Akademisyen Ayşe Çavdar ile Sedat Peker’in ifşalarını, mafya-iktidar ilişkisini ve muhalefetin halini konuştuk
Hüseyin Kalkan
Ayşe Çavdar, Sedat Peker’in bir kara kutuya benzediğini söylüyor. Peker’in anlattıklarının bu kadar etkili olmasının nedeni bu. Çünkü Peker, merkezdeki aktörlerden biriydi düne kadar. Buna bütün Türkiye tanık, Peker mitingler yaptı ve yandaş kanallar bunu canlı yayınladı, havuz medyasında manşet oldu. Merkezdeki adam şimdi merkezde neler olduğunu anlatıyor. Burada önemli olan muhalefetin bu ifşalarla ilgili neler yapacağı. Gazeteci ve akademisyen Ayşe Çavdar ile Peker’in anlattıkları ile ortaya çıkan durumu ve siyasete etkilerini konuştuk.
Sedat Peker’in açıklamalarının siyasete ve topluma etkileriyle ilgili ne söylenebilir?
Sedat Peker bir kara kutuya benziyor. Son 20 yılın kara kutusu. Toplumsal hafızada var olan, kenara itilmiş, yüzleşilmemiş, bilinse de üstüne gidilmemiş birtakım meselelerle ilgili tanıklık ediyor “ben de oradaydım” diyerek. Henüz belge-delil sunduğu söylenemez ama bunu da yapacağını söylüyor. Birinin “Ben de oradaydım” demesi önemli. Çünkü hepimiz oradaydık. Bütün bunları kenardan izliyor ama bir türlü müdahil olamıyorduk. ‘Siz patronsunuz’ diyor. Aslında toplumun, halkın, milletin, artık ne derseniz, mevzunun patronu olduğu halde müdahale edemeyen, dolayısıyla gücünü kullanamayan bir yekûn olduğunu hatırlatıyor. Bildiğimiz ama hesaplaşamadığımız, yargı süreçlerini işletemediğimiz, dolayısıyla ne hafızamızı ne de hayatımızı kirlerinden temizleyemediğimiz birtakım gerçeklerle yüzleştiriyor bizi. Yüzleşmeden genellikle, tarafların karşı karşıya gelip helalleştikleri bir durumu anlıyoruz. Oysa yüzleşme kendimizle, suçumuzla, günahımızla, güçsüzlüğümüzle yüz yüze gelmek demek. Bir suçu işlerken hangi halet-i ruhiyede olduğumuzun ve o suçun mağduruna nasıl göründüğümüzün farkına varmak, yani kendimizi görmek. Sedat Peker’in harekete geçirdiği böyle bir yüzleşme süreci. Biz neydik aslında, kaç yıldır neyin içinde yaşıyorduk, neleri biliyorduk da bir türlü ses çıkaramıyorduk? Bu arada hâlâ gücümüz yetmiş, ses çıkarabilmiş, gerekli toplumsal ve siyasal mekanizmaları oluşturabilmiş değiliz. Bu sonraki mesele. Bunun da mutlaka olması gerekiyor. Aksi halde bu yüzleşme tamama ermeyecek. Türkiye’nin hem siyasetin hem kurumların önünde bir fırsat penceresi bu. Kaç yıldır içinde yaşadığımız devletimsi bir yapının ne üzerine, kim tarafından, ne için kurulduğu gibi sorulara birtakım cevaplar üretiyor. Bu cevaplarla ne yapacağı da Sedat Peker’in ‘Patron sizsiniz’ dediği topluma kalıyor.
Siyaset ve kurumlar içinde yapacaklarımız AKP sonrası Türkiye’yi nasıl kuracağımıza dair bir fikir verecek. Bu verilerin işaret ettiği suçlardan, ‘pisliklerden’ temizlendiği oranda yeni bir yer olacak Türkiye. Bunlardan temizlenmezse de aynı minvalde devam edecek. Bu Sedat Peker ne müthiş, ne iyi bir adam demek olmuyor. Ne münasebet?! O da ‘Ben kimsenin kahramanı değilim’ diyor.
Bu ifşaatın siyasete, topluma bir etkisi oldu mu?
Henüz yara taze, acısı tam olarak hissedilmiyor. Ama bir yara açıldı ve bir şekilde kapanacak. İyi mi kapanacak kötü mü kapanacak? AKP’nin, AKP-MHP koalisyonunun ne olduğunu, aralarındaki anlaşmanın konusunu toplum açıklıkla gördü. Şimdi karar verecek. Ayrıca Peker, AKP içindeki fay hatlarının da bir haritasını çizdi. Anlattığı şeyler dün olmuş değil. 2015’te olmuş değil, 2017’de olmuş değil. 2018’de başlamış değil. Çekmeye söz verdiği helalleşme videosunu anlatırken ‘Hiç kimse yokken, kimse seninle selamlaşmazken ben senin yanındaydım’ gibi şeyler söylüyor. Bu da bu mevzunun çok eskiden, hatta belki de 90’lardan itibaren başladığını gösteriyor. Böyle olunca da aslında konuştuğumuz sadece AKP değil, 1980 darbesi sonrasında devletin hangi zinde güçlerle ne tür işler yaptığı, hangi işlerini ne tür yollarla gördüğü. Bu belki zamanla AKP’nin kuruluş öyküsünün, 1990’ların ve 28 Şubat sürecinin arka planını verecek. Çünkü orada bilmediğimiz çok şey var. Yıkılmış bir devlet, halkın ilişkisini, umudunu kestiği siyasi partiler derken, toplum AKP’ye yeni bir şeymiş gibi baktı. Doğrusunu isterseniz AKP’de bir yenilik görmemiştim. Kimsenin gömlek değiştirdiğini de düşünmedim. Belki rengini değiştirmişlerdi ama bedeni hep aynı idi o gömleğin. Bu anlatılanlar iyice araştırıldığında o gömleğin kumaşının kimin tezgâhında dokunduğunu, hangi terzinin diktiğini de anlayacağız. DEVA ve Gelecek Partilerini kuran kadrolar ve ayrıca gemiyi daha erken terk edenler -isim de vereceğim- Abdüllatif Şener ve Abdullah Gül de anlatsın. O dönemin sırlarını dökmek herkesin suç örgütü lideri dediği birinin tanıklığına kalmamalı. O dönemin başka tanıkları da var. Belki de onların vedalarında da Peker’in tanıklık ettiği ilişkilerin payı vardı. Neden koptuklarına ilişkin verdikleri cevaplar hep yuvarlak ve içerikten yoksundu. Onlar da konuştuğunda sahne tamamlanmış olacak. Tam bu noktada siyasetin devreye girmesi gerekiyor. Muhalefetteki siyasi partilerin ‘Biz Sedat Peker gibi birinin arkasına takılıp gitmeyelim’ gibi bir pozisyona -ki bu pozisyonu belirleyen iktidar bloku- ötesine geçip bakalım gerçekte ne olmuş, çıkaralım ortaya, bununla helalleşelim değil halleşelim demeleri gerekiyor. Niye lazım bu? Bir kere bize vergi verdiğimiz ve kanunlarına uyduğumuz devletin aslında ne olduğunu, dolayısıyla onu yeniden kurarken nelere dikkat etmemiz gerektiğini gösterecek bu yüzleşme süreci. Dolayısıyla siyasi partileri ilgilendiriyor. Çünkü siyasi partiler devletin iktidarına talipler. İkincisi, toplum bu kadar bu yöne bakarken, bu kadar tartışırken siyasi partilerin bunun dışında kalması toplumla siyasi partiler arasındaki diyaloğu iyiden iyiye zayıflatıyor. Kaç yıldır CHP, İYİP ve diğer partiler siyasetlerini, ‘AKP-MHP seçmeni bu yaptığımıza ne der?’ sorusuna odakladılar. Bu da onları kötürümleştirip siyaset yapamaz hale getiriyor. CHP de böyle, İYİP de. SP, Deva ve Gelecek zaten böyle. Hep beraber yaptıkları siyaset, dindarlığı ve milliyetçiliği talep etmekten, onun daha iyisini vadetmekten öteye gitmiyor. Bu çok mantıksız ve yanlış bir strateji. Piyasada bir markanın bir ürünü fazla ise aynı ürünü başka bir marka ile satışa çıkarttığınızda, sizin yatırımınızdan en çok kazanan orijinal markanın sahibi olur. Sizin markanıza da çakma muamelesi yapılır. Bu pazarlama kurallarından biri. Erdoğan da çok iyi bir pazarlamacı, hemen ıskartaya çıkartıyor “yerli ve milli” kanalından yapılan her siyaseti. Şu da var: Bir ürün ihtiyaçtan çok üretildiğinde çöpe dönüşür, çünkü ucuzlar. “Yerli ve milli” sloganıyla üretilen siyaset de çoktan çöpe dönüştü. Yaldızlı bir ambalajı olması bu gerçeğini değiştirmiyor. Muhalefetin peki biz bunun yerine ne koyabiliriz diye düşünmesi gerekiyor. Sedat Peker bile “Vatan millet diyenler size bunları bunları yaptılar” derken, iktidarla vatan-millet-Sakarya siyasetinde yarışmak bataklığa dönüşmüş bir kulvarda koşmaya benziyor. Oysa şu durum, bu siyasetle halleşmeyi de zorunlu kılıyor.
Muhalefet araştırma komisyonu kurabilir
Bu ortaya çıkan ifşaatlara dair önerileriniz var mı muhalefete?
Önereceğim şeyleri sol ve sosyalist partiler zaten yapıyorlar. Madem Meclis çalıştırılmıyor. Siyasi partilerin büyüklüklerinden bağımsız olarak eşit temsille katkı sağladıkları bir araştırma komisyonu kurmaları gerekiyor. O araştırma komisyonu bir taraftan bu mevzuları anlatsın, kayda geçsin, diğer taraftan ‘Biz Meclis’e geldiğimiz zaman bunları tekrar gündeme getireceğiz, çek edeceğiz ve yargıya taşıyacağız’ desin. İki koşul var, bir kez kurulduktan sonra hiçbir siyasi parti bu komisyonun işleyişine karışmamalı ve bu komisyonun bir yargı mekanizması olmadığı her fırsatta hatırlatılmalı.
Bu komisyonda, partiler dışında, bu işlerin faillerine karşı çok mücadele etmiş avukatlarımız, bu işleri haberleştirdikleri için zulüm görüş gazetecilerimiz, bu işlere bulaşmadıkları için açığa alınmış bürokratlarımız, akademisyenlerimiz de olmalı. Muhalefet partilerine düşen bir başka iş de bu komisyonun ortaya koyduğu tablonun sağlamasının seçimi kazandıkları takdirde Meclis çatısı altında yapılacağı ve ancak o aşamadan sonra yargıya taşınacağı olmalı. Bu, güçlendireceklerini ilan ettikleri parlamenter sistemi, devletin her kurumuna sızmış bu yapıların bertaraf edilmesinde nasıl bir işlevi olacağına dair somut bir öneri olacaktır. Yani, parlamento nasıl güçlenecek, böyle; güçlendiğinde ne yapacak, işte bunları, diyebilecekleri somut bir mekanizma yaratmış olacaklar. Yapılmaması gereken tek şey bu anlatılanlara kulak tıkamak. AKP’ye ‘Sen gidiyorsun biz geleceğiz’ demek yeterli değil. Toplumu arkasına, yanına almanın yollarını ancak bu tür mekanizmalarla ve sürekli her şeyi toplumla müzakere ederek bulabilir muhalefet. Özellikle muhafazakar partiler toplumun böyle şeylerden anlamadığını, sadece cebine baktığını, hayatını nasıl idame ettireceğini düşünerek oy verdiğini, ekonominin temel etken olduğunu söylüyorlar. Bir noktaya kadar haklılar. Mevcut siyaset erbabının da dahil olduğu bir kuşak için bu doğru. Ama onların yetiştirdikleri 1990 kuşağı bile bunları dinlemedi, inanmadı. Sanıyorlar ki halk siyasetle ilgilenmiyor, birincisi bu yanlış, ikincisi halkımız sadece cebine, tenceresine bakıyor, bu da yanlış. Yaş gençleştikçe daha fazla bilgi kaynağından daha fazla habere ulaşan insanlar görüyoruz. ‘Bunlar ne kadar kalabalık ki?’ denilebilir. Önemli olan bu kuşağın siyasetin sürükleyicisi olması. Onlar ikna edecekler diğerlerini. Dolayısı ile kalabalık değiller diye taleplerini ve eleştirilerini görmezden gelen partilerin, siyasetçilerin kalıcı olmaları mümkün değil. Dolayısı ile toplumu ve özellikle genç kuşakların “başka bir Türkiye” talep eden heveslerini küçümseyen ön kabullerden vazgeçmek lazım. Gezi esnasında AKP, bütün o AB ile uyum süreci, barış süreci ile kendini daha rahat ifade etmeye başlayan toplumun, artık kendisinin yönetebileceği nitelikte olmadığını fark etti. Gezi Direnişi’nin yarattığı asıl şok da buydu. AKP baktı, ‘Bu toplum öyle bir yere gidiyor ki’ -sivil toplumdan söz ediyorum, siyasi partilerin taleplerini karşılayamadığı için içeremediği, hatta anlam bile veremediği toplumsal muhalefetten- ‘Yok ben bununla baş edemem’ dedi ve toplumun önüne setler koymaya başladı. O setlerle ve topyekûn bir taarruzla iyice köşeye sıkıştırdı toplumu. Ama gene de istediğini elde edemedi.