“Ak Partimizin kaderiyle devletin kaderi bütünleşti” diyor muktedirler. Yani, AKP olarak devleti teslim aldıklarını ordu, polis, mahkeme ve bütün devlet organlarını parti merkezine bağladıklarını itiraf ediyorlar. Devletin ekonomik varlıkları Varlık Fonuyla, siyasi-sosyal kurumları AKP kadrolarıyla talan ediliyor. Düzen adına düzensizlik, adalet adına keyfiyet, istikrar adına yağma yaşanıyor. Ülkenin bütün tersaneleri, kaleleri, karakolları, adliyeleri “parti devleti” çıkarları ekseninde her gün yeniden işgal ve ilga ediliyor. Bu ortamın oluşturulmasında gönüllü hizmet edenlerin son kullanma tarihi dolduğunda “kullan at” tıraş bıçağı gibi çöpe atılıyor. Kanunsuzluk temel kanun haline geldiği kadar, ayak bağı olan kanun ve kurallar parmak kaldır-indir pratikliğiyle ortadan kaldırılıyor. Hiçbir mantığı olmayan “Çoklu Baro” tasarısındaki lakaytlık Saray rejiminin iyiden iyiye gemi azıya aldığını gösteriyor.
Tüm bunlar olurken on yıllardır “Demokratikleşme Paketleri” hazırlayan büyük patronların örgütü TÜSİAD sırra kadem basmış durumda. Âdeta ölü taklidi yapıyor. Ne bir itiraz ne de bir kaş-göz hareketi var. Emekçiler ve esnaflar çöküş yaşarken, büyük patronların işleri tıkırında. TÜSİAD’ın 1997 yılı Genel Kurulu’nda gündeme gelen ve reddedilen demokrasi paketine karşı kürsüden “Bizim demokrasi arayışıyla işimiz yok, biz para kazanmaya bakalım” itirazları yükselmişti. Kapitalistlerin amentü haline getirdiği “piyasa ekonomisi = demokrasi” argümanı da böylece çöpe düşmüştü. Askeri faşist darbelerin tamamını destekleyen patronların demokrasi havarisi rolü yapması inandırıcı olmasa da hoş bir seda olarak kulaklarda dururdu. Şimdilerde patronlar dünyası, para sayma makinelerinin çıkardığı sesin şehvetiyle hem kendi siyasal iradesini Saray’a kiralıyor hem de işçi örgütlerinin dağıtılmış olmasının mutluluğuyla Saray rejimini alkışlıyorlar.
Kapitalist devletlerin anayasasında “Devletin yönetim biçimi kapitalisttir” yazmaz. 12 Eylül faşist darbesinin ürünü 1984 Anayasası bile “T.C. laik, demokratik, sosyal, hukuk devletidir” süslemesine ihtiyaç duyulmuştur. Demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi (kapitalizm) kavramını aynı cümle içinde yazmak bir kural kabul edilir egemenler için. En kanlı faşist darbelerin liderleri “demokrasiyi yeniden tesis etmek üzere” yönetime el koyduklarını söylerler. Kapitalizm ve demokrasi aynı şeymiş algısı oluşturmak en değişmez propaganda biçimidir. TÜSİAD, MÜSİAD,
TOBB vb. patron örgütlerinin bugünlerde demokrasi lafzını tamamen bir köşeye bırakmış olmaları, onların gerçek yüzünü ortaya çıkarmasından öte, kâr oranları arttıkça örgütsüz emekçiler karşısında ne kadar zalimleşebileceklerini de görmüş oluyoruz.
“İngiliz sendikacı ve yayımcısı İ. J. Dunning, ısrarla şunu der: Kapitalist, güvenli bir %10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin % 20, iştahını kabartır; % 50, küstahlaştırır, % 100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; % 300 kâr ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılamayacağı tehlike yoktur.” K. Marx’ın aktardığı bu tespitleri Türkiye sermayedarlarına uyarladığımızda mevcut otokrasiye neden omuz verdiklerini daha iyi anlayabiliyoruz. Diğer yandan, daha fazla ticaret yapmak uğruna “demokrasi şampiyonu” rolü kesen AB’nin AİHM’i bile inzivaya çekmesini “hayretle” izliyoruz! 1950’lilerden itibaren Soğuk Savaş propagandası olarak Sovyetler Birliği’ni “Demir Perde ülkesi” ilan eden ABD’nin 12 Eylül başta olmak üzere, bütün faşist darbelerin örgütleyicisi olması, büyük sermayedarların “para kazanmak” dışında bir motivasyonun olmadığına kanıttır.
Kendi sermayesini yaratan AKP’nin devleti ele geçirmekle yetinmediğini birçok örnekte gördük. Özellikle medya kuruluşlarına bir bir el koymasını naklen izledik. İnşaat, maden, enerji ve ihracat alanında diğer sermaye gruplarının çökertilmesi aleni olarak gerçekleşti. TÜSİAD başta olmak üzere sermayedarların büyük kârlar karşılığında sürdürdüğü suskunluk hızla kendilerini idam ettirecek idam ipinin AKP’ye pazarlanması aşamasına doğru yol alıyor. Patronların sessizliğinin yerini ölüm sessizliğinin almasının uzak ihtimal olmadığının herkes farkında. Emekçiler, ezilenler “Ezilip un gelir, bir gider bin gelir.” Gerisini altın yüklü kervan sahipleri hesap etsin.