Ben hayatımın hiçbir döneminde “Keşke şöyle olaydı da böyle olmayaydı” dememiştim. Geçen gün deyiverdim: “Keşke şimdi Aziz Nesin yaşıyor olsaydı da millet onun kaleminden siyaset sahnesindeki oyunu Hacivat Karagöz’ün gölge oyunlarını ya da İsmail Dümbüllü’nün orta oyunlarını seyreder gibi seyretseydi, sinirden tırnaklarını kemireceğine, altına edercesine gülüp eğlenebilseydi.”
Bu “keşkeyi” der demez, TV ekranında Erdoğan’ın “İsrail aziz vatanımızın topraklarına gözünü dikti” demesiyle başladım gülmeye. Ardından Bahçeli “Cumhurbaşkan’ımın vatan tehlikede demesiyle iç barışımız için DEM Partililerin elini sıktım” deyince gülmek ne kelime kahkahadan öleyazdım. Biraz kendime gelmişken ne göreyim? Hoplaya zıplaya o program senin bu program benim diyerekten zumlayıp birtakım mütekaid paşaların ellerinde değnek “İsrail bize nereden roket atar?” sorusuna pürdikkat ve ciddiyetle cevap verdikleri sahneleri görünce kahkahalarım krize dönüştü.
Allah rahmet eylesin. Aziz Nesin’e gerek kalmamış. Kabrinde rahat uyusun. Benim “keşkelerim” yüzünden kıyamet gününde Sur’a üflenmeden önce mezarından kalkmaya çalışmasın. Siyasiler, milleti bilmem ama, şu anda beni, işkenceyle değil de gülmekten öldürecekler. Allah müstehaklarını versin. Hacivat’ın Karagöz’e dediğini vaktiyle bir şairin değiştirerek ifade ettiği gibi diyeyim de içimde kalmasın: “Yıktın perdeyi eyledin viran, Hülagü Han mısın kafir…”
Bakın şu hale: Türk devleti, ABD ve NATO epeyi bir zamandır Erdoğan’ı, yeni orta oyununda başrole hazırlıyorlar ya. O rol, NATO’nun yeniden güvenilir müttefikliğinde dördünce defa, Özgür Özel’le birlikte “milli beka hükümeti”nde başkanlık rolü.
Senaryo, Türk derin devleti ile Amerikan sivri devletinin ortak eseridir. NATO imzalıdır. Şöyledir:
Orta oyununun dekorunda ekonomisi çökmüş, yerine mafyatokratik ekonomi gelmiş, seçmen o partiden bu partiye dolanmaya başlamış bir devlet manzarası. Birinci sahnede Othellovari bir Başkan sahnede elindeki kuru kafaya bakarak “To be or nat to be, that is the question” demekte. “Beka” lafının İngilizcesi yani. İkinci sahnede dekor değişmiştir. Halk vak’anüvislerin yazdığına göre ağır vergilerden şikayete başlamış, daha beteri Yavuz Sultan Selim’in kardeşleri Şehzade Korkut ve Şehzade Ahmet isyan etmiştir. Gündemin değişmesi ve “iç cephenin” pekişmesi gerekmektedir. Üçüncü sahnede Yeni Akit gazetesinin ağzıyla bir münadi bağırmaktadır: “Fars Şia emperyalizmi anavatan topraklarımıza göz dikmiş, ya ümmet-i Muhammed sapkın Kızılbaşlara karşı cihad zamanı, hayyeales salah, hayyealel felah” diyerekten ezan okuyarak Türk milletini namaza çağırmakta… Dördüncü sahnede Atatürk tişörtlü muhalif başı Hür Hususi Efendi, “İzmir’in dağlarında çiçekler açar, yaşa Muhammed Mustafa Kemal Paşa” marşını segah makamında Itri’nin tekbirinden mülhem okuyarak namaza koşmakta. Birinci perde bu koşuyla nefes nefese biter. İkinci perde tek sahneden ibarettir: Othello Recep, Şaban, Ramazan, Yavuz Sultan Selim kılığındadır. Kulağında bir küpe. Pala bıyıklıdır. Çaldıran Ovası’nda atın üstündedir. Yanı başında Hür Hususi Efendi, Sadrazam Hersekzade Ahmet Paşa kılığındadır. Kızılbaş Şah İsmail’in askerini kırmış, atları rahvan adım pay-ı tahta muzafferane ve pesten kerani dönmektedirler.
Senaryo böyledir böyle olmasına ama, şaheserin provası sırasında bazı şanssızlıklar yaşanır. Yavuz Sultan Selim rolündeki artist “Fars Şia emperyalizmi topraklarımıza göz dikti” deyip ümmeti namaza çağıracakken dili dolanır ve “Fars Şia” diyeceğine “Yahudi emperyalizmi” deyiverir. Bunun üzerine ortalık karışır. Bahçeli bir koşu Özgür Özel’in yanına varır. “Çürük lafına üzülme, siyaseten söyledim, Cumhurbaşkan’ımız da ‘İsrail’ lafını siyaseten söyledi, Cumhurbaşkan’ımız İsrail’e, aslında İran’a karşı bir olun, diri olun diyor, ver de elini sıkayım” diye gönül alır. Zavallıcık şaşkın. İran’a karşı milli birlik derken İsrail’e karşı milli birliğe aklı ermez, rejisöre itiraz eder. “İsrail nereden çıktı?” diye bağırır. Suflör Hakan Fidan aktörü uyarır: Aldırma, zaten siz ulusalcılar da “İsrail, büyük Kürdistan’ı kurmak istiyor diye PKK’ye ABD ve İsrail işbirlikçisi demiyor muydunuz? Reis ha İran demiş, ha İsrail demiş, takma kafana, rolünü oynamaya devam et.” Suflörün yanında dikilen ikinci suflör Kalın “Öyle deme Fidan, Reis yanlış alarm verdi. Yalancı çoban gibi olacak. “İsrail ahırı yaktı” lafına millet inandı, biz yarın İsrail’le İran’a karşı NATO arabasıyla yola çıktığımızda bu defa Reis “Ahırı İran yaktı” derse millet bize ne diyecek?”
Sahnenin üstünde bir kavga, sahnenin altındaki suflör kabininde bir başka kavga. Yani curcuna… Acıklı güldürü.
Daha bilmem ne?
Fars Şia emperyalizmine karşı sefere hazırlanan siyasiler, “İran’la savaşan İsrail aslında bizimle savaşıyor” deyince işte böyle oldu. Amerikan senaryosu “farsa” dönüştü. Bu “fars” malum iptidai ve uyduruk bir tiyatro türüdür. Çadır devletlerinde oynanır, duhuliyesi bedavadır, adamı çıkışta soyarlar.
Karnınız zil çalıyorken kafanızın tası atmışken hâlâ gülebiliyorsanız, işte o zaman saraydaki sultanın imamesi şaşacak demektir.
Hepinize bu pazar gününde hayırlı gülmeler…