Kırklı yıllar. Tevfik Fikret’in Aşiyan’daki evi müze olarak düzenleniyor ve o zamanki Kültür Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından açılıyor. Töreni İstanbul Üniversitesi’nin iki genç hukuk talebesi, Halit ve Şekibe de izliyor. Daha sonra kızlarının adı olacak, Ferda şiirini az okumamışlar.
‘Yırtılacak ey köhne kitap, yarın /Düşünceye mezar olan sayfaların, /Fakat bunu kimden bekleyelim? Bu büyük yaratma devrimini kim, /Hangi güç gönülden destekleyecek? /Kuşku bir ışığa doğru koşmaktır /Hakkı aydınlatmak akıl için haktır /Bugün o-hile, şeytanlık, aldatma/Seni ülkenden atıyor dışarıya; /Üflüyor tapınağında meş’aleni… Ya da “Tarih-i Kadim”i: “Kırıyor elleriyle heykelini; /Ve, bütün gücünle sen, inmeli gibi, /Düşünüyorsun… /Ne burçların yok oluyor, /Ne yıldırımlar, ne rüzgâr kükrüyor, /Ne cehennemlerinde bir kaynama, /Ne gözler yasının farkında, /Ne kulaklarında acı bir çınlama… /Kopsa bir parçacık bir gövdeden /Bir sızlama duyulur; oysa sen /Göçüyorsun da yerinle ve göğünle /Yok doğada bir inilti bile. /Tersine her yanda kahkahalar; /Yalana yalnız ikiyüzlülük ve ahmaklık ağlar…”
Ve Ulus şarkısı ile devam ediyor okumalar, sanki hepsi yaşadığımız bu güne işaret ediyor:
“Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa, /Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır; /Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa /Sönmez sonsuza dek, her gecenin gündüzü vardır. /Haksızlığın envâını gördük… bu mu yasa? /En acı yoksulluklara düştük… bu mu devlet? /Yeter olsun artık bu devlete de bu yasalara da; /Artık yeter olsun bu alçak zulüm ve cehalet… /İnsanlığı çiğneyen alçaklığı yık, ez; /Doğrusu, yaşamak yerde sürüklenmeye değmez.”
Halit Çelenk ve Şekibe Çelenk, gençliklerinde ettikleri yemine sonuna kadar sadık kaldılar. Bu sadakatin de temelinde büyük bir sevgi, yoldaşlık ve mücadeleyi birlikte omuzlama azmi vardı. Ve her tutarlı, direngen erkeğin “arkasında” demiyorum, yanında bir kadın vardır. Ve ne harika çocuklar, onlarla birlikte büyüdü, ana-baba değil aynı zamanda arkadaş olarak ve entelektüel olarak.
Anneleri babaları Muzaffer Erdost’un savunmasında iken, onlar da onun yayınevinde İlhan ile habire koşturdular, gencecik yaşlarında, ilk kuruluşundan itibaren Sol Yayınları’n. Ve Muzaffer Abi, Şekibe hanımın veda törenine geldi, kendisinden iki gün önce.
Dostluk, yoldaşlık ve arkadaşlık diye ben buna derim.
Ne güzel, Serpil Çelenk Güvenç devam ediyor, yazılar yazmaya, kitaplar hazırlamaya ve tercümelere; Ferda Çelenk Özyurda bilim yapmaya. Deniz, kardeşinin bilim yapması vasiyetinde bulunmamış mıydı? Kaya Güvenç desen yaşam boyu mühendislik davası.
Bizim Cengiz (Çandar) de Şekibe Hanım’ın yeğeni değil mi?
Halit Çelenk de, Cemil Meriç gibi Kemal Sülker gibi Sancaklı, yani Hataylı. Orada başka bir maya tutmuş. Genç cumhuriyete eklemlenme 20 yıl sonra gerçekleşir. 1936’da Halk Cephesi’nin Paris’te iktidarı almasına giden sürecin Sancak’ta da yansımaları olmuş hep, sol kültür orada bir yer edinmiş.
Bunun için 1930’ların ortasında Türkiye’de yükselen sol kültür ile bağ kurulması da daha kolay olmuş.
Cemil Meriç de, Halit Çelenk de üniversite, yüksek okul öğrencisi 40’lı yılların başında Beyoğlu’nda Rum ya da Ermeni ailelerin kiraladıkları pansiyon odalarında kalan. Bir yılbaşı gecesi, karartma geceleri karanlığında Taksim’e yakın bir yerde Cemil Meriç hayalindeki güçlü kadını anlatan bir şiir okur. Halit Çelenk’in asla unutmayacağı… Ben de son yılında Halit Bey’in yatağının başında dinlemiştim ondan.
“Çoktan boğuldu /Romeo’nun serenatları /Çelik çarklarında dev makinaların /Bize göre kadın /Ne Manon’dur ne La dam O kamelia /Ne uğrunda kâflar devrilen /Şirin ne Ademi cennetten cüda kılan Havva. /Bize göre kadın /Kardeş kavgasında İspanya’nın /Göğsünü bir bayrak gibi gerip barikata /No Passaran diye bağıran yoldaş Passionaria’dır. /Bize göre kadın asırların hıncını yaralı bir dişi kaplan gayziyle/ Tarihe haykıran Roza’dır./Hermin kürkler içinde Baudelaire’den mısralar mırıldanan/Bir kadın yerine /Kafası kafamıza denk /Etiyle iskeletiyle dişi /Gözleri ve gönlüyle melek /Bir kadın yaşıyor mabedinde ülkümüzün. /Ve bizim karımız /Krem, ruj markalarını ezbere bilmez ama/Işıklı ve sıcak şarkılar okur/Cephede ölümü kovalayanlara”…
Sanki burada anlatılan Halit Bey’in yaşam yoldaşı Şekibe Hanım… O da suyun öte yanından Balkanlardan, Selanik’ten. Cemil Meriç gibi. Balkan ve Antakya buluşması müthiştir. Cemil Meriç, Lamia Hanım buluşması da zaten orada olmadı mı? O da bir başka güçlü kadın değil miydi? Ayşe Nur da Lamia Hanım’ın kızı değil mi?
Birleşmeden sonra, sancağın sol camiası, Halit’e “dikkatli ol, takip altına girersin bizimle samimi olursan” der.
Nazım o zaman gençliğin bir rock starı gibi sanki. 38 tevkifatının bir nedeni de budur zaten. Çankaya Nazım’ı transfer etmek ister popülerliğinden dolayı. Anlamazdan gelir Nazım. Arkasından tevkifat patlar.
Hukukta okurlarken, dersi asıp Bursa’ya gider Halit ve Şekibe, Nazım’ı ziyaret için. Nazım da aynı öğüdü verir. “Aman ha, takip altına alınırsınız!” Nasıl keyifle anlatmıştı Halit Bey, muzip bir ifadeyle, nasıl yırttıklarını takibi.
Ankara hep kuşkuyla bakar Hatay’a, emniyet genel müdürünü, Sökmensüer’i vali atar oraya. Daha vali olmadan, Hatay bağımsızken oradadır zaten şekil şemail vermek için.
Ve Cemil Meriç Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’nin ilk ve tek siyasal tutuklusu olur 1939 yılında. Zaten Hikmet Kıvılcımlı’nın yayınevi açtığı günlerde orayı ziyaretinden, onlara Stalin tercümesi yapmaktan dolayı takiptedir. 300 kitabına el konur. O günlerde bir ara serbest bırakılan Hikmet Kıvılcımlı da, Hatay’da yakalanır. Yine Sökmensüer sorgular onu da. 1947 yılında TBMM’de yaptığı tarihi konuşma ile, sosyalizmin her türüne karşı “cihat” ilan eden de Sökmensüer olmamış mıydı?
Halit Çelenk, “Barış Savaşçıları” adlı anılarında, Sovyet konsolosluğunda nasıl Stalingrad belgeseli izlediklerini anlatır. Orada kimlere rastlamazlar ki, Şekibe gibi Selanikli olan Sabiha hanımdan eşi Zekeriya beye, Suat Derviş’e, Kemal Sülker’e kadar. Basın ataşesi Yuri Plotinov ile dostlukları olur, adam bunlardan izcilikle ilgili bir rapor istemez mi? Benzer şeyin başına geldiğinden Cemil Bey de bana söz etmişti. Boğaz ile ilgili bilgi galiba. O zamanki, klasik, “sosyalist anavatanı koruma” için her şeyi mubah gören anlayış. Cambridge 5’lisi ne ki? Her ikisi de ayrı ayrı reddetmişler elbette ve soğumuşlar Sovyetlerden.
Şekibe Hanım 1945 yılında Tan gazetesinin, kitapevleri ve diğer iki süreli yayının, bu arada Sovyet kitapları satan yerin yakılıp yıkılmasına da tanık olur. Soğuk Savaş dönemini, tevkifatlar dönemini Samsun’da avukatlık yaparak geçirirler, biraz gözden ırak olurlar bu sayede, Sadun Aren’in o sıra yurt dışında akademik çaba içinde olması gibi.
İyi de yaparlar bence. Gerçi Samsun’da da boş durmazlar ya.
Ama Aşiyan’da Tevfik Fikret’e verdikleri söze hep sadık kalırlar. Ömür boyu zulme karşı direnirler. TİP’in kuruluşundan 12 Mart ve sonrasına, 12 Eylül ve sonrasına, hep direniş, hep dayanışma, hep devrimci savunma.
İyi ki vardılar ve var olmaya devam edecekler gökyüzünde.