olacağı kesin. Tartışma konusu olan bunun nasıl olacağıdır.
Suriye gündeminin en önemli başlıklarından biri de Heyet Tahrir el Şam’ın kontrolünde olan İdlib. Kente dönük kapsamlı bir operasyon olasılığı ne kadar uzakta?
Rusya’nın askeri ve politik stratejisi, Esad rejiminin iktidarda kalmasını sağlamak ve Suriye’yi Akdeniz havzasında merkez bir üs olarak kullanmak. Bunun için askeri olarak gerekli bütün adımları atmakta tereddüt etmiyor. Politik olarak da gerekli tavizleri vermekten çekinmiyor. Suriye’de akıllı bir askeri-politik strateji izleyen Rusya’nın gelinen noktada öncelikli hedefi, İdlib’te Heyeti Tahrir Şam’ı yenilgiye uğratmak ve burayı yeniden Esad rejimine teslim etmektir. İdlib kontrol altına alınmadan Rusya’nın Akdeniz’de bulunan askeri üsleri hiçbir şekilde güvencede olmaz. Aynı zamanda Esad rejiminin politik geleceği garanti altına alınamaz.
İdlib’te ilan edilmemiş savaş, fiilen başladı. Son üç haftadır özellikle Hama çevresinden başlayan çatışmalar öncelikli olarak M-4 ve M-5 otobanlarının kontrol altına alınması için kapsamlı bir saldırıya dönüşmüş bulunuyor. Aslında uluslararası kamuoyuna ilan edilmemiş savaş fiilen başladı.
İdlib savaşı, Türkiye’nin bölgesel politikasını nasıl etkiler?
Türkiye, İdlib savaşında Rusya-İran-Esad üçlüsünün başlatacağı, dahası Hama bölgesinde başlattığı savaşa kesin olarak karşıdır. ancak fiili olarak buna karşı bir duruş sergileyecek bir durumu söz konusu değildir. Bu nedenle iradesi dışında Rusya’nın sürdürdüğü savaşa karşı herhangi bir tutum almaz. Moskova-Washington arasına sıkışmış Ankara’nın İdlib savaşında aktif bir güç olması beklenemez. Dahası sahada öyle bir durumu söz konusu değildir.
Türkiye’nin Rusya’yla yaptığı anlaşma gereği İdlib’te ‘çatışmasız bölgeler’ oluşturulacak ve silahsızlandırılacaktı. Bu şuna kadar olmadı. Olası İdlib opesyonunda Türkiye’nin bölgedeki örgütlerle ilişkileri nasıl bir boyut alır?
İdlib savaşında en zor durumda olan güç, Türkiye’dir. İdlib savaşının birkaç açıdan Türkiye’de yeni sorunlara yol açma olasılığı oldukça yüksektir. Birincisi; sayıları onbinlerle ifade edilen radikal örgüt militanlarının silahlarıyla ve ailelerinin zorunlu olarak Hatay bölgesine geçmeleri. İkincisi ise; büyük bir göç dalgasının olma olasılığı. Bu iki durum Ankara’yı ciddi oranda zorlayacaktır. Türkiye, sivillere kapılarını açabilir. Uluslararası ve bölgesel ilişkilerin yaratacağı bir kısım sorunlar nedeniyle şu veya bu düzeyde desteklediği ve hatta İdlib’de söz geçirebileceğini iddia ettiği bu örgütleri Türkiye’ye aldığında uluslararası alanda İslamcı örgütler-Ankara ilişkisinin tescilinin bir gerekçesi haline getirilmesi gündeme gelebilir. Tersine bu örgüt militanların İdlib içinde kalması için çok yönlü lojistik destek sunmaz ve kapıları kapatırsa bunlarla silahlı çatışma gündeme gelir. Bu nedenle İdlib savaşının Türkiye’ye yansımaları düşündüğümüzden daha ciddi sorunlar yaratacak gibi görünüyor.
Bu durum Türkiye’nin Suriye politikasında bir değişime yol açar mı? Özellikle Afrin ve El Bab olası bu değişimden nasıl etkilenir?
Rusya, Türkiye’nin kontrol ettiği Afrin ve El Bab bölgesinin de İdlib’den sonra Esad rejimine teslim etmesi için bir kısım adımlar atacaktır. Erdoğan’ın İdlib konusunda Putin’e verdiği hemen hemen hiçbir sözünü yerine getirmemiş olması, Rusya tarafından not edildi. Ancak Moskova, S-400’ler nedeniyle Ankara-Washington arasında oluşan krizin derinleşmesini sağlamak için Erdoğan üzerinde bir baskı kurmak istemiyor.
Ankara-Moskova arasındaki ‘gizli’ anlaşma gereği, Afrin ve El Bab bir süre sonra Esad rejimine teslim edilmek zorunda kalınabilinir. Aksi taktirde IŞİD savaşını kazandığını ilan eden DSG, hareket halindeki askeri güçlerinin ABD’nin nispi onayı ile El Bab, Azez ve Afrin bölgesine çekerek kapsamlı bir savaşa yönelebilir. Bu olasılık zayıf görünmekle birlikte mümkün olabileceğini hesaplamak gerek. Örneğin; Ankara’nın S-400’lerden ısrarı ABD’yi böylesi bir şantaja yöneltmesi sürpriz olmaz.
Türkiye; ABD-Rusya, Esad-DSG arasında Rusya-Esad’ı tercih etmek zorunda kalacak gibi görünüyor. El Bab ve Afrin’i Esad rejimine teslim ederek Kobane-Afrin koridorunun birleşmesini engelleyebilir. Ankara, El Bab ve Afrin’de kalamaz. Trump’ın Golan tepelerinin İsrail tarafından ilhakına onay veren bir kararnameyi imzalamış olması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘kimin toprağını kime veriyorsun’ haklı tepkisinin politik karşılığı ‘Afrin ve Elbab’ın da boşaltılmasıdır. Sorun bu iki bölgeyi kim kontrol edecek. İslamcı örgütlerin böyle bir şansı olmadığına göre, Esad rejimi ve DSG bulunuyor. Kararı Ankara verecek. Türkiye’nin askeri ve politik çıkarları bakımından Esad’a teslim etme olasılığı çok daha güçlü görünüyor. Tabii DSG, ABD’nin onayı ile önceden askeri bir hamle başlatırsa, sonucun nasıl olacağını kestirmek o zaman çok zor olacaktır.