Türkiye’nin ‘Güvenli Bölge’ anlaşmasına rağmen Kuzeydoğu Suriye’ye harekat tehdidinde bulunmasını değerlendiren Ortadoğu uzmanı Mustafa Peköz, amacın İdllib yenilgisini unutturmak ve Trump ile görüşme öncesi baskıyı arttırmak olduğunu vurguladı.
Selman Güzelyüz/MA
Rusya, Türkiye ve İran liderlerinin katılımıyla Ankara’da düzenlenen Üçlü Zirve’nin yankıları sürüyor. Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak için her türlü tedbirin alındığı ve Anayasa Komisyonu üzerinde bir anlaşmaya varıldığı iddia edilse de uzmanlar asıl muhatapların yer almadığı zirvenin bir toplantıdan öteye gidemeyeceğini söylüyor.
Askeri ve politik olarak Suriye’nin yüzde 35’i üzerinde hâkimiyet kuran Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) söz sahibi olmadığı, taleplerinin anayasaya konulmadığı bir anlaşma başarılı olabilir mi?
Konuyu değerlendiren Ortadoğu uzmanı Mustafa Peköz, Ankara’daki zirvede anayasa hazırlığı için alınan kararların yaşama geçmesinin stratejik-politik bir önemi olmayacağını belirtti. Peköz, “Anayasa komisyonunun kimlerden oluştuğu meselesi ciddiye alınacak bir durum olmadığı gibi, DSG’nin doğrudan içerisinde yer aldığı politik çözüm, zorunlu ve kaçınılmaz olarak masaya gelecektir” değerlendirmesi yaptı.
Belirleyici olan Cenevre
Peköz, Suriye’de kazanan iki gücün Şam’daki iktidar ile Kamışlo’daki iktidardan ibaret olduğunu söyledi. “Bu iki güç Suriye savaşının kazananları olarak biliniyor” diye devam eden Peköz, her iki güç arasında çıkacak olası bir askeri çatışmanın, Suriye’yi yılları kapsayacak yeni bir savaşa sürükleyeceği uyarısında bulundu. Peköz, “Ne Rusya ve İran ne de ABD, böylesi bir çatışmayı ister. Bu bakımdan sorunun politik çözümünün tartışmaksızın muhataplarından biri de DSG’dir. Moskova-Ankara-Tahran üçlüsünün Anayasa hazırlama komisyonu kurmaları stratejik olarak belirleyici olmayıp esasen BM Güvenlik Konseyinin kararları doğrultusunda Cenevre’de devam edecek olan görüşmelerdir. Nihai kararı ise ABD-Rusya ikili görüşmeleri belirleyecektir” diye konuştu.
Mektubun arkasında Moskova var
Şam’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne gönderdiği ve DSG’yi “bölücü terörist milisler” olarak ilan ettiği mektubun arka planında da Moskova’nın olduğunu söyleyen Peköz, “O mektup esasen Ankara’nın önüne atılan politik bir yem” şeklinde değerlendirdi. Peköz, şöyle ifade etti: “Şam rejimi stratejik olarak Demokratik Suriye Güçlerini hiçbir zaman kabullenmedi, kabullenmez. Ankara, Tahran ile Şam arasında her ne kadar ‘düşmanlık’ düzeyde bir çatışma olsa da bu üç başkent arasında Kürtler meselesinde stratejik bir ortaklık bulunuyor. Kürt sorununu kendi gelecekleri açısından ciddi bir tehlike olarak görüyor. Suriye’deki Kürt sorununun çözümü, Türkiye’deki iç politik dengeleri ve özellikle Kürtlerin politik geleceğini doğrudan etkiler. Şam rejimi, Ankara’nın yumuşak karnını biliyor.”
‘Ankara Esad ile görüşek’
Peköz, Ankara’nın Esad rejimiyle doğrudan diplomatik ilişkilere gireceğini de söyledi. Putin’in, Erdoğan’ın Suriye meselesinde ciddi bir krizle karşı karşıya kaldığını gördüğünü belirten Peköz, şunları ifade etti: “Ankara’nın nerdeyse koşulsuz bir şekilde Moskova’ya teslim olmasının, özellikle Erdoğan’ın politik gücünü önemli oranda sarsacağı açıktır. Moskova, BM’ye gönderilen mektubun kamuoyuna açıklamasıyla, Şam-Ankara arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmasının temel bir gerekçesi yapacaktır. Böylelikle sistemle bütünleşmiş bütün politik partileri, güçleri, devletin farklı kanatları ve kamuoyu; Ankara’nın Şam ile diplomatik ilişki kurmasını ‘ülkenin bütünlüğü’ için iktidarı destekleyeceklerdir. CHP, MHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti ve hatta TKP gibi kendisini ‘sol’da gören politik partilerin tamamı ‘Demokratik Suriye Güçlerinin ‘bölücü-terörist’ görülmesi ve bunların tasfiye edilmesi karşılığında Şam ile diplomatik ilişkiler kurulmasını aktif olarak destekleyeceklerdir.”
Erdoğan’ın “ABD ile 2 hafta içinde uzlaşamazsak kendi harekât planımızı uygulamaya başlayacağız” şeklindeki sözlerini yorumlayan Peköz, şunları söyledi: “Öncelikli olarak Ankara’nın Rojava olarak tanımlanan Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik, Afrin’de olduğu gibi kapsamlı bir operasyon yapma olasılığının yüksek olduğunu düşünmüyorum. Ancak askeri ve politik dengelerde her olasılık mümkün. Ankara’da böyle bir olasılığı çok zayıf da olsa kullanabilir. Ancak mevcut politik gelişmeler dikkate alındığından, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik askeri bir operasyon yapmasının sanıldığı gibi yüksek olmadığı açıktır.
DSG’nin sınırdan çekilmesi
Washington ile Ankara arasında yapılan görüşmelerde alınan ve fiilen uygulanan ‘Güvenli Bölge’ planı uygulanıyor. ABD’nin askeri güçleri Urfa’da konumlandı ve ortak kara devriyesi görevlerini icra ediyor. Belirlenen ortak plan doğrultusunda DSG güçleri sınır bölgelerinden çekildi, savunma mevzilerini de bıraktılar, uzun menzilli silahlarını da 25 kilometre geri çektiler. Havadan da ortak devriye görevi icra ediliyor. Böylelikle, Ankara’nın DSG’nin kendileri için askeri olarak risk oluşturuyor tezinin gerekçesi ortadan kalktı. ABD askeri yetkililerinin yaptığı açıklamalarda ‘güvenlik bölge’ planın uygulanmasıyla ‘Türk askeri güçlerinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik askeri operasyon isteklerinin önemli oranda azaldığını’ belirtmeleri Türk askeri güçlerinin olası bir operasyon hamlesinin yansıtıldığı gibi güçlü olmadığını gösteriyor.”
Amaç İdlib yenilgisini unutturmak
Peköz, Kuzey Suriye’ye yönelik operasyon açıklamalarını Erdoğan ve AKP açısından şu üç başlıkta açıkladı: “Birincisi; Ankara’nın çok önemsediği ve bütünüyle kontrol altında tutmak istediği İdlib’de, kaybetmesinin ötesinde Moskova’ya bütünüyle teslim oldu. Türk askeri gözlem noktaları dahi Şam rejimi tarafından kuşatılmaya başlandı ve önümüzdeki birkaç hafta içerisinde kuşatılan gözlem noktalarının sayıları artacak. Hatta Rusya’nın askeri polisleri tarafından korunmaya başlandılar. Ankara, iç politikada, İdlib yenilgisini unutturmak, olası sarsıcı etkileri sınırlandırmak için dikkatleri Kuzey ve Doğu Suriye’ye çekmeye çalışıyor. Hatta belki de ABD ve DSG’den de onay alarak, küçük birkaç bölgeye sınırlı bir operasyon yapıp çıkma planını da uygulamak isteyecektir. Böylelikle İdlib yenilgisini Kuzey Doğu Suriye’de zafere dönüştürme havası yaratmaya çalışacaktır.
Psikolojik baskı
İkincisi, Erdoğan, 20 Eylül 2019’da Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna katılmak için Washington’a gidecek ve Trump ile görüşecek. Erdoğan’ın ‘Kuzey ve Doğu Suriye’ye gireriz’ açıklamaları aslında psikolojik baskı oluşturma çabasıdır. Pentagon izin vermeden, Trump’ın Erdoğan’a sınırlı kısa süreli bir operasyona izin vermeyeceği açıktır. Erdoğan, gireriz açıklamalarını Turmp ile görüşene kadar gündemde tutacaktır. Görüşmelerden sonraki söylemlerin değişme olasılığı da yüksektir.
Üçüncüsü ise; Kuzey ve Doğu Suriye’ye Suriyeli göçmenlerin yerleştirilerek sadece demografik yapıyı değiştirmeyi hedeflemiyor. Esasen orada kurulan istemin politik olarak tasfiyesini sağlamayı planlıyorlar. DSG ile ABD temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde ortak karar, bu bölgelerde yaşayan ve radikal İslamcı örgütlerle ilişkileri olmayan Suriyeliler gelebilir şeklindeydi. Diğerleri gelemez. Bu bakımdan Ankara’nın bu önerisinin uygulanmasının koşulları bulunmuyor.”