Yargı yılı açıldı. Adalet dağıtması gereken yargıçlar, devlet töreninde, tek sıra halinde, önleri ilikli devlet adına had bildirme gösterisinde buluştu. Nutuklar çekildi üst üste. Uzun ve sıkıcı konuşmalar, hep aynı ezberler, hep bildik cümleler. Devlet ciddiyeti dedikleri tam bir kasıntı hali, rol kapma yarışı zaten. Bu tür açılışlarda tam bir militarist gösteri havası hakim. Bir de sağ el yere paralel havaya kalksa ve selama dursa görüntü tamamlanacak.
Bu nümayişte “Mesele vatansa gerisi teferruattır” diye buyurdu ulusalcı Barolar Birliği Başkanı, Saray’ı yere göğe sığdıramadığı konuşmasında. Teferruatlar zuhur etti peşi sıra. İfade edildiği ortam nedeniyle “Mesele vatansa gerisi teferruattır” sözü, “Mesele vatansa adalet teferruattır” olarak karşılığını buldu. İnsan hakları teferruat, eşitlik teferruat, halk iradesi teferruat, ekoloji teferruat, anayasa ve yasa teferruat, hak-hukuk, demokrasi, yaşam hakkı teferruattır… Hasılı kelam insanlığın yarattığı ne kadar ortak değer varsa hepsi teferruattır. Değersizdir, anlamsızdır, pejmürdedir, ayaklar altına alınabilir, ihlal edilebilir, üzerinde tepinilebilir.
Tüm bunları Adalet Bakanı olmak için amade olduğunu, Saray’ın yeni sözcülüğüne soyunduğunu ilan etmek amacıyla Barolar Birliği Sultanı ifade etti. Ama esasen yargı yılı için toplanan zevatın ortak hissiyatını, ruh halini dile getirdi. Güya özgürlük gelecekmiş, yargıda reform olacakmış, zaten aynı gün Demirtaş hakkında da tahliye kararı verilmişmiş… Yargı yılı açılışında edilmiş tüm bu lafları çöpe atabilirsiniz. Çünkü fikri “mesele vatansa adalet teferruattır” olanın ve bunu deklare eden yargının zikri bundan bin beter.
Bunca değerin ihlal edilmesine tek kelamda gerekçe yapılan “vatan”, bizim anladığımız anlamıyla 82 milyonun ortak yaşadığı, kederde ve kıvançta buluştuğu bir toprak parçası değil. O vatan, bir grup elitin çıkarlarını korumak için cirit attığı, her tarafına Saray kondurulan, her yeri rant için yakılıp yıkılan, 12 bin yıllık tarihi sular altında bırakılan bir yer. Yönetenler için cennet, muhalifler için de Nazım’ın yıllar önce tarif ettiği vatandan ne bir fazla ne bir eksiktir.
Ve bu vatan, bir devlet geleneği olarak, hep zorla, baskı ile payidar kılınır. Yeni yeni kavramlar, yeni yeni söylemler geliştirilse de işin aslı hiç değişmez. Darbe vazgeçilmez bir yöntemdir. Halk ya zora razı olur ya da zorla razı edilir! Güçten yana tavır koymuşsa, 12 Eylül darbesinin anayasa oylanmasında olduğu gibi darbe meşrulaştırılır. Razı değilse, itiraz ediyorsa yine 12 Eylül’de ve sonrasındaki bütün pratiklerde olduğu gibi “devlet otoritesini yeniden tesis etmek içun” darbe yapılarak halk ikna edilir!
Artık bu denklemi isimlendirmek için nur topu gibi bir kavramımız var: “pejmürde”. Kavram sadece zora dayalı darbe mekaniğini tanımlamayı değil, bu mekaniğin sahiplerinin de karakterini ele veriyor. İçişleri Bakanı’nın, Diyarbakır’a giden Ekrem İmamoğlu’nu tehdit etmek için kullandığı “Ya işinden başka işlere karışma ya da seni pejmürde ederiz” sözündeki tehdit dili sokak jargonunu bile geride bırakacak cinste. Bu dilde tehdit var, gözdağı var, yoz bir ruh hali var, Ferdi Tayfur’un ağlak bir şekilde 1988’de piyasaya sunduğu “ya benimsin ya toprağın” şarkısına rakip bir arabesk var. Bu üslup bir gün önce Saray’da muhalif barolara yapılan tehdidin devamıdır, yine birkaç gün önce CHP’li belediyeleri tehdit etmek için “Onlar işçileri işten çıkarıyorlar bizim de yapacaklarımız var” meydan okumasının bir tekrarıdır. Üstelik bu dil cinsiyetçidir, erildir, nobrandır, zorbadır.
Bugüne kadar vatanın bekası için kovulması gerekenlerin başında hep Kürtler, sosyalistler geldi. Halen de Kürtler birinci hedef. Ama artık bu nobran, arabesk, yoz ruh hali, “vatanda” kendisine biat etmeyen hiç kimseye yaşam hakkı tanımak istemiyor.
İlk günden itibaren ortaya çıkan pratikler, darbenin başladığı yerde durmayacağının işaretleriyle dolu. Öncelikli hedef Kürt illeri olsa da bütün muhalif yerel yönetimler ikinci, üçüncü saldırı dalgasının hedefindedir. Pejmürde tanımı, tehditler, sallanan parmaklar bunun yeniden ilan edilmesidir. Ne yazık ki, darbe karşıtı eylemlerle sınırlı dayanışma gösterme, darbe karşıtlığını sahiplenmeme hali bu saldırganlığı cesaretlendirmektedir.
Eğer halk iradesine yönelik bir darbe, yapıldığı yerde yani Diyarbakır, Mardin ve Van’da durdurulmazsa, hiçbir belediye güvende olmayacak. Pejmürdelik her yeri kaplayacak. Bu nedenle iktidarın ne söylediğinden çok muhalefetin ne yapacağı, bundan sonra nasıl bir tavır takınacağıdır esas önemli olan.